Sınıf ve siyaset: Duygu deneyimi
Sınıf bilinçlendikçe hareket etmeyip hareket ettikçe bilinçleniyorsa, belirgin bir sınıf öfkesi geniş emekçi kitlelerini harekete geçirmekte bir itiş gücü sağlayabilir. Bu da sınıf bilincinin ve siyasetinin üzerine inşa edileceği gerçek bir zemin sunabilir.
Bir toplumda sınıf ilişkileri ve mücadelelerinin mekanının neresi olduğu, bu tür karşı karşıya gelişlerin toplum yapısı içerisinde nereye yerleştirileceği çoğu zaman tartışma konusu olmuştur. Marksist sınıf anlayışı açısından ise sınıf mücadelesini bu şekilde yalıtmak, kompartımanlaştırmak pek o kadar kolay değildir.
Sınıf mücadelesi, toplum denilen bütünlüğün her katmanına ve bölmesine, öyle ya da böyle, içkinleşmiş bir yapısal ilişkidir. Bu anlamda, toplumsal yapı içerisinde sınıf mücadelesinin biçimlerinin ve etkilerinin yer etmediği, kendisini açık ya da örtük hissettirmediği izole bölmeler yoktur. Sınıf mücadelesi, Aristotelesçi bir kavram kullanırsak, toplumla “eş kaplamlı”dır.
O halde, toplumsal formasyon düzeyinde ve ölçeğinde yürütülen bir soruşturmada, sınıf ilişkileri ve mücadeleleri, ekonomik ve siyasal boyutlarının yanı sıra, bir toplumsal yapıda varolan farklı etkinlik düzeylerinin tümüne yayılmış ve içkinleşmiş bir olgu olarak anlaşılmalıdır.
Bu anlamda, sınıf mücadeleleri ekonomik, siyasal, hukuksal, etik, estetik, kültürel boyutlar taşıyan; kendisini tüm bu farklı toplumsal etkinlik alanlarında yeniden üreten; açık ya da örtük, sert ya da ılımlı, kökten ya da tedrici olarak toplumsal alanın tümüne yayılan bir içerik ve nitelik taşır.
Demek ki, sınıf ilişkileri ve sınıf mücadeleleri, bu arada sınıf siyaseti, sınıf kültürü, sınıf ahlakı gibi özel oluşumlar bir kerede oluşturulup haritaya yerleştirilmiş raptiyeler değil, sürekli yeniden üretilen, gündelik yaşamda deneyimlenen, belirgin siyasal, ideolojik, ahlaki ve kültürel kodlarla dile getirilen hayli karmaşık ve katmanlı bir olgudur.
Bu karmaşık bütünlüğün içerisinde kimi parçaların daha başat ya da belirleyici olması diğer parçaların yok sayılmasına mazeret oluşturmaz. Örneğin, Marksist sınıf çözümlemesi açısından üretim süreci içerisinde, üretim araçlarının mülkiyeti ekseninde farklılaşmış olan nesnel toplumsal konumlar başat bir rol oynamaktadır. Ancak sınıf ilişkileri, aynı zamanda, siyasette, hukukta, etikte, kültürde ve toplumsal yaşamın tüm hücrelerinde yeniden üretilen ve deneyimlenen bir yaygınlık taşımaktadır.
Hatta, sözcükleri biraz zorlarsak, sınıf ilişkilerinin ve mücadelelerinin “duygusal” deneyimlere bile yayıldığını dahi söyleyebiliriz.
Konu sınıf mücadeleleri olunca, “duygusal” sözcüğü kulağa biraz garip geliyor olabilir. O nedenle, istenirse, söz konusu durumu anlatmak için İngiliz Marksist tarihçi E. P. Thompson’ın “politika-altı” kavramını da kullanabiliriz.
