‘Özgürlük’le çökertilen ülke: Irak
Amerika, Körfez Savaşı sırasında yarım bıraktığı Irak’ın işgalini 2003 yılında tamamladı. Irak, deyim yerindeyse bir daha toparlanamayacak biçimde belinden kırıldı. ABD’li seçkinlerin çoğu, baba Bush’un ilan ettiği “Yeni Dünya Düzeni” paradigmasını, oğul Bush’un bir imparatorlukla taçlandırmasını istiyordu.
Öncesi var ama uzun ve şimdi anlatacağımız da zaten o kadar dokunaklı bir hikaye.
Takıp takıştırdığında, “hür dünyanın temsilcisi” ve “özgürlükler ülkesi” olduğunu anlatan Amerika, “Vietnam Sendromu”ndan çıkışını Irak’ta kutlamıştı.
Acısı tarif edilemeyen, etmeye yeltendiğinizde elinizdeki bilgilerin hangisiyle öfkelenip, hangisiyle kahrolacağınızı bilemediğiniz bir coğrafya Vietnam. Her bir üyesi bir katil olarak yetiştirilen Amerikan Deniz Piyadeleri (ve dahi sıradan askerleri) sadece Vietnam işgali sırasında Kamboçya, Laos, Kuzey ve Güney Vietnam’da 8 milyon tondan fazla patlayıcı kullanmıştı. Öyle hafifsenecek bir miktar değil, İkinci Dünya Savaşı’nda tarafların kullandıklarının üç katıydı.
Yoksul ve yurtsever köylüleri kulübelere doldurup yaktıktan ve bir kısmını da ağaçlara bağlayıp köpeklere parçalattıktan sonra evlerine dönerken yanlarında Vietnamlı devrimcilerin kulaklarını ve parmaklarını da “hatıra eşya” olarak götüren Amerikan askerleri… Sonra Vietnam sendromlarını, bir yandan daire biçiminde dizdikleri sandalyelere oturup filmlerde sık gördüğümüz haliyle iç dökerek, diğer yandan ülkelerindeki yabancıları, siyahları ve ilericileri katlederek yaşadılar.
Oysa “özgürlük timsali” Amerika Birleşik Devletleri’nin o kısa tarihini inceleyen birçok kişinin değerlendirmesi, bir “haydut devlet”le (rogue state) karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir. Ama dikkate değer bir nokta daha var: Onlarca ülkeye saldırıp, milyonlarca insanın ölümünden sorumlu olan bu haydut devlet, tüm işgal ve katliam suçlarını “özgürlük” belagatinin gölgesine gizlemeye çalıştı.
Emperyalizmin ideologları, ABD’yi “özgür dünyanın temsilcisi” ve Britanya’yı Avrupa modernizminin simgesi olarak yüceltirken, bu ülkelerin kurumlarının ve hayat tarzının insanlık için en iyisi olduğunu anlatıyor ve böylece neoliberalizmi insan doğasına en uygun düzen olarak ilan ediyorlardı. Aynı anda, ABD ve benzeri ülkelerde yaşayan insanlar, diğer halkların ve kültürlerin yetersizliğine, o ülkelere de barış ile özgürlüğün “dünya lideri ABD” tarafından taşınacağına ve hatta bu görevin “Tanrı’nın buyruğu” olduğuna inandırıldılar. Bu da hafifsenecek bir inanç değil. Emperyalizmin sömürü güdüsünü, öldürme arzusunu, yayılma ve hükmetme dinamiğini güçlendiren bir öğretiydi.
Özgürlük ve medeniyet safsatası, Japonya’da atom bombasıyla vücut bulurken, Vietnam’da napalm bombası, muz şirketi United Fruit Company’nin sömürgesi yapılmış Guatemala’da “öldürülerek nötralize edilecek” işçi önderleri listesi oluyor, Endonezya’da komünistleri yok edecek kiralık katiller bulunuyor, Nikaragua’da, El Salvador’da, Küba’da ve nicelerinde CIA darbesi planlanıyor, Afganistan’da şeriatçılık kutsanıyor, Sudan’da yoksul insanlar için yaşamsal önemde tarım ilaçları üreten fabrika bombalanıyordu.
Şili’de Victor Jara’nın önce gitar çalmasın diye parmakları kırılıyor, sonra kurşuna diziliyordu...
“Onlar için hiçbir şey önemli değil
Onlar için kan madalya demek,
Katliam kahramanlık.
Ey Tanrı, bu mu yarattığın dünya
Bunun için miydi yedi günlük mucizen ve çaban?”
***
Amerika işte bütün bunlardan sonra Irak’ta Vietnam sendromundan sıyrılmayı istemişti. Şimdi Amerika savaşmalıydı.
