CHP ve HDP 'nin seçim bildirgelerinin, sol muhalefette ve AKP karşıtı toplum kesimlerinde bir heyecan ve teveccüh yarattığı açık. Bununla birlikte, iki partinin seçim hedef ve vaatlerini bir çözümlemenin konusu yaparken ve eleştirirken yahut bu iki partinin sosyalizm mücadelesi açısından taşıdığı “tehlikelere” işaret ederken, daha açık olan bir manzarayı da gözden kaçırmamak gerekiyor.
Yoksa ne dediği ve ne yaptığı anlaşılmayan akıllı marjinallere, yaklaşan büyük felaketi herkesten önce gördüğünü zanneden ama kimsenin dikkate almadığı politik meczuplara dönüşmek işten bile değildir.
“Apaçık bir manzara”dan kastımız ise şudur?
Türkiye'de iktidarı elinde tutan siyasal yapıyı ve bu yapının toplumsal yansımalarını tarifleyebilmek için kullanılan ve üzerinde güncel mutabakat sağlanan kimi tanımlamalar var. Örneğin “diktatörlük”, “faşizm”, “tek adamcılık”, “gericilik” gibi birçok kavrama, siyasal ve sosyal yapının niteliğinin açıklanmasında (üstelik toplumun önemli bir bölümünce) başvuruluyor.
Mevcut iktidar yapısıyla ilgili kullanılan bu tanımların “kitaba uygun” olup olmadığına dair yürüyen tartışmaların güncel politik değeri yok. AKP iktidarı hakkında “faşizm”, “diktatörlük” gibi nitelemelerin ortak bir hissiyatı (yorumu) karşıladığını söylemek ise yanlış olmaz. Yani ülkenin AKP'ye boyun eğmeyen kesimi; katletmekten, hapsetmekten, yoksaymaktan, adaletsizlikten çekinmeyen, bunları kendisine hak gören sakıncalı bir partiye karşı mücadele ettiğini bilince çıkarmış durumdadır.
Eğer böyleyse, bugünküne benzer politik dönemlerde; kitlelerin karşıya alma cesaretini gösterip, hızlıca kurtulmak için mücadele ettiği “faşist”, “gerici” ve “tek adamcı” iktidarı zayıflatan birleşik veya birbirinden bağımsız muhalif çıkışların, mevzi kazanımlarının, ilerici adım ve söylemlerin de halk tarafından neden önemsendiği anlaşılabilir. Ayrıca bu saydıklarımızı hayata geçiren öznenin sermaye sınıfına cepheden karşı olup olmadığı, neyin peşinde koştuğu, kimin masasında oturduğu gibi başlıkları geri plana iten bir duygudaşlık ve özdeşlik kurulduğu da görülür.
Toplumun bu refleksine burun bükülsün ya da karşı çıkılsın, muhalif siyasetin örgütsüz kitleler nezdinde basit işleyişi ve belirmesi böyledir.
Öte yandan, kapitalizmi yıkarak sosyalist bir iktidar kurma perspektifine sahip devrimci güçlerin etkili ve güçlü olamadığı, siyasal boşluğu emekçi sınıflar lehine doldurabilecek hamleleri yapamayıp, kendiliğinden ileri çıkışları yönlendiremediği her durumda; hakkında değişik yakıştırmalar da yapılabilen söz konusu özne örgütsüz muhalif kitlelerin sesi olur... Ortaya çıkacak sonucun farklı olamayacağını tarih birçok defa göstermiştir.
Özetle, HDP veya CHP'nin içinden geçtiğimiz seçim döneminde, “kapitalizmi yıkıp yerine sosyalizmi kurma” sözü vermememesine rağmen ilgiye şayan olmasının nedeni bellidir. Bu ilgiyi yaratan temel gücün, siyasal boşluk ve toplumun çıkış arayışı olduğunu göremeyip, (kimi haklı yanları olsa da) “gizli odaklar” veya “üst akıl” olduğunu hiç durmadan, bir daha, bir daha söylemek ve AKP'den daha çok HDP ve CHP'ye yüklenmek ise, hepsinden önce sosyalistlerin toplumsal mücadeledeki inandırıcılığını ve itibarını zayıflatır.
