Hayatımdaki kaç seçimi anımsıyorum? Bilmiyorum, çok değil. Ama 7 Haziran'a giderken, AKP'ye isyan edenlerin bilincinin nasıl oluştuğunu unutmadım. 1 Kasım'ın öncesinde belleğimize yerleşen habis anıları silebileceğimizi ise zannetmiyorum.
Öyle alelade bir seçim evvelinde değiliz. Bizi ablukaya almış görüntüler var her yanda, siyahlı-beyazlı, en çok da kızıl. Kızılın hiç bu kadar gözümüze battığını ve tabutların donuk, tutarsız, çapaklı sarısıyla yan yana geldiğini ise hatırlamıyorum.
Çok ölümüz var. Kızıl, bu ölülerin hep bize ait olduğunun vesikası ve bunu suratımıza çarpmış denli uzaklaşıp toprağa gömülüyor.
Ve unutmuyorum: Bir suçlunun peşindeyiz!
Ölülerimizin fotoğraflarını sımsıkı tutuyoruz. Sadece siyah ve beyaz... bir tek, siyah-beyaz fotoğraftaki karanfile kıyamamışlar, o hâlâ kırmızı. Karanfilin kırmızısına kıyamayanların verdiği umutla yürüyoruz çok zamandır.
“Umudu üzmek” diye bir deyim varmış, umudunu yitirmek anlamında. Bu karanlık düzenin umudumuzu üzmek istemesine karşı direniyoruz...
*****
Ve şimdi yine bir seçimle karşı karşıyayız.
Hangi seçime böyle gidilmiştir, dünyada hangi zaman diliminde kaç kişi ölülerinin resimleriyle matem alayı gibi gezerek oy toplamıştır bilmiyorum. Bildiğimiz tek hakikat bizimkileri kimin öldürdüğü. Onun peşindeyiz ve hesap sorulacak onu biliyorum.
Bilen varsa anlatsın. Nerede bir seçim öncesinde afişler asılır her yere ve “cinayete ortak olma, katile değil öbürüne oy” ver diye akıl dağıtılır? Nerede mizah dergileri ölenleri çizer sayfalarında ve gülümsetmez... ağlatır?
Hangi coğrafyada seçim afişlerinin üzerinde,
“Ben Berkin Elvan, ekmek almaya gidiyordum öldürüldüm”,
“Ben Dilek Doğan, polise galoş giy dedim öldürüldüm”,
“Ben Cemile, öldürüldüm ve buzdolabına koydular kokmayayım diye”,
“Ben Metin Lokumcu, gaz bombası attılar öldürüldüm”,
“Ben Nuray Koçan, çantamda oyuncak vardı Suruç'ta öldürüldüm”,
“Ben Şevket Saban, kömür çıkarıyordum Soma'da öldürüldüm”,
“Ben Veysel, 9 yaşında elimde barış pankartı Ankara'da öldürüldüm” yazar?
Evet, hangi coğrafyada seçim afişleri bu kadar ağıt yakar? Nasıl olur da isimler unutulur ve akılda ekmek, galoş, buzdolabı, gaz bombası, oyuncak, kömür, pankart kalır bilmiyorum. Biz sadece Türkiye'yi kimler neden bu hale getirdi, insan komşusunun kapısına çarpı atar hale nasıl büründü onu biliyoruz. Biz bir günde üç cenazeye nasıl koşturduk ve bizi buna kim mecbur etti onu biliyoruz.
*****
Yani sözün kısası, bizimkiler bu sefer katili çok iyi tanıdı diye, o bir daha canilik yapmasın, suçlarının denkliğini ödesin diye seçime gidiyor, siz de bunu bilin.
Yani bir bütün halinde kalsın diye insanlığımız, savaş dursun Kürt ve Türk birlik olsun diye, “ne olacak bizden de bir diktatör çıksa” diyen yobaz hadlensin, hırsız çaldığından utansın, emek hakkını alsın ve toplumun her bir hücresinde kötülüğü örgütlemeye yeminli o saray yıkılsın diye direnip kavga ediyoruz... bunu da bilin.
Ve aman ve sakın! Seçimden hemen sonra; siyaset lafzıyla, devlet için, günü kurtarmak adına, sayınızın yetmediğini görüp yahut halk istiyor mazeretiyle suçluyu aklamayın.
“Ülkeyi hükümetsiz bırakamayız”, “istikrar olsun” mavralarıyla bir katilin ayağına kapanmayın. Sakın ola, meymenetsiz sırıtarak katliam savunan bir soysuzdan mağdur ve tövbekâr yaratmayın. Her bir foyası ortaya çıkmış, isyanın ve dayanışmanın sebebi olmuş bir diktatörü, bir karanlık partiyi perdelemeyin, paklamayın.
“AKP ile koalisyona mecburuz efendim ne yapalım” demeyin. AKP'yi yalnız bırakın ve yıkmaya cesaretiniz yoksa kenara çekilin. Halkın direnci o göz kamaştıran Saray'ı yerle yeksan edip yeni bir cumhuriyeti kuracak güce kavuşur.
Yas tutacağı zamanda eline çocuklarının, sevgililerinin, analarının fotoğraflarını alıp “katile oy verme” diye seçime hazırlanan onurlu insanların, “sen ben yok, katil diktatör var” diye birleşip eyleme geçen devrimci gençlerin davasına sahip çıkmak yerine, bizim en çok mimlediğimiz düşmanımızla hükümet olup... sakın bizim direngen insanlarımızı pişman etmeyin.
Yoksa sözümüz olsun siz de pişman olursunuz.