Lejyonerleriyle eyaletleri elinde tutan Roma’nın barışı “Pax Romana”, ya da yağma ve zulümle ekonomisini ayakta tutan, “ekende ya da biçende olmayan” ama “yiyende olan” Osmanlı’nın barışı “Pax Ottomana” gibi kavramlar bize “pax” önekini gördüğümüz yerde iki adım geride durup, kavrama ve olguya kuşkuyla yaklaşmamız gerektiğini öğretti. Pax Europeana, yani “Avrupa Barışı” da böyle bir kavram.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupasını ifade eden “Pax Europeana” bir anlamda NATO, AGİT, Avrupa Konseyi gibi, emperyalizmin askerî ve siyasî örgütlerinin, AB gibi iktisadî örgütlerinin de ideolojik zeminini hazırlayan bir kavramdı. Ruanda’da, Cezayir’de, Endonezya’da bizzat Avrupa lkelerinin girişimiyle kan gövdeyi götürebilirdi ama barış ve huzur “Avrupa Kalesi” içinde egemen olmalıydı. Pax Europeana kısmen başarılı oldu. Bu başarıda SSCB ve diğer reel sosyalist ülkelerin Batı’nın tüm provokasyonlarına Dünya Barışı’na zarar verecek bir yanıt vermekten imtina etmesinin payı çoğunlukla pas geçilmiştir ve Batılı ideologlar AB düşüncesinin, Kuzey Atlantik doktrininin Pax Europeana’nın başarısını sağladığı görüşündedir.
Ama ne oldu? SSCB yıkıldıktan sonra Pax Europeana AB merkezi dışında, bilhassa Yugoslavya’da dikiş tutturmakta bayağı zorlandı. Batı, sorunlu coğrafyalardaki kanlı çatışmaları kendi “Pax Europeana”sının vasıtasıyla çözmeye girişti. Bosna deneyimi, bu eksantrik çözümlerin ellerine yüzlerine nasıl bulaştırdıklarına dair iyi bir örnektir.
Yugoslavya’nın dağılması sürecinin en kanlı coğrafyası Bosna’daki savaşı bitiren anlaşma her ne kadar ABD’de, Dayton’da imzalanmış olsa da, barışı kurumsallaştıran model Avrupa’dan; “Pax Europeana”dan gelmiştir. Özelde Bosna-Hersek, genelde ise Balkanlar’daki barışın reçetesi “Pax Europeanacılar” için oldukça basitti: Avrupa’ya entegrasyon! Birbirleriyle savaşmış olan eski Yugoslav halkları AB içinde yer aldıklarında, kendi aralarındaki sorunlar da otomatik olarak çözülecekti. Bosna Hersek için hazırlanan reçete ise “ideal” ve hatta Dünya’nın başka coğrafyalarında da uygulanması gereken bir reçete olarak görülüyordu.
Sonuç malum: Hiçbir şey, hatta en kanlı savaşlar bile Bosna’da yaşayan farklı halkları bölmekte, aralarındaki ayrımları derinleştirmekte Pax Europeana kadar ve onun resmi belgesi Dayton Barışı kadar başarılı olamazdı.
Geçtiğimiz hafta Lahey’de alınan bir kararla ne Hırvatistan’ın ne de Sırbistan’ın Yugoslav İç Savaşı sırasında “soykırım” suçu işlemediğine karar verildi. Bir anlamda, bu haberin kendisi bile 1990’ların başında yaşanan barbarlıkların kalıntılarının günümüze kadar geldiğini gösteriyor. Eski Yugoslavya’daki siyasî yapıya baktığımızda ise Yugoslavya’yı bu barbarlığa sürükleyen siyasetçilerin ardıllarının hemen hemen bütün eski Yugoslav ülkelerinde yeniden iktidara yerleştiğini görüyoruz. Pax Europeanacılara göre bu arkaik siyasetçiler yerini insan haklarına ve Avrupa değerlerine saygılı genç siyasetçilere bırakmayacaklar mıydı?
Görünen o ki, hayaller Pax Europeana, gerçekler Yugoslavya!
Geçtiğimiz ay Hırvatistan’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Hırvat Demokrat Birliği adayı Kolinda Grabar-Kitaroviç ikinci turda cumhurbaşkanı seçildi. HDZ, bildiğimiz Ustaşa artığı Franjo Tudjman’ın kurduğu ve Yugoslavya’nın parçalanmasında en büyük katkıyı koyan parti. 1968 doğumlu genç ve alımlı Kolinda Grabar-Kitaroviç ise Tudjman’ın öğrencilerinden. 1993 yılında, Ustaşa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en parlak yıllarını yaşadığı, Ustaşaların uluslararası itibar gördüğü yıllarda HDZ’ye üye olmuş.
Geçtiğimiz Ekim ayında Bosna’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise Bosna Savaşı sırasında bu ülkeyi savaşa sürükleyen siyasetçilerin öğrencileri ve hatta oğulları seçildi. Zaten, Bosna savaştan bu yana Bosna’yı kan gölüne çeviren siyasetçilerden kurtulamadı. Nitekim, Dayton Barışı zaten bu siyasetçilerin dışında, yani etnik kökene dayalı milliyetçi siyaset dışında başka bir alternatifin var olamayacağı bir siyasî yapı yaratmıştır.
2012 yılından beri ise Sırbistan’ı Yugoslavya’nın dağılma sürecindeki karanlık günlerden kalma siyasi figürlerin kurduğu Sırp İlerleme Partisi üyesi cumhurbaşkanı Nikoliç ve Vuçiç yönetiyor. Makdeonya Doksanlı yılların milliyetçi rüzgarına bir süre direnmişti. Makedonya’nın ilk cumhurbaşkanı Kiro Gligorov milliyetçiliğe taviz vermeyen yapısıyla biliniyordu. Fakat, bu durum da fazla sürmedi. Bir yandan Arnavut milliyetçiliği, öte yandan Yunan şovenizmi arasında kalan Makedonya da tercihini milliyetçilikten yana kullandı. Makedonya’nın aşırı milliyetçi VMRO’nun (iç Makedonya Devrimci Örgütü) lideri, başbakan Nikola Gruevski Gökçekizmi kent boyutundan çıkarıp tüm ülkeye yaymasıyla biliniyor. Ülkenin dört bir yanını tarihe referans verme iddiasındaki çirkinlik abideleriyle doldurmuş vaziyette.
Görünen o ki 1990’lı yılların Yugoslavyasıyla, 2015 yıllarının eski-Yugoslavyası arasında başta olan siyasî aktörler açısından pek bir fark yok. Çeyrek yüzyıl önce bölgeye çok iddialı bir giriş yapan Pax Europeana tükenmiş vaziyette. Ne Bosna ne de Kosova’daki oluşturduğu siyasi yapı kalıcı bir barışı getirmek bir yana, işler bir minimum devleti bile sağlayamıyor. AB ile ülkeler arasındaki barışın “otomatik” olarak sağlanacağı masalına bile artık çocuklar bile inanmıyor.