Mart ayının ikinci haftası…
Anlıyorsun ki salgın nedeniyle ortalık karışacak. Okullar tatil edildi. Ebeveynler olarak çalışmak zorundasınız ama ya çocuk? Henüz üçüncü sınıfta, tek başına kalamaz…
Oğlunu aldığın gibi memleketin yolunu tutuyorsun. Birkaç gün birlikte kaldıktan sonra, e iş var malum, sen dönüyorsun, çocuk kalıyor.
Ne zaman buluşacaksınız tekrar, ne zaman geri alacaksın bir şey söylemek için henüz erken. Ayrılığın süresi ilk kez belirsiz.
Uzaktan eğitim deniyor ama bir gelişme yok. Beklenmedik bir durum diye düşünüyorsun, biraz beklemek lazım diyorsun kendi kendine.
Bir süre sonra başlıyor uzaktan eğitim… Paranız yetmiş bir tablet alabilmişsin. Şimdilik sıkıntı yok. Günde ortalama en fazla 1,5-2 saatlik bir öğretimle ilerliyor süreç. Ders ha başladı ha başlayacak… Öğretmen bağlanamadı, ben bağlanamadım… Yoğunluk nedeniyle sistemde sorun var… Arkadaşımızın tableti olmadığı için derse katılamadı…
Çevrende çok sayıda ebeveyn de seninle aynı dertlerden muzdarip. Çocuk tek başına nasıl kalacak? Evde nasıl duracak? Bir iki saat uzaktan öğretimle ne kadar gidecek? Uzaktan verilen derslerin içeriği yeterli mi? Video izleme saatlerini nasıl düşüreceğim? 8-9 yaşlarındaki çocuklar bu yeni alışkanlıklarını bütün bir ömür taşıyacak mı?
*
Çocuk hâlâ memlekette. Aylar geçiyor ve beklenen isyan patlak veriyor: “Ben artık dönmek istiyorum, ne olacaksa sizin yanınızda olsun!”
Şehirlerarası ulaşım yasakları var. İzin alabilmek imkansız. Neyse, üç aya yakın bir süre sonunda bir yol buluyorsun, zaten turizm sezonu da gelmiş. Kısıtlamalar hafifliyor ve nihayet kavuşuyorsun oğluna…
*
Yaz boyunca sürekli aklında yeni dönemde ne olacağı sorusu var.
AVM’ler açılıyor. İbadethaneler açılıyor. Reisicumhur mitingler yapıyor. Ama iki şeyden eminsin: Kültürel faaliyetler ve yüz yüze eğitim başlamayacak. Başlasa da yeterli önlem alındı mı alınmadı bilmiyorsun. Bu iktidar iki maske dağıtmadı. Oğlun birinci sınıfa başladığı gün gördün ki, okullara iki tuvalet kağıdı, iki sabun koymamıştı.
*
Eğitim Bakanı haftada bir farklı konuşuyor. Plan yapmak imkansız. Turizm sezonu bitmeye yakın, yaşadığın şehir bu kez pandeminin merkez üslerinden biri gösteriliyor. Bir kez daha memlekete gidiş. Ama bu kez binbir pazarlıkla…
Geçen dönemin tekrar dersleri başlıyor. Yine haftada birkaç gün ve birkaç saat. Canlı dersler var ama yine bağlandı bağlanamadı sıkıntıları bitmek bilmiyor.
Memleketteki öğretmenlerle, eğitim sendikalarının yetkilileriyle konuşuyorsun.
Merkez ilçedeki öğretmen, “Benim sınıfımda 22 kişi var, 7’si tableti veya bilgisayarı olmadığı için derslere katılamıyor” diyor. “Merkez ilçede durum bu ama uzak ilçelerde oran tam tersi durumda” diye anlatmaya devam ediyor. Köylere bakıyorsun, oran dehşet verici.
Özel okulları soruyorsun, bir yanda tükenen öğretmenler var ama diğer yanda yoğun müfredatlar, özel uygulamalar…
*
Eylül 2017’de yazdığım yazıda okulların açıldığı gün bir yandan tuvalet kağıdı bir yandan dinci vakıflarla cebelleşen bir velinin hikayesini anlatmıştım.
Yazının bir yerinde şöyle deniyordu:
“Milyonlarca öğrenci, elektriğin, suyun, yeterli dersliklerin veya öğretmenlerinin olmadığı ortamda okula gitmek zorunda bırakılıyor.”
Bugün tam üç yıl sonra, tarihe not düşmek için yazıyorum.
Güya okulların açıldığı bugün, milyonlarca öğrenci fiilen eğitim-öğretim almıyor.
Camileri açan, AVM’leri açan, plajları ve otelleri açan Saray Rejimi eğitimi, kültürü ve sanatı bitirmiştir!