ABD, Ocak 1991’de 40’a yakın ülkenin desteğiyle Irak’a vahşi biçimde saldırmaya başladığında, ölüm kusan silahlarının görkemini ve “dünyayı özgürleştirme misyonu”nu da televizyonların canlı yayınlarında dosta düşmana yeniden gösterme fırsatı yakalamıştı.
Saldırının sadece ilk gününde Hiroşima’ya atılan atom bombasının bir buçuk katı daha güçlü bombardıman yapıldı. Yüz bin sivilin öldürüldüğü, Irak’ın Sünni, Şii, Kürt olarak fiili biçimde üçe bölündüğü, bir buçuk milyon Kürt’ün Irak ordusundan gelebilecek bir katliamın korkusuyla Türkiye sınırına akın ettiği savaş sırasında ABD başkanı olan baba Bush, “Vietnam sendromunu çöle gömdüklerini” söyleyerek zafer ilan etmişti.
Böylece Irak, “haydut devlet” marifetiyle “çökmüş devlet” (failed state) yapılmaya doğru ilk çukura da düşürülmüştü.
Amerika, Körfez Savaşı sırasında yarım bıraktığı Irak’ın işgalini 2003 yılında tamamladı. Irak, deyim yerindeyse bir daha toparlanamayacak biçimde belinden kırıldı. ABD’li seçkinlerin çoğu, baba Bush’un ilan ettiği “Yeni Dünya Düzeni” paradigmasını, oğul Bush’un bir imparatorlukla taçlandırmasını istiyordu.
Irak’ın 2003 yılında işgali, ABD başkanı olan oğul Bush’un, “Özgürlüğün yayılmasına yardım etmek, dünyadaki en büyük güç olarak bizim yükümlülüğümüzdür.”, “Özgürlük Tanrı’nın bu dünyadaki herkese armağanıdır.” benzeri sözleriyle pişirildi. Özgürlük demagojisi bir kez daha ve yine şarlatanlıkla, hem gövdesiyle hem de gölgesiyle Irak’ın üzerine çöktü.
Elbette aynı sırada ABD içindeki hezeyan da üst boyutlara taşınmıştı; “O kadar ki, 2003 Irak savaşı sırasında Fransa’nın ABD’yi desteklememesi üzerine “French Fries” (Fransız Kızartması) diye bilinen patates kızartmasına “liberty fries” (özgürlük kızartması) denmesi gibi, Almanya’yla özdeşleşmiş ekşi lahana (sauerkraut), “özgürlük lahanası” (liberty cabbage) oluverdi.” *
***
Şimdi Irak, ABD’nin Ortadoğu’ya taşıdığı özgürlüğün altında can çekişiyor. Çok değil beş ay önce Ekim 2021’de yapılan seçimler, aradan geçen onca yıla rağmen Irak’ın çökmüş devlet statüsünü bir kez daha olabildiğince açık biçimde ortaya çıkardı.
Seçim sonuçları Irak’ın hem askeri hem de siyasi odakları arasındaki ciddi çatışma olasılıklarını belirginleştirdiği gibi, aylar geçmesine rağmen ne hükümet kurulabildi, ne de cumhurbaşkanı seçilebildi. Seçimin galibi olan Şii Sadr Grubu ile diğer Şii özneler ve ciddi bir silahlı güce dönüşen İran destekli Haşdi Şabi arasındaki gerilim bir yanda, Kürt özneler KDP ve KYB’nin koltuk ve sulta kavgası veya Sünni-Şii ayrılığı diğer yanda ülkedeki çöküşün köstebeği olmaya devam ediyor. İran yanlıları ve İran’la mesafeli olmak isteyenler, ABD’nin varlığına umut bağlayanlar ve ABD gitsin diyenler, Bağdat ve Erbil anlaşmazlıkları, güçlenen IŞİD’in güvenlik algısını tamamen ortadan kaldıran saldırıları, 2019’da sokakları dolduran yoksul kitlelerin berhava edilen isyanı ve anlaşmazlıkları bölgedeki varlığına gerekçe yapan Amerikan emperyalizmi… Irak’ın kanı akmaya devam ediyor.
Yani son bir özetle: Emperyalizmin “özgürlük”le çökerttiği ülke Irak’ın kısa tarihi, şimdilerde açık biçimde ABD’nin bölgedeki varlığını destekleyen, yaptıkları açıklamalarla bu işgalci gücün kalıcılığından medet umduğunu gösteren Suriye Kürtleri için de çok sayıda uyarıcı (hayati) veri sunuyor.
*Haluk Gerger-Kan Tadı, Ceylan Yayınları, S.175