1 Kasım seçiminden sonra siyasette yeni dengelerin aranması doğal karşılanmalı. Bu arayışın sadece iç politikada değil, dış politikada da görünür olması da öyle. Dolayısıyla, dün bir Rus savaş uçağının Türkiye tarafından vurularak düşürülmesi, 1 Kasım sonrası AKP ve Erdoğan’ın sahnedeki yerinin belirlenmesi, dengelerin tekrar kurulması bağlamında değerlendirilmeli.
Bu bağlamın bir kenarında, tek başına iktidar olmayı başaran ve bunun verdiği güçle başkanlık projesini hayata geçirmek için önündeki engellere seri biçimde yüklenen bir iç politika, bir başka kenarındaysa içerdeki kaderinin büyük ölçüde dışarıda gelişecek süreçlere bağlı olduğunun farkında olan, bu nedenle Suriye konusunda inisiyatif ve etki kaybını telafi edecek adımları zorlayan bir dış politika var.
Doğrusu, AKP Türkiye’si emperyalist odakları neyle ürküteceğini hesaplamak konusunda iyi bir performans sergilemiş durumda. AB ülkeleri için mülteci tehdidi, ABD için Rusya’nın ilerleyişinin sürmesi riski, Türkiye’nin aradığı desteğe kavuşmak için masaya tam zamanında sürdüğü kozlar oldu. Nitekim, değişik ölçülerde olsa da bu kozlar karşılık da buldu.
Rus uçağının vurulması ile geldiğimiz son noktaya bakıldığında, AKP ile emperyalist odaklar arasındaki mutabakatın yeniden ve kusursuz biçimde sağlandığını, dahası emperyalizmin bölgede karşılaştığı tıkanıklığı aşmaya başladığını söylemek makul gelebilir. Oysa güncel ve yüzeysel görünüm bu ihtimali kuvvetlendiriyor gibi görünse de, sürecin bütününe ve olası geleceğine ait verileri eklediğimizde, çözümlemenin nitelik değiştirmesi gerektiği görülecektir.
Sadeleştirmek için şöyle özetleyelim: ABD’nin bölgede üst üste hamleler yapması, bu hamlelerin bir kısmından sonuç alıyor olsa da, bir süredir vurguladığımız tıkanıklığı aştığının değil, bizzat bu tıkanıklığın göstergesidir. Tıkanıklık, tam da ABD ve emperyalist sistemin, bu tür müdahaleler olmadan yönetememesiyle ilgilidir zaten. Dolayısıyla, ABD öncülüğündeki emperyalist blokun Suriye’de bir türlü aşamadığı ve giderek kördüğüme dönüşen yumak, hala ortada durmaktadır. Yumağı çözmek için girişilen ve her biri diplomatik ya da askeri krizlere evrilebilen müdahaleler, en çok ortada duran kördüğümü işaret etmektedir.
AKP ve Erdoğan, hem iç ve dış politik hesaplarını tutturmak için hem de geri düşeceği her uğrakta başına büyük belalar açılacağını bildiği için söz konusu kördüğüme üst üste ilmekler atmayı tercih etmiş durumdadır. Ne kadar çok ilmek atılırsa düğüm o kadar körleşecek, o zaman da AKP’nin bölgedeki rolü ve önemi azaltılamamış olacaktır. AKP, Suriye konusunda kendi planının dışındaki her tür gelişmeyi bir “çözüm” olarak değerlendirmekte ve onun karşısına “sorun”u büyütüp kalıcılaştıran bir hamleyle çıkmanın yollarını aramaktadır.
Rus uçağını vuran stratejinin arkasında, soruna ve kördüğüme muhtaç bu akıl yatmaktadır.
Hiçbir gösterge açısından aşık atamayacağı bir rakiple gayri resmi bir savaşa girişmek için yüksek bir cesaret gerektiği açıktır. Öte yandan, bu cesaretin kaynağında yatanın ne olduğu sorusunun bir yerden sonra önemi de yoktur. Rus uçağı ister ABD’nin onayı ve desteği ile, isterse de Türkiye’nin uyanıklık yapmayı denediği özel inisiyatifi ile vurulmuş olsun, sonuç her durumda bölgedeki sorunu büyütmek ve kalıcılaştırmak, kendi kaderinin bağlı olduğu kördüğümü sıkılaştırmak yönündedir. AKP’nin, aksi takdirde başına büyük belalar geleceğini bildiği için, inisiyatif alıp oldu bittiler yaratarak bu kördüğüm olmuş yumağa sürekli yeni ilmekler atamayacağını düşünmek, Erdoğan’ın hırsını fazla hafife almak anlamına gelecektir.
