Balkanlar nerede başlar, nerede biter? Bu sorunun yanıtı hala tartışma konusudur ve Slovenya coğrafyası da bu tartışmanın önemli temsil alanlarındandır.
Özellikle Yugoslavya’dan ayrıldığından bu yana Slovenya’nın kendini Balkanlar’dan soyutlamaya çalışması, Yugoslav geçmişinden mümkün mertebe uzak durmaya çalışması bu çabanın bir tezahürüdür. Slovenya, Balkanlar ile özellikle 1980’li yıllardan bu yana Yugoslavya ile anılmayı pek istemiyor ve kendisini Orta Avrupa, hatta Akdeniz Avrupasında tanımlama gayretinde. Hâlbuki yüzyıl önce Habsburg boyunduruğundayken var olma savaşı veren Sloven milliyetçileri bekaalarını “Slav Birliği”nde görüyorlardı.
Sloven milliyetçileri kendilerini Slav/Yugoslav/Balkan dünyasından koparmaya 100 yıl önce gayret etselerdi 21. Yüzyılda Slovenya diye bir ülkeden bahsedemeyebilirdik.
Aslında “Slovenya” coğrafi bir tanımlama olarak 1850’lerde ilk defa Habsburg hükümranlığı altında yaşayan Slavların romantik milliyetçiliğinden etkilenen bir grup aydın tarafından kullanıldı. O tarihe kadar dönem dönem farklı bölgesel isimler kullanan küçük derebeylikleri dışında Slovenya coğrafyası daima büyük imparatorlukların bir parçası olmuş ve resmi olarak ilk olarak 1918’de kurulan “Sırp-Hırvat-Sloven” Krallığı ile Slovenya ismi uluslararası diplomaside bilinmeye başlamıştı.
Fakat Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı 1929’da bir darbeyle yerini Yugoslavya Krallığı’na bırakınca Slovenya da 1941’de Yugoslavya Anti Faşist Ulusal Konseyi (AVNOJ) toplantısına değin tarihe gömülmüş bir ülke ismi olarak olarak kaldı. 1945’te Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti’nin kurucu altı ülkesinden birisi de Slovenya’ydı.
Yani bir anlamda iki milyonluk bu ülke günümüzde varlığını Yugoslavya’ya, hatta sosyalist Yugoslavya’ya borçlu.
Sadece varlığını mı?
Slovenya yarım yüzyıla yakın bir Yugoslavya deneyiminde Yugoslavya’nın Avusturya ve İtalya’ya sınırı olan Avrupa’ya en yakın cumhuriyeti olma avantajından faydalanmış bir ülkedir. Yugoslavya’nın en varlıklı cumhuriyetidir. Altyapısı sosyalist bir planlama ile oluşturulmuş ama liberal Avrupa pazarına yakın. Yirmi iki milyonluk bir iç pazara sahip bir ülkenin parçası. Sadece iş pazarı değil, emek pazarı da hem nicel hem de nitel anlamda gelişkin bir ülkenin bütün nimetlerinden yararlanan Slovenya’da kişi başına gelir Yugoslavya ortalamasının iki katıydı.
O dönemde GSMH’sı Akdeniz ülkeleriyle rekabet eden Yugoslavya’da, Slovenya ve Hırvatistan Batı Avrupa ile rekabet edebilecek güçteydi. Diğer cumhuriyetlerdeki emek ve hammadde kaynaklarını sömürmek pahasına ortaya çıkan bu zenginleşme, “özyönetim”in yapısal sorunlarından ötürü diğer cumhuriyetlere dağıtılamıyordu.
Buna rağmen Slovenya Yugoslavya’dan ayrılma yönünde inisiyatif kullanan ilk eski Yugoslav cumhuriyetidir.
Yugoslavya Savaşları, Slovenya’da sadece 10 gün sürdü. 23 Aralık 1990’da yapılan referandumda halkın %88’i oy kullandı ve oy kulllananların %95’e yakını Yugoslavya’dan ayrılmayı seçti. Vatikan ve çözellikle de Almanya’dan aldığı garanti ile 25 Haziran 1991’de bağımsızlığın ilanıyla patlak veren çatışmalarda 44’ü Yugoslav Federal Ordusu askeri ve 19’u TORS (Teritorialna Obramba Republike Slovenije – Slovenya Cumhuriyeti Bölgesel Savunması) militanı toplam 63 kişi öldü. Savaş uzun sürmedi. TORS savaştan altı ay önce örgütlenmeye başlamıştı ve ellerinde Almanya ve diğer Batı ülkelerince sağlanan anti-tank ve uçaksavar füzleri bulunan 21 bin kişilik bir silahlı güce sahipti. Yugoslav Federal Ordusu ise büyük bir krizdeydi ve bu küçük ülke Miloşeviç ve birçok rütbeli askerin hayallerini süsleyen Büyük Sırbistan’ın tarihi bir parçası değildi.
Kuşkusuz Slovenya’da savaşın uzun sürmemesinin bir nedeni de nüfusun görece olarak homojen bir yapıya sahip olmasıydı. Slovenya nüfusu İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından Romanların, Musevilerin, Sırpların katledilmesi suretiyle homojenleştirilmişti.
