10 Ağustos 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın %9,76 oranında oy alması, Kürt Hareketi’nin bir sonraki seçimde “Türk Solu”ndan da oy alabilmek, ya da Türk Solu’ndan daha fazla oy alabilmek için uğraş vereceğinin işaretiydi. Öyle de yaptı. Başarılı da oldu.
Bu başarının en önemli ayağı Kürt Hareketi’nin Türkiye Siyaseti’nde yola HDP ile devam etme kararıydı. HDP birden bire, aniden ortaya çıkan bir parti değil. Arkasında yılların olgunlaştırdığı bir “Türkiyelileşme” programı var. Önceleri Kürt Hareketi’nin Türkiye siyasetinde meşrulaşma vasıtası olan “Türk Solu”nun sadece meşrulaşmadan da daha fazla bir anlam ifade ettiği Haziran’la birlikte ortaya çıktı.
Haziran Ayaklanması’na ilk başta mesafeli duran Kürt Hareketi ilerleyen süreçte Haziran’ın toplumsal siyasetteki gücünün yabana atılır olmadığını görmüştür. HDP’nin oluşumunda bu sürecin etkisi büyüktür.
Fakat, kuşkusuz Kürt Hareketi’ni sola yaklaştıran en önemli dinamik Haziran’ın toplumsal etkisinden ziyade, AKP’nin Kürt Hareketi’yle arasına gittikçe derinleşen bir mesafe koyması olmuştur. AKP’nin Kobane Direnişi’ne karşı olan tavrının, AKP ve Kürt Hareketi’nin “Kürt Açılımı”nda cisimleşen yakınlaşma çabalarının sonunu getirdiğini söylemek yanlış olmaz sanırım.
Bu konjonktürde, HDP’nin yüzünü Türk Solu’na dönmesi gayet anlaşılabilir bir durum. HDP’nin yapması gereken, Haziran hareketiyle masaya oturmaktı, fakat buna bile ihtiyaç kalmadı: Haziran bileşenleri, Haziran’a umut bağlayanlar, “emaneten” de olsa oylarını HDP’ye vermekten imtina etmediler.
Haziran’ın bir türlü siyasî olgunluğa erişememesi, dahası Haziran’ın en önemli bileşenlerinden TKP’nin yaşadığı ayrışma solun beşinci bir siyasî özne olarak seçim siyasetinde yer almasının önünde en büyük engel oldu. Siyasette özne haline gelemeyen Birleşik Haziran Hareketi’nin kayıtsız şartsız kendini HDP’ye teslim ettiğini söylememizde bir sakınca yoktur sanıyorum.
HDP Haziran kitlesini kendisine çekebilmek için sol söyleme, sınıfsal bir siyasete bile gereksinim duymadı. HDP’ye oy verenlerin büyük çoğunluğunun kent yoksulları, mevsimlik işçiler, topraksız köylüler, gündelik işçiler olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu nesnel durum HDP’nin bir sınıf partisi olduğu anlamına kesinlikle gelmiyor. HDP siyaseti hem söylemsel, hem de ideolojik düzlemde “sınıfsal” bir program değil. HDP’yi Kürt kimliğinden sıyırıp “Türkiyelileşmiş” bir özne olarak kabul etmeye meyletsek bile, HDP’nin siyasî bağlamını en fazla “çoğulculukla” harmanlanan “radikal demokrat” bir çizgide tanımlayabiliriz. Radikal demokrasi sınıfsal bir zemini olmayan, sermayenin de içinde yer aldığı “demokratik toplum” talebinin ideolojik tahayyülünden başka bir şey değil. (Burada “tahayyül ifadesini bilerek kullandım. “Çoğulculuk”, “radikal demokrasi” gibi kavramların yanına daha çok yakışıyor.)
Solu cezbeden, kayıtsız şartsız HDP’ye oy vermeye meylettiren saik ise “çoğulculuk” veya “radikal demokrasi”den ziyade AKP’yi geriletebilme ihtimalinin ortaya çıkması, dahası TİP’ten bu yana ilk defa parlamentoda solun –bir şekilde- temsil edilebilmesi... Fakat, Sol HDP’nin çoğulcu şemsiyesi altında siyasi bir özne olamadı. Olsa olsa kültürel bir nesne olabildi.
