Seçimin üzerinden bir ay geçti. Kuşkusuz ki, seçim heyulası bizler için seçim akşamı sona ermedi. “Seçim heyulası” diyorum, çünkü siyasetin hayatın her alanına yayıldığı seçim süreçleri solcular için artık bir krize, hatta travmatik bir süreç haline gelmiştir. Toplumsal muhalefetteki gücünün yansımasını seçim sandıklarında hiçbir zaman bulamayan sol için, seçim süreci bir karabasana dönüşmüştür. Hiçbir yere kıpırdayamazsınız, nefes bile alamazsınız...
2015 yılında iki kere karabasanlara uyandık!
Neredeyse dört yıl boyunca bir daha seçim olmayacağı için sevinecek duruma geldik. Kabus gibi ama dört sene daha AKP ile beraberiz.
Görünen o ki restorasyon falan yok. Burjuvazi ve emperyalizmin stabiliteden vazgeçmesini de beklemiyorduk zaten.
Seçimleri önemsemeyebilirsiniz. Seçimlerin yeni bir ülkenin inşası için gerekli ya da yeterli olmadığını düşünebilirsiniz. Fakat, tartışılmayacak yan şu ki; Sol, seçim süreci dediğimiz siyasallıkta ringin dışında kalmaktadır. Seçime girilse de, boykot da edilse, bu süreçte siyasî arenada yer almak, bu alanı boş bırakmamak önemli.
Şu bir gerçek ki, seçim sürecinde boş bıraktığınız siyasî arenada seçim sonrası süreçte yeniden yer almak da zor. Hem de çok zor.
Her iki seçimde de solcular “gerekeni değil yapabileceğini tercih etmek durumunda” kaldı (ifade Metin Çulhaoğlu’na ait). Haziran seçiminde sol desteği de arkasına alan HDP’nin başarısı bir nebze de olsa yüzleri güldürdü ama Kasım seçimi tam bir soğuk duş etkisi yarattı. AKP’nin oylarını bu derece yükseltmesi umutları kırdı. Şimdi önemli olan dört sene sonra yapılacak olan seçimlere odaklanmak ve görünen o ki, bu süreçte yine öncelikli hedef “AKP’yi geriletmek” olacaktır. Peki ama nasıl?
Kuşkusuz bu süreçte Sol kendi içinde neler yapması gerektiğini, Haziran’ın yeniden nasıl toparlanabileceğini ve gerek günlük siyasette, gerekse de seçim gündeminde siyaset yapılabilecek alanların nasıl açılacağına dair tartışacaktır ve tartışmalıdır. Aksi durumda yeniden karabasanlara uyanacağımız aşikâr. Zaten tartışıyoruz da... (1)
Kanımca, son seçimle beraber tartışılması gereken mefhumlardan biri de “yerel siyaset”.
Seçimdeki yolsuzluklar, usülsüzlükler, yaratılan korku ortamı bir yana, AKP’nin seçimlerde tahakkümünü devam ettirebilmesinin nedenlerinden biri de yerelliklerde uyguladığı politikalar. Ulusal ölçekli bir yönetim paradigması üzerinden, kırsalda iki ayrı parametre üzerinden politika geliştiriliyor: Ulusal yönetim paradigması “sadaka ekonomisi” ise, yereldeki parametreler de kırsal nüfus ve yaşlı nüfus.
Günümüzde Türkiye nüfusunun dörtte biri köylerde yaşıyor. Kasabaları da buna eklersek bu oran üçte bire kadar çıkıyor. Tarımsal üretimi büyük sermayedarlara bağlama projesi sonucu, küçük üreticilerin sadece kırsal iktisadî etkinliklerle geçimlerini idame etmeleri neredeyse mümkün değil. Küçük ve orta üreticilere sağlanan kredilerin geri ödemesi ise çoğu zaman mümkün olmuyor. Köylü, kredi ve borç batağından kurtulamıyor. Dahası, kırdaki bir hanenin ayakta kalabilmesi için haneden en az birinin tarım dışı sektörlerde çalışması şart. Bunun sisteme en büyük dönüşü, ilave bir gelir olarak görülen tarım dışı ekonomik etkinliklerde çalışan kişilerin asgari ücreti, yani en azı rahatlıkla kabul etmesi. Sosyal yardımlar da tamamlayıcı bir rol oynayarak sadaka ekonomisi paradigması içinde kırsal nüfusun AKP etki alanından çıkamaması sonucunu doğuruyor.