AB’nin, Almanya’nın, NATO’nun, ABD’li yetkililerin ilk andaki sükûnet çağrıları ve taraf olmamaya uğraşan açıklamaları, Türkiye’nin kendi özel inisiyatifiyle hareket etmiş olabileceği ihtimalini kuvvetlendiriyor. Türkiye’nin NATO üyeliğini ya da müttefik rolünü vurgulayan destek açıklamalarının diplomatik dile hakim olanlar açısından gerçek bir karşılığı bulunmadığı ise biliniyor. Ancak, yukarıda da dediğimiz gibi, Türkiye’nin bu hamleyi izinli ya da izinsiz yapmış olmasının bir yerden sonra önemi kalmıyor. ABD, oluşan durumu hemen kendi lehine kullanmayı ve Rusya’ya “IŞİD dışındaki unsurları vurmaya devam edersen bu tür sonuçlarla karşılaşırsın” demeyi ihmal etmedi zaten.
Ancak, diplomasinin üstü kapalı imalarını bir kenara bırakırsak, sürecin nereye evrileceğini, gerginliğin yükselip yükselmeyeceğini, Rusya’nın Suriye’deki ilerleyişinin sürüp sürmeyeceğini belirleyecek olan, sahadaki aktörlerin gerçek güçleri olacaktır.
Bu açıdan bakıldığında, ne ABD cephesinin ne de Rusya’nın, gerginliği yükseltmeyi ve daha şiddetli çatışmalara girişmeyi göze alabileceğini söyleyebiliriz. Açıkçası, ABD’nin Rusya’yı Suriye denkleminden çıkarmak, bu arada güvenli bölge gibi seçenekleri hayata geçirerek Esad’ın gidişini hızlandırmak türünden bir yol haritasını hayata geçirmesi için, verileri ve ipuçları görünür olan bir “büyük operasyon”un, bu operasyonu mümkün kılacak ekonomik hazırlıkların, siyasal uzlaşıların ve ittifakların sağlamlaştırılmasının, kapsamlı bir askeri sevkiyatın vb. söz konusu olması gerekirdi. Bildiğimiz kadarıyla, Suriye söz konusu olduğunda ABD’nin sahaya inmesi anlamına gelecek böyle bir “büyük operasyon” ya da buna yönelik hazırlıklar söz konusu değil. Bu tür bir plan olmadan, salt Türkiye’nin ve bölgedeki cihatçı teröristlerin askeri ve siyasi girişimleriyle Rusya’yı sıkıştırmak ise bir hayal.
O halde, ABD ve NATO cephesinden Rusya’ya yönelik sert sözlere ve Türkiye’ye destek açıklamalarına rağmen, gerilimin yükseltilmesinin tüm taraflar açısından tercih edilebilir olmadığı bir süreç beklenmelidir. Bir başka boyutuyla söylersek, AKP, Rus uçağını düşürerek imaj ve itibar açısından puan kazanmış sayılabilir belki, ancak puanların ardı arkasına geleceği bir ilerleyiş pek mümkün görünmemektedir. AKP’nin provokasyonları, ABD’nin işine gelenleri de dahil olmak üzere, bölgede ABD-Rusya gerilimini tırmandırmak ve er geç bunu askeri bir karşı karşıya gelişe dönüştürmek anlamına gelecektir. Yani AKP’nin varlığı, bölgede büyük güçlerin savaşına gidecek bir provokasyon sürecinin zeminini yaratmaktadır ve şimdilik göze alınamayacak olan budur. Bunun anlamı, ABD’nin bir vadede AKP’nin dizginlerine asılacak olmasıdır.
