Bu köşenin sadık okuru, yaklaşık 6 aydır yazdığımız yazılarda, sosyalistler açısından Türkiye'nin bugün en önemli gündemlerinden birinin laiklik mücadelesi olduğu düşüncesiyle karşılaştı.
Bu düşünce ilk dile getirildiği zamanlarda, sağda solda şöyle yorumlarda bulunulduğunu gördüğümü ve şaşırdığımı itiraf etmem gerekiyor: "Gördünüz mü hocam, bunlar sosyalizm mücadelesinden vazgeçtiler, laiklik mücadelesi veriyorlar."
Herhalde bu sözlerin muhatapları da şaşırmış olacak ki, bizimle tartışmasında laiklik mücadelesiyle sosyalizm mücadelesi arasında kuvvetli kayışlar olduğunu, bu mücadelenin sosyalizme enerji vereceğini anlatıyordu. Aynen katılıyorum...
Yine bu köşede, laiklik mücadelesi ile yurtsever duruş arasında içsel ilişkiler olduğu, laikliğin giderek halkçı-emekçi bir karaktere yerleşeceği ve hatta yerleşmesi gerektiği, bunların topyekun bir Yeni Aydınlanmacı kimliğin unsurları olduğu gibi düşüncelere sıklıkla yer verildi.
Doğu'nun bu Yeni Aydınlanmacı kimliğe ekmek kadar su kadar ihtiyaç duyduğunu görüyor, bu nedenle, Doğu sorunu üzerine düşünmenin önemi üzerinde duruyorduk. Bunlar değişmemiştir.
Tespitler ya da düşünceler, var oldukları haliyle kaldıklarında havada asılı bir şekilde kalırlar. Toplumsal-siyasal alana ilişkin konuşuyorsanız, hareket unsurunu da devreye sokmanız gerekir. Yani, farklı öznelere ve objektiviteye ilişkin değerlendirmeler yaparak kendinizi tümüyle eleştirel bir pozisyonda asılı tutarak siyaset yapılamaz. Devrimci siyaset, iki boyutlu üçgen düzlemine bir üçüncü boyut kazandırmaktır. Yani mesele, farklı noktaları ne kadar eleştirdiğiniz değil, bu noktalara siyasal hedefler göstererek, ileriye yönlendirip yönlendirmediğinizle ilgilidir.
Seçimler söz konusu olduğunda da bundan apayrı bir değerlendirme yapılamaz. Ancak bu yapılmıştır.
İki şekilde:
- Birincisi, sosyalistlerin bir bölümü, üzerinde durduğu düzlemde kendisini siyasal bir özne olarak konumlandırmak ve o düzlemi bir bütün olarak ileri taşımak seçeneğini bir kenara bırakmıştır. Ülkenin ya da dünyanın kritik gündemlerine müdahale etmemeyi tercih ederek ve bir bütün olarak yukarıda çok kabaca tarif etmeye çalıştığımız politik kimliğin inşa edilmesine engel olmaya çalışarak... Charlie Hebdo saldırısı, kölelik koşullarında çalışmaya mahkum edilen taşeron işçileri, Kobane süreci ya da Kaçak Saray ve Erdoğan'ın diktatörlük hevesi gibi gündemler yeni bir kimliğin inşa edilmesine yardımcı olacakken etkin ve müdahaleci pozisyon almak istenmemiş, buna da çeşitli kılıflar uydurulmuştur. Şimdi seçimlerde de benzer bir yaklaşım kendini göstermektedir. Bu yaklaşımın kodlarını şu sözlerde okumak mümkündür: "Zaten (...) olacak, biz kendi işimize bakalım!" ya da "Zaten (...) işi bitti biz başka bir şeye bakalım!"
Bu noktada, edilgen yaklaşıma bir başka örnek daha şekillenmiştir. Örneğin seçimler bahsinde, "bizim bu alana ilişkin söyleyecek sözümü bulunmuyor, öyleyse bırakalım politik kavgayı başkaları versin, biz kendimizi koruyacak bir konumlanışı tercih edelim" sözlerinde ifadesini bulmuştur, bulmaktadır.
- İkinci yanlış, Türkiye'nin büyük kırılmalar yaşadığı bir döneme ilişkin tezler ileri sürmek, kendi bağımsız kimliğini inşa etmek gibi seçenekler ihmal edilerek, sosyalist hattın yalnızca bir kenar süsü olarak görülmesine neden olacak adımlar atılarak yapılmıştır.
Açıkça söylemekte herhangi bir beis görmüyorum:
Türkiye sosyalistleri, seçim tartışmasını daha birinci günden ittifak sorunu üzerine tartışarak, kendi ayağına kurşun sıkmıştır. Kendi bağımsız hattını inşa edecek yürekli politik adımlar atmak yerine, herhangi bir ittifakın aleyhine ya da lehine konuşarak işe başlamak güvensizliğin ya da apolitizmin objektif göstergesi olmuştur. Zira ittifak yapmak ya da yapmamak zaten kendi bağımsız gücüne ve hattına sahip bir öznenin karar vereceği iştir. Ve gerek koşullar üzerine adım atmadan başka tartışmaları gündeme sokmak zarar vericidir.
Bu başlıkta, İleri Haber'in sınavı başarıyla geçtiğini, seçim bahsinde bugüne kadar yazılanların neredeyse tamamının, bu bağımsız hattın farklı dinamikleri üzerine olduğunu teslim etmek gerekir.
Seçimlerde de yolumuzu siyaset açacak.
Örneğin, seçimler döneminde laiklik kavgasını yükseltecek miyiz, yükseltmeyecek miyiz? AKP'nin ve AKP rejiminin nasıl yıkılacağına ilişkin bir yol haritası sunacak mıyız, sunmayacak mıyız?
Kendi Türkiye özlemimizin ne olduğunu açıkça anlatabilecek miyiz, anlatmayacak mıyız?
Türkiye'nin emekçi halklarına gerçek bir kurtuluş reçetesi sunacak mıyız, sunmayacak mıyız?
Güvensizlik ve apolitizm yenilebilir mi, yenilemez mi?
Bu işi yapacak insanlarımız var mı, yok mu?
Meselemiz bu kadar basittir ve biz, bütün bu sorulara "evet" yanıtı verilebileceğini iddia ediyoruz.