Siyasetin itildiği hendek ve çıkış yolu...

Taşların yerine oturtulması, önceden de tartışılan fakat duman, barut, şarapnel ve algı operasyonları yüzünden netliğini yitiren kimi başlıkların yeniden gündeme getirilmesi, tavrın netleşmesi gerekiyor.

Başlarken şunu söyleyelim: “Hendek” kelimesini merkeze koyan tartışmalar Kürt coğrafyasında süren savaşın ve katliamların gerçek nedenini açıklamaya ve çözümü bulmaya yetmiyor. Sol hareketin siyasetin gündemini belirleyemediği her durumda yalnızca bir kavramın, örneğin “hendek”in tüm siyaset alanında cirit attığına tanık oluyoruz. Şimdi Türkiye'nin birçok ilinde, “devlet güçleri Kürt coğrafyasına neden saldırıyor, okullar karakol oluyor, çocuklar ölüyor” diye milyonlarca kişiye sorsanız; “oraya hendek mi ne açmışlar, asker ve polis de kapatmaya çalışıyor bence” diyeceklerdir. Bu tutum, “farkında olmamak” veya “duyarsızlık”tan öte bir sığ politik tavır olarak görülmelidir. Yılların Kürt sorunu bir kavrama sıkıştırılmış ve siyasal akıl yitimi insan duyarlılığını da devre dışı bırakmıştır.

Yani toplumun siyaseten körleşmesinin müthiş bir örneğini daha yaşıyoruz... Birileri yarın hemen hendekleri toprakla doldursa tüm tartışmaların, arayışların, sorunların bitmeyeceği de ortadadır.

*****

Şimdi biz bu tabloya bakınca, meseleyi bazı hatırlatmalar ve tespitler doğrultusunda açıklığa kavuşturma ve sadeleştirme ihtiyacı olduğunu da anlıyoruz.

Ve ilk sorumuz şudur: Bugün Kürt siyasallaşması “Türkiyeli” midir? Ya da Türkiye'nin batısı neden sessiz?

Savaş yeni başlamadı ancak gerçek olan ve önemli farkı tekrar edelim: Kürt sorunu açısından yakın tarihimizin iki kritik evresini (90'ların ilk yarısı ve son birkaç yıl) karşılaştırdığımızda şunu söyleyebiliyoruz: 90'larda Kürt yoksulların mücadelesi her ne kadar “bağımsız Kürdistan” hedefini dile getirmiş olsa da esasta “devletleşme” değil “kimlik kazanma” mücadelesidir. Bugün için Kürt siyaseti açısından asal olan ise devletleşme aşamasının tamamlanmasıdır. “Devletleşme”den kasıt şüphesiz ki mutlak ve hemen ayrılma değil, uluslararası statü ve yerel otorite kazanımı için mücadeledir.

Dolayısıyla bugün Kürt siyasallaşmasının rengi 90'lı yıllara nazaran daha fazla “Kürdistani”dir. Diğer bir deyişle, bu hareketin Türkiye'nin bütününe dönük çözüm üretme yetisi son 15 yılda giderek azalmıştır. Bununla birlikte, Kürt hareketinin (belki anlaşılır nedenlerle) tüm gelişmelere Kürt halkının çıkarlarını önceleyerek yaklaşması, diğer toplumsal kesimlerin güncel talepleriyle olan mesafenin artmasına da yol açmıştır.

Örneğin, emperyalizmin bölgeye dönük saldırgan politikaları Kürtler tarafından bir fırsata dönüştürülmüştür fakat Türkiye işçi sınıfının çıkarları açısından aynı saptama yapılabilir durumda değildir. Yahut AKP'nin kendi rejimini inşa etmeye başladığı dönem Cumhuriyet'in ilerici değerlerine de saldırması, Cumhuriyet rejiminin statükocu ve sağcı unsurlarıyla birlikte modern ve ilerici dinamiklerini de baskılaması veya toplumun İslami biçimde dönüştürülmesi Kürt hareketi açısından bir mücadele konusu olarak görülmemiş, ortaya çıkan boşluklara (fırsatlara) odaklanılmış ve Kürt uluslaşma süreci ileri sıçratılmıştır. Ancak yine tekrar edersek, bu gelişmelerin Türkiye halkının bütünü açısından pozitif sonuçlar yarattığı söylenemez.

Tamam, pozitif sonuçlar yaratmak zorunda da değildir lakin bu somut durum, Türkiye ilerici-sol hareketi ile Kürt hareketi arasındaki gündem-çıkar ortaklığını da büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Aksi yöndeki tüm gelişmelerin, yani Kürt hareketi ve Türkiye'nin batısındaki muhalefetin yan yana geldiği tüm örneklerin birleştirici unsuru “Türkiye'de ve bölgede AKP ve gericilik karşıtlığı”dır. Belirgin iki örnek Kobane Direnişi ve 7 Haziran seçimleridir. İkisinin de birleştirici özelliği AKP (IŞİD) karşıtlığında gösterilen netlikten kaynaklanmıştır. İşte tam da bu nedenle bugün Türk-Kürt kardeşliğinin ve emekçilerin birlikte mücadelesinin yegane koşulu AKP gericiliğine karşı durmaktır. Dahası, “Kürt siyasetinin Türkiyelileşmesi”nin yolu da AKP rejimine karşı mücadelede ortaklaşmaktan geçmektedir.

