Sizi yıkmadan ölmeyeceğiz!

Dün BirGün’ün 12. yılına özel çıkarılan ekte Belit Özükan, birkaç kamu spotunu inceleyerek iktidarın bizlere dayattığı yaşam tarzını ve bunu nasıl dile döktüğünü örneklerle anlatıyordu.

Hemen ardından ise, Akkuyu’da temeli atılan ve ülkemiz açısından büyük bir felakete dönüşmesi riski taşıyan nükleer santrali protesto edenlere müdahale haberleri geldi.

Önce Belit’in yazısını okuyup, sonra da nükleer santral haberini duyunca yıllar öncesinden bir başka olayı anımsadım.

***

Yıl 1987; Çernobil patlamasının hemen ertesi. Ben o tarihte ilkokul öğrencisiyim ve her hafta okula gelen Fiskobirlik kamyonlarından ücretsiz olarak dağıtılan fındıkların da müptelasıyım. Ve bir yandan ilkokul çocuklarına kamyon kamyon fındık dağıtılırken, bir yandan da devletin televizyonunda fındık yemenin ne kadar faydalı olduğunu anlatan kamu spotları yayınlanıyor.

Çok uzun yıllar sonra, bir yüksek lisans dersine hazırladığım ödev için Çernobil bahsine geri dönüyorum. Ve öğreniyorum ki, vaktinde bizlere dağıtılan o fındıklar, esasında radyoaktif etki nedeniyle Avrupa Topluluğu’nun ambargo koyduğu fındıklarmış. Yani bizim devlet, kimsenin satın almadığı ve elinde kalan radyasyonlu fındıkları imha etmek yerine, çocuklara, bizlere yedirmiş.

Biraz da bunun hıncıyla, o dönem Özal kabinesinde Sanayi Bakanı olan ve çayda radyasyon olmadığını kanıtlamak için kameralar önünde çay içip şov yapan Cahit Aral’ı bulmaya ve röportaj yapmaya çalışıyorum. Aradığım şey röportaj mı hesaplaşma mı, ayırt edemiyorum; zaten talebim de reddediliyor. Bir süre sonra Aral’ınöldüğünü (ölüm nedeninin kanser olduğu iddialarıyla birlikte) duyuyorum.

Çocukluğumdan yetişkinliğe, Fiskobirlik kamyonları, fındıklar, Cahit Aral’ın çay içtiği sahne, Özal’ın “az radyasyon kemiklere iyi gelir” sözleri ve TRT’de izlediğim fındık yemenin faydalarını anlatan kamu spotundan oluşan bir anı yumağını taşıyorum.

***

Anıları geçelim. Ortadaki mesele benim kişisel deneyimlerinden ya da bir başkasının yaşantılarından çok daha ötesine uzanır. Bir kuşağın, bir coğrafyanın, bir halkın sermaye iktidarı tarafından nasıl zehirlendiği, kimsenin bireysel hayatına sığdırılamaz.

Akkuyu’da inşasına başlanan nükleer santral de bu yüzden önem kazanıyor. Çünkü tehlike, yeni bir kuşağın daha zehirlenmesidir. Bu toprakların, bu halkın bir kez daha ölüme mahkum edilmesidir.

Ve biliyoruz ki, geçmişte olduğu gibi bundan sonra da bir dakika dahi tereddüt etmeyecekler. Bölük bölük, kısım kısım ölüme gönderecekler bu ülkenin insanını.

Bugünlerde televizyonlarda gözümüze sokulan kamu spotları, işte bu cinayetin güzellemesidir.

Ekranlarda boy gösteren kamu spotları, halk düşmanlığının cisimleşmiş halidir.

Çünkü bütün riskleri belliyken ve geçmişte yaşananların ardından bizleri nasıl zehirledikleri bilinirken, devletin itibarı zedelenmesin diye, itibardan tasarruf olmaz diye, iktidarımıza zeval gelmesin diye, yandaş müteahhite ihale verilsin diye Akkuyu’ya nükleer santral dikmeye kalkışmak halk düşmanlığından başka bir şey değildir.

Geldiğimiz nokta, halk düşmanlığına karşı mücadelenin yaşamak için, hayatta kalmak için, nefes almak için mücadeleyle bitişmesi, bütünleşmesidir.

Ölüme karşı yaşam mücadelesidir.

***

Bize gelince...

Biz yediğimiz fındıktan, soluduğumuz gazdan, çocuklarımızın yasından, çektiğimiz kahırdan, muhtemelen, kanser olup öleceğiz.

Ama halk düşmanları bilsin ki elimiz boş gitmeyeceğiz.

Sizi yıkmadan ölmeyeceğiz.