Haziran seçimi öncesini çok iyi okuyan, Kobane’yle birlikte AKP’den iyice kopan dindar Kürtleri, laik Türkleri, hatta Çerkezleri, Ermenileri çoğulcu şemsiyesi altında toparlamakta başarılı olan Kürt Hareketi, seçim sonrasını seçim öncesi kadar iyi okuyamadı.
Burada kuşkusuz en büyük handikap PKK’nin AKP’nin savaş çağrısına olumlu yanıt vermesidir. Bunu artık hepimiz teslim ediyoruz.
Silahların susması, Kürt coğrafyası için çok şey ifade ediyor. Hayvan sürülerinin yeniden yaylalara çıkması, arı kovanlarının yeniden dağ çiçeklerinden bal yapması, elde edilen ürünlerin farklı kentlerde ve bölgelerde pazara sürülmesi, dahası azalan askeri kontroller... Silahların susması Kürtler için çok şey ifade ediyor. Kürtler, silahların yeniden ateş kusmaya başlamasının nedeni olarak kesinlikle AKP’yi görüyorlar. Savaşın, kanın nedenini biliyorlar ama nedeni ne olursa olsun artık daha fazla kan istemiyorlar. HDP’nin Kasım seçiminde oylarını düşürmesinin bir nedeni de bu zaten. Kürtler HDP’den çektikleri oyları AKP’ye vermedi. Haziran’da HDP’ye oy verip, Kasım’da yeniden AKP’yi tercih eden Kürt muhafazakarları sadece marjinal bir grubu oluşturuyor.
Şurası çok açık: Bir çok Kürt kentinde açılan hendekler, sembolik olarak Kürtlerle AKP arasında açılmıştır. AKP Kürt hareketini hendeğin öte tarafında tutmaya çalışıyor. Kandil de AKP’nin tuzağına düşmüş durumda. Kürt siyasetinde önümüzdeki günler çok değişkenli bir sarmala girecek gibi. Hatta girdi bile. Bir yandan siyasî konjonktürü okumakta zorlanan ve AKP’nin tuzağına kolaylıkla düşen Kandil, bir yandan her şeye rağmen Türkiyelileşmekten vazgeçmek istemeyen HDP, öte yandan asker-polis, Hizbullah, IŞİD. Bir de bunun sınırötesi var: Barzani, NATO, Rusya...
İdeolojik belirsizlikte idare etmesi çok güç denklemler.
Peki bu fotoğrafta “Türk Solu” nerede? Haziran ile ayağa kalkan, kitle ile bir şekilde buluşan Türk Solu HDP çeperine girmekle kendisini eritmekle kalmadı, Haziran’ı da sönümlendirmekte ciddi bir başarı kaydetti. Geçen haftaki yazıda da belirtildiği gibi, ülkenin en çok siyasallaştığı seçim atmosferinde siyasî özne olarak yer alamamanın bedelini, seçim sonrasında da siyasete müdahalede yetersiz kalarak ödüyoruz.
Haziran ve bileşenleri bu gerçeklikle yüzleşecektir ve yüzleşiyor da. Fakat, rehavete kapılmamalı. Hayatın her alanında AKP saldırısı devam ediyor ve bu saldırıya karşı AKP’nin geriletilmesi için mücadele edilmeli.
Siyaset alanlarının belirlenmesi, yeni stratejilerin geliştirilmesi, yeni mücadele yöntemlerinin geliştirilmesinden önce, sanırım ilk olarak yapılması gereken şey son seçim sürecinin muhasebesi olmalıdır. Kürt Hareketi ile ilişkinin tanımlanması, hatta belki de Kürt Hareketi’nin tanımlanması önümüzde en önemli ve acil olarak çözümlenmesi gereken sorunlar olarak duruyor. Yoksa “çoğulcu” projenin renli bir parçası olmaktan öteye gidemeyiz.