Neoliberal evrede strateji: Feraset ve idrak

Günümüzde en dar olanından en genişine, en yerel olanından en merkezisine kadar toplumsal ve siyasal yaşamın bütünü neoliberal egemenlik tarzının kuşatması altında. Bu kuşatma sadece emek düşmanı ekonomi politikalarının hayata geçirilmesinden ibaret de değil; aynı zamanda (belki de daha fazla) işçi sınıfının kolektif tutum ve eylem geliştirme kapasitesinin ortadan kaldırılmasını hedefliyor.

Öncelikle, hem üretim sürecindeki hem de yeniden-üretim sürecinin gerçekleştiği sosyal/mekânsal ilişkilerdeki dönüşümler sonucunda işçi ve emekçilerin muazzam ölçülere varan parçalanması (sömürü) söz konusu.

Buna paralel biçimde, metalaşma süreçlerinin toplumun en küçük hücrelerine kadar sızmasıyla birlikte sömürü olgusunun yanı başında bitiveren (ve artık görmezden gelinemeyecek bir sınıfsal/siyasal kapasiteyi yüklenmiş bulunan) toplumsal mağduriyetlerin, yani ikincil cephelerin (tahakküm) gündeme geldiğini görüyoruz.

Bu iki olguya bakarken mutlaka göz önünde tutulması gereken bir şey daha var fakat: Sömürü ve tahakküm olgusu karşısında direnişi ve alternatif pratikleri neredeyse imkansız kılacak bir zemin kayması, yani siyasetin sistematik biçimde önemsizleştirilmesi.

Ne var ki, neoliberal egemenlik koşullarında sınıfın parçalanmışlığını telafi edecek, kolektif tutum ve eylemi mümkün kılacak, tüm bunları siyasal bir program ile buluşturacak olan öznenin inşası, siyasetin önemsizleşmesi olarak adlandırdığımız hendeği atlamayı başaramadığımız sürece söz konusu olamayacak.

O nedenle, daha fazla ilerlemeden bu noktada biraz soluklanmamız gerekiyor.

***

Hem teoride hem de pratikte, siyasetin sömürü, paylaşım, sınıf eşitsizlikleri gibi konulara etkisinin yok edilmesi neoliberal modelin başta gelen beklentilerinden oldu. Neoliberal egemenlik tarzı, siyasette ve toplumsal alanda ne olursa olsun, kapitalist artı-değer mekanizmasının ve sermaye birikim biçiminin güvence altında tutulmasına yönelmiş durumda. Siyasetin önemsizleşmesi, yani hiçbir somut etki ve sonuç yaratamaz hale getirilmesi, bunun en uygun yolu olarak görüldü.

Bu beklenti, kuşkusuz, neoliberalizmle ortaya çıkmadı; ancak neoliberal egemenlik tarzına özgü olan şey, siyasetin emekçi sınıflara ve onların beklentilerine göreli olarak açık olan yapısını dağıtmak, kör topal da olsa bir siyasal kürsü anlamına gelen temsil sistemini işlevsizleştirmek, toplumun farklı kesimlerinin desteğini almak için zaman zaman ‘popülist’ slalomlara meyleden düzen partilerine dahi izin vermemek şeklinde tezahür etti.

Çağımızda sosyal demokrasinin, ulusal kalkınmacılığın, ilerici/sol reformizmin ortadan kalkmasının nedeni de budur: Kapitalizme göbekten bağlı olan bu akımlar bile, bizzat kapitalizm tarafından “zındık” statüsüne düşürülmüştür.

Kapitalist sermaye birikim biçimi, onun beklentileri, dünya sistemiyle eklemlenme modeli, sınıflar arasındaki eşitsizliklerin dengelenmesi, vb. başlıklar  bundan böyle ‘müzakere’ konusu olmaktan çıkarılmıştır. Eğer illa siyaset yapılacaksa (ki, sermaye egemenliğini sürdürmek için de yapılmak zorundadır); o vakit dinsel-etnik çekişmeler, kültür ve yaşam tarzı savaşları kışkırtılmalı, siyasal özneler de birbirleriyle bu alanlarda rekabet etmelidir.

Siyasetin önemsizleşmesi derken kast ettiğimiz de budur.

***

Tam da burada can alıcı bir soruyla karşı karşıyayız: Bir yandan neoliberal egemenlik tarzının ağır kuşatması, bir yandan da siyasetin önemsizleşmesi söz konusuyken, işçi sınıfının parçalanmışlığını giderecek ve kolektif siyasal eylemi mümkün kılacak bir pratik nasıl, hangi kaynaklardan ve ne tür aygıtlar vasıtasıyla üretilebilir?

Bu bahiste geliştirilen çok sayıda alternatif fikir ve deneyim var elbette. Ancak bunların bir kısmında görülen ortak özelliği de işaret etmek gerekiyor: Siyasetten kaçış eğilimi. Üstelik bu eğilim, son derece radikal kılıflar altında da tedavüle sokulabiliyor. Ancak, bu kaçış rampalarının bizi şaşmaz biçimde bir uçurumun dibine bıraktığı da görülüyor.

O halde, siyaseti, bir pratik olarak yeniden inşa etmemiz gerektiği açık.

Toplumsal/nihai kurtuluş ile güncel mücadeleler arasındaki bağın kurulması, bu yeniden inşa faaliyetinin merkezinde duruyor. Diğer bir deyişle, neoliberal egemenlik tarzının kuşatması altında, sömürü ile tahakküm olgularını buluşturan; işçi sınıfını tüm toplumun temsilcisi, işçi sınıfının çıkarını tüm toplumun çıkarı haline dönüştüren; sınıf mücadelesine siyasal bir veçhe kazandıran ve bunu toplum çapında pratiğe dökebilen bir inşa faaliyetinden söz ediyoruz.

İlk bakışta, bunun zaten böyle olduğu, geçmişte de benzer bir tarifin yapılabileceği akla gelecektir. Bir anlamda doğrudur da. Ancak, esas mesele, bu inşanın özgül bağlamda ve güncel bir konjonktür içerisinde sürekli yeniden üretilmesidir. İlke geçmiştekiyle aynıdır yani; eksik olan onun güncel pratiğidir.

İşçi sınıfının parçalanmışlığının ortadan kaldırılması, işçi sınıfı ile toplumun farklı kesimlerinin kolektif bir tutum ve eylemde buluşturulması, bu buluşmanın programının ve aygıtının yaratılması, temeldeki emek-sermaye çelişkisi ile toplumsal sorunlardan kaynaklı mağduriyetlerin ilişkilendirilmesi; işte, bütün bu başlıklarda varsayılmış değil, yeniden üretilmiş bir siyasete ihtiyaç bulunuyor.

Zira sosyalist mücadele ve devrim fikri, bir müktesebat değil, somut durumun somut çözümlemesinden üretilen bir mücadele stratejisidir.

Ezber değil, feraset; itikat değil, idrak gerektirir.