Ülke bağımsızlıktan 2004’e kadar sağ hükümetler tarafından yönetildi ve 2004 yılında, yani Slovenya’nın AB girişiyle merkez sol da yönetime girebilmeyi başardı. Bu başarıda önemli bir pay 1997’de partinin başına gelen Borut Pahor’un, partinin solla ilişkisini kesmesiyle oldu. 2005 yılında Yugoslavya geleneğine bağlı solcularla ilişkilerini kesen Pahor, AB eksenli merkez soldan önemli destek aldı.
2007’deki küresel kriz solun daha güçlü bir şekilde hükümete gelmesini sağladı. Senelerdir “Yugoslavya’nın İsviçresi” olma niteliğine sahip olan Slovenya’da bölgesel eşitsizlikler artık çekilmez bir duruma gelmişti. Dahası, Yugoslavya döneminde pazar ve emek ihtiyacını Yugoslav cumhuriyetlerinden sağlayan Slovenya birden bire bu alanda sıkıntı yaşamaya başladı. Özellikle emek pazarında. Nitekim Slovenya nüfusu ciddi anlamda yaşlanmaktadır.
2007’de iktidara gelen sosyal demokratlar 2011’de iktidarı sağ koalisyona kaptırdılar. Buna da pek kimse şaşırmadı. Nitekim “sol”la ilişkisini kesen sosyal demokratlar emekçilerin taleplerine de doğal olarak yanıt veremiyorlardı. Herşey bir yana, Yugonostaljinin popüler kültürde en çok rağbet gördüğü eski Yugoslav cumhuriyeti Slovenya’da her ne kadar Yugonostalji siyasi zeminde bir anlam ifade etmese de, “sol”u karşısına almak pek de akıllıca bir hamle değildi. Yugoslavya’dan ayrılan ilk ülkenin Slovenya olduğuna bakmayın.
“Slovenya şu Çekoslavakya’dan ayrılan mıydı” sorusuna muhatab olmaktan yılmış Slovenya gençliği anne babalarının tersine, dedeleri ve ninelerinin yaşadığı döneme öykündükleri bir Yugosnostalji kurgusu içindeler. Şanlı Yugoslavya’nın bir vatandaşı iken, bir avuç İtalyan neo-Nazi’nin bile topraklarına göz dikebilme cüretini gösterdiği, kimse tarafından bilinmeyen minicik bir ülkenin vatandaşı olmak trajik bir durum.
Slovenya zengin mi? Evet. Ama Yugoslavya’dayken de zengindi…
Tito’nun doğumgünü ve eski Yugoslavya’da Gençlik Günü olarak kabul edilen 25 Mayıs ciddi katılımlı büyük partilerle kutlanıyor. Yugoslavya Sosyalist Federe Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilan edildiği 26 Kasım Cumhuriyet Günü de eski Yugoslav cumhuriyeti başkentlerinde genelde yaşlı nüfus tarafından kutlanırken, Slovenya’da gençlerin de bu kutlamalarda boy göstermesi dikkat çekici. Slovenya’nın başkenti Ljubljana’daki önemli turistik etkinliklerden biri de “Ljubljana Komünist Turu”.
Yugonostalji popüler kültürün bir metası olmuş durumda ve Yugosnostaljinin herhangi bir siyasi yansımaya sahip olamayacak derecede apolitik niteliğini daha önce burada, İleri sayfalarında değinmiştik. Fakat sosyal demokrasinin siyasi bir karşılığı kaldı mı ki zaten?
Bu siyasi boşluğu ise sosyal demokrasinin dışladığı sol doldurmaya çalışıyor.
2013 yılında Slovenya’nın birçok kentinde ortaya çıkan ve esas olarak siyasi yolsuzlukları hedef alan kitlesel gösteriler ardından dört sol örgüt birleşip Syriza benzeri bir siyasi parti kurmaya niyet etti: Združena Levica (ZL, Sol Birlik) Demokratik Emek Partisi, Sürdürülebilir Kalkınma Partisi, Demokratik Sosyalizm İnisiyatifi tarafından bir araya gelerek kuruldu. Partinin kuruluş toplantısına Alexis Tsipras da katıldı ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde %6 gibi ciddi bir oy oranıyla dikkatleri çekti.
İki hafta önce İleri Görüş’te yer verdiğimiz “Zagreb je Naš” (Zagreb bizimdir) pratiğine benzer dinamiklere sahip olan ZL bu seçim başarısının ardından başka otonom grup ve örgütlerin de desteğini almıştı ve bu yapısıyla bir anlamda ZJN’ye de ilham kaynağı olmuştu.
Balkan Solu’nu incelediğimiz yazılarda sürekli olarak vurgu yaptığımız iki nokta var: Birincisi, Balkan, özellikle de Yugoslav solunun aradan çeyrek yüzyıl geçmiş olmasına rağmen Tito ve Yugoslav deneyimine ilişkin bir özeleştiri sürecinden geçmemiş olması. İkincisi ise, bu özeleştiriden imtina eden Sol’un Syriza tarzı yeni bir sol örgütlenmeyi kurtarıcı gözle görmesi. Yaklaşık yedi-sekiz yıl önce bir Arap Baharı’na heveslenen Balkan Solu, şimdi de Syriza rüzgarını arkasına almaya niyetlenmiş görünüyor. Kuşkusuz onyıllar sonra Balkanlar’da yeni bir sol dalganın oluşlmaya başlaması dikkate alınmalı ama Tito ve eski Yugoslav’daki “özyönetim” deneyiminin özeleştirisini vermeyen ve Avrokominizm’den bir türlü kopamayan bu sol dalganın sola neler verebileceği de düşünülmelidir.