Oy oranları, sandık sayıları, mühürsüz pusulalar, illere göre dağılım, yasa maddeleri...
İçinde bu sözcüklerin geçtiği onlarca yazı ya da yorum daha şimdiden yazıldı ve okundu. Bunlara bir yenisini eklemenin ise gereği kalmadı.
Önemsiz olduğu için değil, AKP/Saray Rejimi’nin kesin bir biçimde kaybettiği referandumu YSK eliyle ve hukukun hiçbir biçimine sığmayacak hilelerle gasp etmiş olduğu ayan beyan ortaya çıktığı için.
O yüzden, referandum sonuçları ile birlikte Türkiye’nin siyasal ve toplumsal atmosferine göz atmanın sırası geldi diyebiliriz.
***
16 Nisan 2017 referandumunun sonucu Hayır’dır. Bu, başa yazılması gereken gerçektir.
Hayır kazanmıştır, ancak AKP/Saray Rejimi hile ve sahtekarlıkla Evet oyunu güç bela yüzde 50’inin üzerine çıkarmıştır. Yeni rejimin inşa ehliyeti anlamına gelen galibiyet, ancak sahtecilikle ve kıl payı olarak gasp edilebilmiştir. Bu açık hukuksuzluğun üzerine gidilmesi, referandumun iptalinin sağlanması, YSK görevlileri başta olmak üzere bu sahtekarlığın sorumlularının yargılanması şimdiki acil görevlerdendir.
Ancak mesele bundan ibaret değildir. Daha doğrusu, AKP/Saray Rejimi sadece referandumu kaybetmiş (ya da hile ile kazanmaya yeltenmiş) değildir; aynı zamanda yeni rejimin inşası için ihtiyaç duyduğu onayı ve ehliyeti de alamamıştır. Türkiye halkının ilerici kesimleri, farklı toplum katmanlarının da eklendiği bir tabloda, Hayır oyunu büyüterek Erdoğan’ın programına dur demeyi başarmıştır.
Şimdi, bu mafyatik ve hırsız çeteyi alaşağı etmenin vakti ve sırası gelmiştir. Aksi takdirde, bu hileci çete gasp ettiğinin üzerine çöreklenmekte gecikmeyecektir.
***
Referandumdan çıkan tablonun AKP/Saray Rejimi tarafından da memnuniyetsizlikle karşılandığı belli olmuştur. Memnuniyetsizlik kaynağı alınan oyun düşük kalması değil, Türkiye’nin gerici dönüşümüne direnen yüzde 50’nin hala dimdik duruyor olduğunun görülmesidir esasen.
Onca baskı, katliam, yıkılan şehirler, kapatılan gazeteler ve televizyonlar, tutuklanan gazeteciler, akademiden uzaklaştırılan bilim insanları, Türkiye ilericiliğini korkutmak şöyle dursun, bir adım bile geriye ittirememiştir. Dahası, bu yüzde 50, sadece sandık tutumunun ötesine geçmeye hazır olduğunu göstermiş ve canlı bir politik kitle tarzında üç akşamdır sokakları ele geçirmiştir.
AKP/Saray Rejimi, 16 Nisan’da mevlütünü okutacağını sandığı hayaleti ete kemiğe bürünmüş halde dimdik karşısında bulmuştur. Korkunun kaynağı ve nedeni budur.
Referandum sonucuna bakarak AKP/Saray Rejimi’nin ılımlı ve uzlaşmaya açık bir yol tutturacağını düşünmenin hiçbir mantığı yoktur. AKP/Saray Rejimi, halihazırda bir sırat köprüsünden geçmekte olduğunun farkındadır ve bu geçiş sırasında olabildiğince saldırgan ve arsız olmaktan başka çaresi yoktur.
Korkuya bulunan yegane cevap da budur.
***
Referandum sonuçlarının gösterdiği bir diğer gerçek ise, Türkiye ilericiliği ile Kürt ilericiliğinin buluşmasının muazzam bir enerji ve güç yarattığıdır. Daha önce 7 Haziran’da gözlenen bu duygudaşlığın, AKP/Saray Rejimi karşısındaki mücadelenin ihmal edilmemesi gereken başlıklarından biri olduğu da bir kere daha kanıtlanmıştır.
Benzer biçimde, sol/sosyalist hareketin dayanışmasının ve ortak mücadelesinin yaşamsal bir ihtiyaç olduğu da görülmüştür. Hayır kampanyası boyunca farklı platformlarda ve farklı araçlarla sürdürülen çalışmalar birbiriyle çatışmak yerine birbirine ulanmış, giderek ortak bir Hayır sesine ve emeğine dönüşmüştür. Üstelik, bunu sağlamak için tek bir çatıda ya da tek bir zeminde istiflenmenin gerekmediği de ortaya çıkmıştır.
Kuşkusuz, sol/sosyalist hareketin habis uru haline gelmiş eğilimler de bu süreçten nasibini almıştır. Deniz Yıldırım’ın deyişiyle, Hayır’ı halk içinde büyütmek yerine, Hayır’ın içinde kendi tekkesini büyütmeyi öncelik sayanlar, Hayır kitlesini bölmek ve kendine parsa devşirmek için uğraşanlar, 16 Nisan’dan Evet çıkacağı varsayımıyla yapıyorlardı bunu. Halka güvensizliğin, memlekete inançsızlığın bu sinik kulvarı da bir kez daha yanlışlanan varsayımlarının ait olduğu yere, yani kendi steril kabuklarının karanlığına gömülmüşlerdir.
***
Gezi Direnişi’nin Türkiye tarihinde bir dönüm noktası olduğu, Gezi’nin anlık bir tepki ya da gelip geçici bir patlama olmadığı referandum sonrası ortaya çıkan hareketlilikle bir kez daha görülmüştür.
Sol/sosyalist hareketin bu dönüm noktasının mahiyetini kavraması, Gezi sonrası muhalefet dinamiklerinin içeriğini, hareketlilik tarzlarını, örgütlülük biçimlerindeki arayışlarını bilince çıkarması, halihazırda geç kalınmış bir görev olarak orta yerde durmaktadır.
Bu görevini yerine getiren bir sol/sosyalist hareketin, referandumun ötesine taşan bu mücadeleyi başarıya ulaştırması işten bile değildir.