Gelelim Rusya’ya. Rusya, sadece Türkiye’nin en çok doğalgaz satın aldığı ülke değil, aynı zamanda Türkiye’nin en çok doğalgaz satın aldığı ikinci ülke olan İran’ın da müttefiki. Turist gelirleri ve tır-gemi ticareti de Türkiye’yi Rusya’ya bağımlı kılan başka güçlü ekonomik bağlar. Türkiye’nin bu derece geniş bir kaybı telafi edecek ekonomik gücü olduğunu düşünen olmadığına göre, en makul seçenek ABD, AB ve Körfez sermayesinin Türkiye’yi ayakta tutacak destek için söz vermiş olmasıdır. Ancak bu güçlerin ekonomik verileri, böylesi bir desteğin ancak kısa süreliğine hayata geçirilebileceğini, süreklilik taşımasının ise mümkün olmadığını göstermekte.
Rusya’nın ne tür bir karşılık vereceği henüz belli değil. Ancak, Türkiye’nin, BM üyesi bir komşu ülke, aynı zamanda İran-Çin-Suriye gibi bölgesel bir ittifak sisteminin merkezi gücü olan Rusya tarafından “teröre destek veren ülke” olarak adlandırılması hasır altı edilebilecek bir durum değildir. Rusya, AKP Türkiye’sinin zayıf karnının ekonomik bağımlılık, yolsuzluk ve savaş suçları olduğunu bilecek tecrübeye sahiptir ve daha düşen uçağın dumanı tüterken Rus medyasının Erdoğan ve ailesinin yolsuzluklarına, savaş suçlarına dair haberler patlatmaları, yıllarca çekmecelerde biriktirilen istihbarat raporlarının boşuna tutulmadığının kanıtıdır. Bunların sonuçlarının hemen ortaya çıkması beklenmemelidir, ama bugün servis edilecek suç dosyalarının masaya konulacağı fırsatlar, mutlaka Rusya’nın önüne gelecektir.
Belki de olayın en trajikomik anı, Rusya’nın Lazkiye’deki uçak sayısını artıracağını ve Rus kuvvetlerine yönelik en küçük tehdit durumunda ateşle karşılık vereceğini açıklaması oldu. Yani Rusya, Türkiye’nin burnunun dibinde, Suriye sınırının hemen içinde adı konmamış bir “uçuşa yasak bölge” ilan etmiş, kendince “angajman kuralları” belirlemiş ve Türkiye’ye “yaklaşırsan vururum” demiş oldu. Türkiye, bir Suriye uçağını vurarak elde ettiği “angajman kuralları” bahanesinden sonra, bu defa bir Rus uçağını vurarak Rusya’nın fiili angajman kurallarıyla tanışmış oldu. Kısacası, Türkiye Rus uçağını vurdu, ama bir alev topuna dönüşen uçak Türkiye’nin tam kucağına düştü.
Sonuç olarak, bölgede emperyalizmin tıkanıklığını aşacağı, tüm aktörleri hizaya getirip planını tıkır tıkır işleteceği, hızlı ve seri adımlarla hedefine erişeceği bir dönemin açılması beklentisi, bir kez daha boşa düşmüştür. Bölge, yeni denge ve normalleşme arayışlarına paralel olarak, çekişmelerin, itişmelerin, diş gösterip ısırmaların, provokasyon ve katliamların, diplomatik, askeri ve ekonomik bunalımların alanı olarak kalmaya devam edecektir. Az önce dediğimiz gibi, tekil örneklerde kazananı kim olursa olsun, bu kaotik durumun varlığı tıkanıklığın ta kendisidir.
Böyle anlatıldığında, topun bir o kalede bir bu kalede olduğu çekişmeli bir maçı izliyoruz hissine kapılabiliriz. Ancak bu maç oynanmaya devam ettiği sürece, bölgemizde yoksul ve emekçi halkların daha fazla kana ve yıkıma mahkum kaldığı akıldan çıkarılmamalı.
Bu ahlaksız, akılsız ve insafsız çekişmeye son vermek, bölgemizin baş belası olan emperyalizmi, gericiliği ve AKP’yi yıkmak için ise, Türk, Kürt ve Arap halklarının çalacağı bitiş düdüğüne ihtiyacımız var.
Halkların kanıyla sulanan bu maç sahasında, eşit, özgür ve kardeşçe bir yaşamın tohumları ancak o zaman filiz verecek çünkü.