16 Nisan’daki referandumu AKP/Saray Rejimi “cebren ve hile ile” kazanmayı denedi. Yapılan hile ve sahtekarlıkların ayrıntılarına tekrar girmeyelim. Ancak “Hayır ve Ötesi”nin açıkladığı rapora göre, geçmişte bir abartı ve pekiştirme ifadesi olarak kullanılmış olan “ölüleri bile kaldırıp oy kullandırtmak” bu referandumda gerçek oldu.
Hangi anlamda olursa olsun, kendisini mevcut iktidara karşı bir muhalefet olarak tanımlayan her odak, bu hile ve sahtekarlığın üzerine gitmek, teşhir etmek, hileciler ve sahtekarlardan hesap sormak için mücadele etmek zorundadır. Bunu bilinen bir saptama olarak (bir kez daha) not edip geçelim.
Ancak, referandum ve sonrası ile ilgili tartışmalarda bir boyut daha var.
Evet, hile ve sahtekarlık yaptılar. İyi de bunu yapmayacaklarını düşünen var mıydı? Hatta, dünya tarihinde hile ve sahtekarlık yollarına başvurmadan iktidara gelmiş, iktidarda kalmış, iktidarını kalıcılaştırmış bir gerici parti oldu mu? Faşizan bir rejimin inşasını hedef haline getirmiş bir iktidarın seçimler konusunda demokratik, eşitlikçi, yasalara saygılı bir tutum izlediğini gösteren bir örnek bulunabilir mi?
Bu söylenen, AKP/Saray Rejimi’nin hile ve sahtekarlığını normalleştirmek ve geride bırakmak amacıyla söylenmedi. Tam aksine, bir önceki paragrafta da belirtildiği gibi, bu hilelerin ve sahtekarlıkların üzerine gidilmesi bugünkü mücadelenin en acil ve önemli gündemlerinden biri olmak durumdadır. Öte yandan, herkesin gerçekleşeceğinden emin olduğu bir hırsızlığın yine de engellenememiş olmasının üzerinde bir miktar daha düşünmek gerekmektedir.
Peki, hırsızlık belgelendikten sonra, on binlerce yurttaş sokaklara döküldükten sonra, galibiyet podyumuna çıkanların suratı korkudan beş karış olduktan sonra, daha ne olması gerekirdi ki hile ve sahtekarlık durdurulabilsin ve sorumlularından hesap sorulabilsin? Bu soruya genel geçer veya “gönlümüzden geçer” bir yanıt değil, somut, güncel, yani 16 Nisan akşamı itibariyle hayata geçirilebilecek bir yanıt bulmak gerekiyor.
Ve böyle bir yanıt, Hayır topluluğunun en kitlesel ve aynı zamanda parlamento ve devlet aygıtı içinde en örgütlü gücü konumundaki CHP’nin yapıp yapmadıklarına bakılarak verilebiliyor.
Uzatmadan söyleyelim: 16 Nisan referandumunda Türkiye’nin ilerici birikimi elinden geleni yapmış, Hayır’ı güçlendirip büyütmüş, bu arada AKP/Saray Rejimi’nin tüm saldırı ve baskılarına direndiği yetmezmiş gibi bir de hırsızlıklarını yakalayıp belgelemiş; bütün bunlar olurken CHP üst yönetimi ise AKP/Saray Rejimi’nin hırsızlığına boyun eğmiş, “mühürsüz” iktidara mühür vermiştir.
Kuşkusuz, bir siyasal partinin geri çekildiği ya da yanlış hesaplar yaptığı anlar olabilir. Ancak bizim örneğimizde konu bundan ibaret değil. Türkiye’de cumhuriyet rejiminin resmi olarak sona erdirilmesi anlamına gelecek bir referandum hile ve sahtekarlık yoluyla gasp ediliyorsa ve bu cumhuriyetin kurucu partisi olan CHP de bu hırsızlığa göz yumuyorsa, bizim örneğimizdeki durumun çok daha derin ve vahim olduğu açıktır.
O halde tüm bu söylediklerimiz bir başka biçimde de ifade edilebilir: 16 Nisan akşamı, CHP yönetimi, AKP/Saray Rejimi ile halk arasındaki mücadelede kenara çekilmeyi, araya girmemeyi tercih etmiştir.
CHP yönetimi kendisine güvenmiş olan halkın içinde yer etmeyi değil, yeni rejim ve yeni devlet içinde rol üstlenmeyi seçmiştir.
Sosyalistler açısından bu tablonun şaşırtıcı veya yeni olan bir tarafı yok elbette. CHP bu noktaya bir günde değil, uzun bir tarihsel güzergahı kat ederek gelmiştir. Dolayısıyla, CHP yönetiminin, kurucusu olduğu cumhuriyeti hırsızların ve sahtekarların eline terk etmesi, özel bir çözümleme ve soruşturmayı da gerektirmiyor esasen.
Ancak 16 Nisan akşamı itibariyle oluşan tablo, bir başka açıdan önem arz ediyor. Zira artık, sahipsiz bir cumhuriyetten söz etmek durumundayız.
CHP yönetimi aradan çekilse de halk geri çekilmemiştir ve hile yoluyla yüzde 50’nin (zar zor) üzerine şişirilmiş sonuçlara rağmen kazanan Türkiye’nin ilerici ve cumhuriyetçi birikimi olmuştur. Durum, deyim yerindeyse, AKP/Saray Rejimi ile cumhuriyetçi halk kesimleri arasındaki bir pat durumudur ve artık tayin edici hamlelerin sırası gelmiştir.
İşte bu kritik uğrakta, yani artık her hamlenin can alıcı hale geldiği evrede halk içinde yer etmeyi, halkla birlikte mücadele vermeyi, halkın talep ve itirazlarının temsilcisi olmayı başaran bir sol/sosyalist çıkış, Türkiye’nin AKP/Saray Rejimi karanlığından kurtuluşunun da mimarı olma şansıyla karşı karşıyadır.
Özetle, cumhuriyet sahipsiz bırakılmış, bir mafya çetesinin eline terk edilmiştir.
O zaman, cumhuriyetin sahipsiz olmadığını göstermenin vaktidir.
Hem cumhuriyete kin güden gerici sürüye hem de cumhuriyeti bir kenara atıveren basiretsizlere...