Tüm bu söylediklerimiz Kürt siyasal hareketine dönük bir eleştiriden ziyade durum tespiti olarak görülmeli ve Kürt siyasallaşmasının kendi ulusal gündemine sıkıştığı her durumda Türkiye'nin batısının mücadelesine ve politik algısına dışsal kaldığı anlaşılmalıdır. “Türkiye'nin batısı neden sessiz” sorusunun cevabının bir kısmı “batıdaki örgütsüzlük” ise diğer kısmı bu dışsallıkta aranmalıdır.

Öte yandan, Kürt halkının kendi geleceği için söz sahibi olma arayışı sosyalistler açısından bir eleştirinin veya karşıtlığın konusu olamaz. Sosyalist hareketimiz, bu arayışın ezilen sınıfların çıkarlarına uygun biçimde yol almasını sağlayacak bir siyasal müdahalenin (geliştirici katkının) örgütlenmesinden sorumludur. Kürt hareketi, bu doğrultuya uygun koşullar sağlandığında bir “ittifak” unsuru olarak görülmelidir.

*****

Güncel olan ikinci soru ise şudur: Savaşın nedeni hendekler midir?

Hayır. Daha önce de yazıldı ve söylendi. Bölgede yaşanan savaş bir yerel-bölgesel otorite arayışının sonucudur. Ölçeklerde farklılık söz konusu olsa da otorite arayışı iki taraf için de geçerlidir. Tartışmasız olan ise, savaşın şiddetinin ve katliamların asıl sorumlusunun AKP iktidarı olduğu ve AKP rejiminin saldırganlığına karşı Kürt yoksulların direnişinin meşruluğudur.

Hatırlayalım; bölgede Sünni-şeriatçı gericiliğin önemli bir temsilcisi olan AKP, egemenlik alanını genişletmeye çalışmış, Suriye'yi gözüne kestirmiş fakat başarıya ulaşamamıştır. Kürtlerin Suriye'de inisiyatif, bölgede prestij kazanmaları politik dengeleri değiştirmiş ve AKP bir yandan emperyalizme daha bağımlı hale gelirken diğer yandan Kürtlerin statü arayışını durdurmaya, daha doğrusu kontrol altına almaya çalışmış, Türkçü-İslamcı senteze yeniden başvurarak katliam ve imhaya yönelmiştir. Özetle, savaşın kaynağında AKP iktidarının dışardaki yenilgisi ve buna karşın içerde üstünlüğünü koruyarak kendini güvenceye alma ve dışarısı için yeniden koz biriktirme isteği vardır...

Hendekler mi? Açık ki başlangıçta sadece polis araçlarının ilerleyişini durdurmak amacıyla bir savunma yöntemi olarak ortaya çıktı. Geldiğimiz noktada ise sembolik öneminin artması dolayısıyla Kürt hareketi açısından bir açmaza, devlet açısından da katliam bahanesine dönüştü. Kürt hareketi hendeklerin tartışılması nedeniyle asıl olarak önemsediği “özerklik”, “özyönetim” başlıklarını öne çıkaramıyor. Ancak PKK şimdi kalkıp, “aslında mesele hendek değildi, hadi kapatalım ve özyönetimi tartışalım” dediği durumda da karşı taraf kendi zaferini ilan edecektir. Yani Kürt sorunu hendeğe sıkışmış ve henüz kurtulamamıştır.

*****

Tüm bunlara ek olarak; iki noktayı daha vurgulayalım ve “hakiki” tartışma konusu olan “özerklik-özyönetim” başlıklarına dair değerlendirmemizi ise sonraki yazılara bırakalım.

Birincisi, hangi biçim, meşruiyet ve niyetle tanımlanırsa tanımlansın, Kürt coğrafyasında süren savaşın Türkiye emekçilerinin birliğine ve halkların kardeşliğine zarar verdiği bir veridir. Savaş bitirilmelidir ancak bize göre gerçek çözüm bir yolunu bulup AKP ile masaya oturmak değildir. Aksine, çıkış yolu; AKP zalimliğine karşı kavgayı Türk ve Kürt emekçilerin çıkar ortaklığını gözeterek ve tüm toplum tarafından kabul edilebilir mücadele yöntemlerine başvurarak Türkiye sathına yaymaktır. Bu bağlamda örneğin, “başkanlık” ve “yeni anayasa” tartışmaları bir pazarlığın değil mücadelenin konusu haline getirilmelidir.

İkincisi, AKP rejimine karşı mücadelenin Kürt halkının “ulusal” taleplerine indirgenemeyeceği açıktır. Kürtlerin mücadelesiyle toplumun diğer kesimleri arasında geliştirici ilişkilerin kurulması ve AKP rejimini yıkacak siyasal gücün oluşturulması için; iktidarın baskıcı, gerici, emekçi ve halk düşmanı karakterine ve rejimin uluslararası müttefiklerine karşı Türkiye’nin her yerinde aktif bir mücadelenin örgütlenmesi, halkın direniş ve dayanışma gücünün artırılması hedefiyle hareket edilmelidirBununla birlikte, eşitlik ve özgürlüğün bu topraklara nasıl hakim olacağı, halkların devlet yönetiminde temsiliyetinin nasıl sağlanacağı gibi başlıkların tartışılması da kuşkusuz gerekli ve önemlidir.

Son olarak, Türk-Kürt emekçilerin ortak mücadelesinin Türkiye’nin ve bölgemizin barış ve kardeşlikle örülecek geleceğinin biricik teminatı olduğu gerçeği... hiç değilse komünistlerin aklından çıkmamalıdır.