Son bir ek (hatta tekrar) daha; hem CHP'nin hem de HDP'nin “sosyalizmi dile getirmediği” için sosyalistler tarafından suçlanması bir çeşit monolog halini almıştır. İki partinin de sosyalizm gibi bir misyonu, programı ve hedefinin olmadığı zaten açıkça görülebilir. Dolayısıyla asıl tartışma konusu; kapitalizmi yıkmayı amaçlamayan bu iki kitlesel “sol” özne ile kapitalizmi yıkmak için toplumsallaşmaya çalışan sosyalistlerin ilişkisinin hangi bağlam ve düzlemde kurulacağı ve mesafe ölçümünün nasıl yapılacağıdır...
*****
Mesafe ölçümü dedik.
Her iki partinin de seçim bildirgesi karşılaştırıldığında göze çarpan şudur: Bildirgelerde vaadedilenlerin, talep edilenlerin, varsa satır arasında gizlenenlerin niteliği bir tanıma sığmamaktadır.
Örneğin, laiklik aradığınızda bulabileceğiniz gibi, liberal öz aradığınızda da “inanç özgürlüğü”nü öne çıkarabilirsiniz.
Veya sermaye yanlılığı görebileceğiniz gibi; sendikalar, işçi hakları, ulaşım, sağlık gibi başlıklarda sosyal demokrat söylemi de görebilirsiniz.
Sosyal demokrasiyi aşmak isteyenler için, “kendi hayatını yöneten örgütlü halk” olarak farkı anlatılan “radikal demokrasi” bir örnek vasfı kazanabilir.
Bildirgelerin, kadın, gençlik, siyasetin örgütlenmesi, basın gibi başlıklarda özgürlükçü olduğu söylenebilir.
AKP'nin her yere beton dökme hevesine karşı çevreci oldukları da açıktır.
Hatta arzu eden “demokratik özerklik”ten bölücülük çıkarabilir.
Ancak bu dağıtıcı ve kendi pozisyonuna göre boncuk arama yöntemi bugünkü koşullarda politik bir değer taşımamaktadır.
Neden?
Birincisi şunu bilelim, Türkiye'nin içine girdiği ekonomik sıkışmanın ve yoksullaşmanın, Haziran isyanı ile ortaya çıkan AKP karşıtı ve solcu bir toplumsal kesimin siyasette ağırlık oluşturmasının, CHP'nin 10 yıl önce başladığı sağa açılma politikasının tutmamasının, HDP'nin ülkenin bütününe seslenmek zorunda olmasının... bütün bunların bildirgelerin çerçevesinin oluşmasında ve “zengin” bir içeriğe sahip olmasında önemli payı olabilir. Bununla birlikte bu iki partinin seçimde AKP karşısında bir güç olmaya, AKP'yi geriletecek bir sonuca ulaşmaya, toplumun yararına olan kimi “reformcu” adımları atmaya ve bunu “her kesim”e seslenerek yapmaya çalıştıkları da açıktır.
Sonuçta objektif olarak AKP'nin değil, AKP karşıtlarının tarafında durdukları söylenebilir.
İkincisi, sadece önümüzdeki seçim dönemi için, AKP'nin geriletilmesi hedefi ve toplumsal muhalefetin temsilini sağlamak konusunda; CHP ve HDP dışında kalan sol-sosyalist güçlerin siyaset alanını tutamadıkları, yönlendiremedikleri bilinmektedir. İsteyen bizim partimiz dahil olmak üzere, BHH içinde de yer alan örgütlerin seçim kararlarına bakarak bunu anlayabilir.
Üçüncüsü, şüphesiz ki CHP ve HDP sosyalizm mücadelesini temsil etmediği gibi sosyalist hareketin de sahibi değildir. Hatta bugün ağırlıklı olarak öne çıkardıkları “sosyal demokrat” karakterle işçi sınıfının sosyalizm mücadelesinde nihai başarısını değil, önceki döneme nazaran gelişkin haklar elde ederek düzene yeniden bağlanmasını amaçladığı da söylenebilir. Buna karşı uyanık olmak ve bu kadarıyla yetinmeyip eleştirel bir mesafe sağlamak mutlaka gereklidir.
Dördüncüsü, buna karşın Türkiye sosyalist hareketi başka bir dünyada farklı bir toplumu değil, AKP, CHP ve HDP'nin de siyaset yaptığı nesnelliği dönüştürmeye çalışmaktadır. Ve bu nesnellikte kendisine alan açıp yol alabileceği, düşmanını geriletecek ileri adımları, halkın yüzünü sola dönmesini önemsemeli, bununla yetinmemeli ve inisiyatifi ele alarak daha ileriye işçi sınıfının iktidarına ulaştırmaya çalışmalıdır.
Ve bunu bugün AKP'den daha çok HDP ve CHP ile uğraşarak yapamayacağı da açıktır...