Türkiye’nin 24 Haziran’a gittiği bir dönemde, seçim bahsinin sadece oy tercihi ve sandık iradesinden ibaret kalamayacağı açık olsa gerek.
Bir yanıyla 16 yıllık Saray iktidarının faşizmi kurumsallaştırma çabasının en keskin uğraklarından birindeyiz, bir yanıyla da 24 Haziran ve ertesindeki günlerin Türkiye halklarının faşizme direnişi açısından özel bir hazırlık süreci mahiyeti taşıması gerektiğinin farkındayız. Böyle olunca, 24 Haziran 24 Haziran’dan, seçim de seçimden ibaret kalamıyor haliyle. Dolayısıyla, 24 Haziran’a dair her tartışma ister istemez 24 Haziran sonrasındaki toplumsal mücadelenin ihtiyaçlarına, fırsatlarına, başlıklarına uzanıyor, uzanmak zorunda da.
Bu durumun daha açık ifadesi ise şu olabilir: Türkiye’de 24 Haziran’da Saray Rejimi’nin karşısına çıkmak ve onu yenilgiye uğratmak isteyen güçler, hazırlıklarını sandıkla sınırlamamalı, toplumun muhalif bir enerji biriktiren tüm alanlarında ve kesimlerinde 24 Haziran’ı aşan bir hazırlığı planlamalıdır.
Diğer kesimleri bir yana, ama Saray karşıtı cephenin sosyalist kesimi söz konusu olduğunda, bu hazırlığın öncelikle “muhalefetin kuruluşu”, Saray Rejimi’nin faşizme yönelen adımlarının durdurulması, geriletilmesi ve nihayetinde Saray’ın yenilmesi için yürütülecek zorlu mücadeleyi temsil edecek kitlesel bir sosyalist muhalefetin inşası anlamına geleceği söylenmeli.
Gerekçesi ise çok basit: Kim ne derse desin, kimler ne masallar anlatırsa anlatsın, Türkiye’de toplumsal bağları olan, geniş halk kesimlerini yönlendirecek ve temsil edecek bir sosyalist muhalefet yoktur.
Sosyalizm yıllar boyu kıskanılacak derecede kıymetli bir birikim oluşturmuş, ancak bu birikimi toplumsallaştıracak, onu halk kitlelerinin temsilciliğini üstlenmenin aracı haline getirecek dinamizmi sergileyememiştir. Sonuçta gelinen nokta, sosyalist hareketin çeşitli parçalarının topluma (hitap kitlesi ne kadarsa o kadarlık bir kesimine) sürekli seslendiği, sürekli konuştuğu, sürekli çağırdığı, ancak (hitap ettiği kitleden de küçük) bir kesimin ötesinde kimseleri harekete geçiremediği bir garipliktir.
Seçimler söz konusu olduğunda ise bu tablonun meyvesi daha da garipleşiyor. Bu düzenin seçimlerle değişmeyeceğini, yani ülkemizin nihai kurtuluşunun seçimlerle gerçekleşmeyeceğini söyleyenler, seçimlere tam da bu “kurtuluş” perspektifini dayatıyor.
Diğer bir deyişle, seçimlere, seçimlerin doğası gereği yapamayacağı bir beklenti atfederek, yani teraziye tartamayacağı bir sıklet yükleyerek, seçim sürecinin siyasal ve toplumsal dinamizminden kaçışın yolu açılmış oluyor.
Eğer bir totoloji değilse, basbayağı laf cambazlığı denebilecek türden bir yaklaşım aslında bu.
O halde şunu söyleyebiliriz: Saray Rejimi’nin ve onun Türkiye’de yarattığı tahribatın tümüyle ortadan kaldırılacağı, ülkenin nihai kurtuluşu anlamına gelecek kopuş, ne 24 Haziran seçimlerinin ne de Türkiye’deki seçim süreçlerinin yapabileceği şeydir.
Türkiye’nin seçimle kurtulmayacağı, kurtulamayacağı açıktır. Türkiye’de kurtuluş perspektifini seçime dayandıran herhangi bir sosyalist öbek de yoktur.
Ancak seçimlerin tek işlevi kurtuluş olamayacağına göre, sosyalistlerin, seçim gibi toplumsal duyarlılığın, politizasyonun, kitlesel beklentilerin yükseldiği uğraklara “kuruluş” perspektifinden yaklaşması mümkündür.
Eğer 24 Haziran bir kurtuluş olmayacaksa, Saray Rejimi’nin ülkemizde bıraktığı izlerin tümüyle silinmesi için daha zorlu bir mücadele gerekiyorsa; ayrıca eşitlik ve özgürlük temelinde yeni bir ülkenin yaratılması, yani sosyalizmin Türkiye’de kurulması perspektifi Saray Rejimi’nin temizlenmesinin de ötesinde yer alıyorsa, sosyalistlerin böylesi bir mücadele döneminin gereklerini karşılayacak hazırlığı planlaması gerekir.
İşte 24 Haziran’ın başlıca işlevi de bu mücadelenin kuruluşuna katkı koyacak bir toplumsal ve siyasal dinamizmin kazanılması, yaratılması, kitleselleştirilmesi olabilir.
Kısacası, 24 Haziran’a zaten taşıyamayacağı misyonlar yükleyip sonra da bilmiş edalarla burun kıvırmaktansa, 24 Haziran’ın yarattığı/yaratacağı fırsatlardan o daha büyük misyonların ve mücadelelerin hazırlığını yapmak için yararlanmak.
Seçimleri kurtuluş mantığıyla değil, kuruluş (sosyalist, kitlesel, devrimci bir muhalefetin kuruluşu) mantığıyla kavramak, incelemek ve görev çıkarmak.
Metin Çulhaoğlu’nun geçtiğimiz hafta yayınlanan bir yazısındaki sözlerini hatırlayalım: “Sosyalizm saflarında olup da devrimin seçimlerle geleceğini söyleyen, 24 Haziran’a da bu bağlamda anlam biçen kimse yoktur. 24 Haziran seçimlerine, Türkiye’nin “normal koşullara” dönmesine vesile olacak bir uğrak olarak değil, rejim karşıtı muhalefete özgüven kazandıracak, bu muhalefeti daha diri ve mücadeleci kılacak muhtemel sonuçları açısından bakmak çok daha yerinde olacaktır.”
Parlamento dışı muhalefet, sokak gücü, halkın siyasete katılımı gibi hedeflerde samimiysek, bunların başarılması da ancak ve sadece böylesi bir “kuruluş” mantığıyla mümkündür.
Hatta ve hatta, Türkiye’de bir tür “ikili iktidar” yaklaşımı geliştirilecekse, bu ikiliğin toplumsal ayakları, bu “kuruluş” süreçlerinin eseri olacaktır.