Yapısal olarak sürekli kriz durumunda olan kırsal ekonomilerde tarımsal etkinliklerle iktisadî bekaasını sağlayamayan bir hanenin herhangi bir üyesinin, en yakın kentteki ya da kasabadaki tarım dışı etkinliklerde, yani bir fabrikada, çoğunlukla organize sanayi bölgelerinde asgari ücretle bir iş bulabilmesi için de bazı “ilişkilere” ihtiyacı oluyor. On üç senelik iktidar sürecinde çeşitli kademelerde kemikleşen kadrolar göz önüne alındığı zaman bu ilişkilerin AKP güdümünde olduğu sır değil. Bu ilişkilerin siyasî etkisini azımsamamak lazım.
Sadece iş ararken değil, köylerin bir takım hizmetlere erişimi için de bu ilişki ağına başvurmaları, yakınlaşmaları gerekir. Bu durum kırsalda o derece etkindir ki, örneğin Sivas’ın Alevi bir köyünde, köyün muhtarı köy yolunun yapılabilmesi için bir resmî görevliye, köyünden AKP’ye belli sayıda oy çıkacağı sözünü verebilecek duruma gelmiştir. Mesleği gereği şimdiye değin Anadolu’da ikiyüze yakın köyde çalışma yapan bu satırların yazarı bu ve buna benzer bir çok örnekle karşılaşmıştır. Alevi bir köyde bile böyle bir şey olabiliyorsa, varın gerisini siz düşünün!
Kısmen kırsal bölgelerde etkili olan bir başka faktör de “yaşlılık aylığı” adı altındaki “muhtaç durumda” olan 65 yaş ve üstü yurttaşlara verilen aylık yardımın, özellikle köylerde yaşayan yaşlıların neredeyse tamamına yakının “muhtaç durumda” olduğu göz önünde bulundurulursa ne derece etkili bir uygulama olduğu malumunuz. Elbette ki, din istismarıyla zaten kırsal nüfusa yakınlaşmasını çok iyi bilenler, yaşlı aylığı uygulamasını da istismar etmekte boş geçmiyorlar.
Yaşlı aylığı dışında sadaka ekonomisinin en önemli ayakları olan erzak ve yakacak yardımı ile birlikte, iktidarın toplumun hassas noktalarına müdahale etmekteki ustalığı bilinen bir gerçek.
Kırsal ve yaşlı nüfus, ki bu ikisi çoğu zaman örtüşen siyasal alanlara tekabül ediyor, AKP’nin tek başına at koşturduğu alanlar. Tek başına koşturduğu bu alanı, AKP kendi çıkarları doğrultusunda çok güzel düzenledi: Muhtarları idarî olarak güçlendirdi ve dahası dolaysız olarak Saray’a bağladı. Sosyal medyada eğlence vesilesi olabilir, ama yerelliklerde muhtarlık kurumu hem giderek güçleniyor, hem de AKP ve Saray’a daha da bağlanıyor.
AKP bu alanda tek başına at koşturuyor, çünkü doğal olarak kent kökenli dinamiklere yaslanan Sol’un siyasî faaliyet yürütmediği bir alan. Bunun yanı sıra, üretim sürecinde yer almayan yaşlı nüfus da Sol’un siyaset menzilinin dışında kalıyor. Fakat, AKP iktidarı bu iki alanda rahatlıkla at koşturabildiği ölçüde oyların bir kısmını garantiye alarak seçimlere girmiş oluyor.
Önümüzdeki süreçte, en azından bir dahaki seçime kadar “kırsal ve yaşlı nüfus” alanları da Sol’un siyasî tartışmalarının odağına çeperden de olsa girebilmeli. Mücadele dinamiğini büyük ölçüde yerelliklerden çıkaran Haziran, bu olguları dikkatlice ele almalı ve muhtarları Saray’dan çıkarıp, olmaları gereken yere, mahallelere, parklara, meydanlara geri çağırmalı, yandaş muhtarların bu yüzünü açık etmeli, olabildiği ölçüde yerelliklerde kendi muhtar adaylarını çıkarmalıdır.
(1) Yaklaşık beş aydır, kişisel ve siyasî nedenlerden ötürü bu köşe boş kalmıştı. Bu yazı, seçim sonrası yapılan tartışmalara mütevazı bir katkı sunmayı hedeflemenin de ötesinde, bu satırların yazarının siyasî iradesiyle de bu dinamik içinde yer almaya kararlığının bir göstergesi olarak da algılanabilir.
Yeni bir başlangıç yapabilmek için seçimlere dair bir kaç söz söylemeden başlamak olmazdı. Seçimlerle ilgili ikinci yazı da “Kürt Hareketi” ve seçimler ile ilgili olacak. Sonrasında, çoğunlukla Bosna, eski Yugoslavya ve Balkanlar, zaman zaman Doğu Avrupa, nadiren gündeme dair yazılarla yeniden İleri Haber okurlarıyla her hafta Pazartesi günü bir arada olacağız.