Thompson’a göre üretim süreci içerisindeki nesnel konum, sınıf oluşumunun başlangıç noktasıdır. Burası, Marx’ın terimleriyle söylersek, “kendinde sınıf” uğrağıdır. İşte “kendinde sınıf” uğrağından “kendisi için sınıf” uğrağına seyreden gelişim de sınıf oluşumu süreci olarak adlandırılır. Bir başka ifadeyle, tarif edilen süreç toplumsal bir özne olan sınıfın siyasal bir özne haline gelmesidir.
Ancak Thompson için sınıf oluşumu, doğrusal ve kesintisiz ilerleme, içeriğini salt siyasal bilincin oluşturduğu ve başka hiçbir unsuru barındırmayan bir homojenleşme anlamını taşımaz. Sınıf oluşumu, aynı zamanda, toplumsal yaşamın tüm alanlarında deneyimlenen, bu haliyle sınıfın gündelik varoluşundan da beslenen bir süreçtir. Dolayısıyla Thompson, sınıf oluşumundan söz ettiğinde, siyasal bilincin yanı sıra kültürel, etik, estetik ve benzeri deneyimlerin de göreli bir paya sahip olduğunu ileri sürer.
Kuşkusuz Thompson’un modeli kusursuz değildir. Öncelikle, siyasal bilincin diğer deneyim türleri karşısındaki statüsü Thompson’da belirgin değildir. Ayrıca, bu modelde, siyaset alanındaki aktörlerin ve bu arada örgütlü öncü iradenin sınıf oluşumuna müdahaleleri, bu müdahalelerin etkileri de pek dikkate alınmaz. Yine de, gerekli kayıtları düştükten sonra, Thompson’ın işaret ettiği içeriği dikkate almakta bir sakınca olduğu söylenemez.
O halde, sınıf oluşumu, siyasal bilincin yanı sıra, çok çeşitli ahlaki, kültürel, etik kodları da barındıran karmaşık ve katmanlı bir süreçtir diyebiliriz. Burada, artık, sınıfın siyasal tercihleri ve yönelimleriyle birlikte, kültürel durumu, ahlaki tutum alışı, estetik beğenisi gibi unsurlar da önemli birer veri kaynağı olurlar.
Tüm bu verilerden sınıf bilincini ve siyasetini ikame edecek, hatta onu gereksizleştirecek bir içerik çıkacağını söylemiyorum elbette. Sadece sınıfa yönelen iradenin ne tür bir tarz ve içerikle karşılaşacağını, hangi somut koşullarla baş etmek zorunda kalacağını anlatmaya çalışıyorum.
Zira sınıf, siyasal bilincin yanı sıra “duygusal” bir deneyimi de ifade etmekte, bize “politika-altı” bir dille de seslenmektedir.
Çünkü sınıf, sadece bir kavram ya da kategori değil, aynı zamanda gerçek bir toplumsal ilişkidir. Sınıf kavramıyla dile getirilen toplumsal ilişki, gündelik yaşamda keder ya da sevinç, açlık ya da gurur, istek ya da öfke gibi somut gerçeklikler olarak deneyimlenir.
Artık bir “sınıfkırıma” dönüşen iş cinayetlerinin ardından geride kalan işçilerin gözlerine yansıyan bu korkuyla çevrelenmiş öfke de böyle bir deneyimin tezahürüdür. Bu öfkenin paylaşılıp kolektif bir ruh haline dönüşmesi, kesinlik vaat etmese de denenmesi gereken bir olasılıktır. Dahası, sınıf bilinçlendikçe hareket etmeyip hareket ettikçe bilinçleniyorsa, belirgin bir sınıf öfkesi geniş emekçi kitlelerini harekete geçirmekte bir itiş gücü sağlayabilir. Bu da sınıf bilincinin ve siyasetinin üzerine inşa edileceği gerçek bir zemin sunabilir.
Ne bu öfkeye bel bağlanmalıdır kuşkusuz ne de bu öfke kıymetsiz sayılmalıdır. Öfkesiz kalmamak, ama öfkeden ibaret de kalmamaktır yani gereken.
Öfke siyasetle, duygu bilinçle buluşturulmalıdır.