Birkaç haftadır siyasete ilgi duyan duymayan herkes Sedat Peker videolarıyla yatıp kalkmaya başladı. Sistem kendi çürümüşlüğünü yine kendi içindeki safrayı atamayarak ortaya serdi. Zaten herkesin genel olarak kabul ettiği gibi eğer safra sağlıklı bir şekilde atılabilseydi ne Susurluk ne de Sedat Peker vakasını biliyor olurduk.
Susurluk olaylarının başlamasından bir süre önce Kumarhaneler Kralı olarak anılan Ömer Lütfü Topal’ın öldürülmesi ile devlet içindeki çeteci oluşumların vardığı boyut ortaya dökülmeye başladı. Ardından Susurluk Kazası işin boyutlarının tahminlerin çok ama çok ötesinde bir derinliği olduğunu gösterdi. Şimdi ise Sedat Peker paylaştığı videolarla pisliğin hiçbir zaman bitmediğini isimlerin bile değişmediğini (Mehmet Ağar gibi) gözümüzün içine sokuyor.
Yukarıda sayılan olayların ve bunun gibi bilinmeyen bir çoğunun ortak noktası ise genel olarak turistik bölgelerdeki özel olarak ise Antalya bölgesindeki rant paylaşımıdır, daha doğrusu rantın paylaşılması için devreye giren mafyatik örgütlerin işi daha da arapsaçına çevirmesi ve pisliğin ortaya saçılmasıdır. Sedat Peker’in de ilk ortaya döktüğü pislik Bodrum Yalıkavak Marina’nın Azeri işadamının elinden baskıyla ve tehditle alınması işidir. Ömer Lütfü Topal’dan Bodrum Yalıkavak Marina’ya süregiden çizgi turistik bölgelerdeki rantın nasıl da çete oluşumları eliyle pay edildiğini göstermektedir.
Dışarıdan bakıldığında lüks ve şatafatın merkezleri haline gelen turistik bölgelerin arka planında ne tür pislikler ve usulsüzlükler sonucu bu servetlere sahip olunduğu her geçen gün daha da fazla ortaya çıkmaktadır. İmar planlarının usulsüz değiştirilmesi, akla hayale sığmayacak banka kredilerinin ardına kadar açılması, tüm çalışan emekçilerin haklarına saldıran otel patronlarının en ufak bir cezai müeyyideye tabi tutulmamaları, usulsüz imal edilmiş ucuz yiyecek ve içeceklerin insan sağlığını hiçe sayarak buralarda servis edilmesi ve daha niceleri ortadaki rantın büyüklüğünü ve bunu ele geçirmek için yapamayacakları hiçbir şey olmayan çeteleri gözler önüne sermektedir.
Kod 19 adı verilen bir maddeye dayanarak çalışanlarını “askıya” alabilen patronlar bu rahatlığı devletin emekçinin karşısında yer alan yapısından güç alarak yapabilmektedir. Özellikle pandemi sürecinde iki kere fazla mağduriyet yaşayan turizm emekçileri seslerini duyurmanın çabası içindedir. Diğer taraftan tüm turizm çalışanlarının hem özlük haklarını hem de insanca yaşamalarını sağlayacak maddi kaynağı bazen bir tek “iş” yaparak kazanabilen çeteler tüm emekçilerin nefret öznesi olmaktadır.
Oysa nefretin gerçek öznesi o safrayı üreten sistemdir. Buz dağının görünen tarafı olan bu olaylar devletin ürettiği tüm safranın küçücük bir bölümüdür. Tüm çete yapılanmalarından medet uman iktidar onlara bu usulsüzlükleri yapabilecekleri ortamı sağlamaktadır. Sadece çetelerin ortadan kaldırılması hedefi güden her siyaset ise hatalı olacaktır. Böyle bir tutum safranın ana kaynağını gözlerden saklayarak gerçek sorunu perdelemektedir. Ana muhalefet sıralarından yükselen bu tip siyaset üretimi havanda su dövmek olacaktır.
1 milyar dolarlık bir yeri 29 milyon dolara alabilmek için (Sedat Peker’in Mehmet Ağar’a yönelttiği suçlama) devletin her kurumunu yozlaştırmanız gerekir. Bunun dışında böyle bir şeyi yapabilmek yüzbinlerce turizm emekçisinin yarınlarını çalmak demektir. Elbette bu çetelerin insafa gelerek böyle itiraflar yaptığın düşünmek büyük saflık olur, ama paylaşamadıkları şeylerin bizim alın terimiz olduğunu unutmak, onların çaldıklarının bizim geleceğimiz ve yarın düşlerimiz olduğunu unutmak yarattığımız tüm emeği üretenlere ihanet olur.