Dün İstanbul ve Ankara'da yapılan umut verici Haziran toplantılarının ardından, sevgili Emrah Akansu ve Can Atalay söylenmesi gerekenlerin çoğunu bugünkü köşe yazılarına taşımışlar.
Can, Haziran'ın kurucu irade misyonuna sahip olmasının öneminden ve Emrah, solun bağımsız siyasi aktör olması ihtiyacından bahsediyor.
Bu çizgiden devam edelim ve yukarıdaki iki vurguyu bütünleyen önemli bir sorunu tespit edelim: İktidar kaçkınlığı.
Sosyalist hareketin iktidar hedefini merkeze koyduğunu ve siyasi-örgütsel pratiğini bu hedefe uygunlukla test ettiğini söylemek çok güç. Ne bunun için gerekli hazırlık ve donanıma sahip, ne de toplumsal algıda böyle bir yere yerleşmiş durumda. Birincisi olmadan ikincisi olmuyor, ikincisi olmadan birincisinin gerek koşulu olan örgütlenme zeminine kavuşulamıyor.
Bunun önünde birkaç engel var. Birincisi, Türkiye solunun neredeyse son 40 yılına damgasını vuran "muhalefetçilik".
Türkiye'de sol, çok uzun bir süredir, bu kimliği aşacak bir eylem - söylem - örgütlenme pratiği sergileyemiyor. Kapitalist düzen içerisinde, sosyalistlerin elbette sahip olması gereken "muhalif" sıfatı temel belirleyen olduğu sürece; orta-uzun vadeli plan yapmak, ülke ve dünyanın iktisadi-politik seyrine ilişkin analitik verilere sahip olmak, stratejik alanlara yerleşmeye çalışmak, sınıf içerisinde yine orta-uzun ölçekli çalışmalar planlamak mümkün olmuyor.
Dahası, Türkiye'de yüzyıllardır iktidar ilişkilerinin nasıl seyrettiği; iktidarın hangi krizler sonucu, nasıl el değiştirdiği; iktidarın hangi iktisadi, politik ve toplumsal kurumlar ve mekanizmalarla işletildiği ve hangi dönemde hangi mekanizmaların daha önem kazandığı gibi sorular değersizleşiyor.
Solculuk, bir yaşam biçimi olarak muhalif olmakla özdeşleştirilmiş... Soran olursa, "işte muhalifiz, solcu olmak güzel şey..."
Bu "muhalif" pozisyona, son yıllarda başka bir kimlik daha kardeş oldu. Ona da "danışmanlık" diyelim.
Kendini iktidar alternatifi, kurucu bir politik irade olarak örgütlemeyen sol bu kez kendine başka bir misyon türetti. Bu misyon, düzen içi veya düzen dışına çıkmaya aday ve kritik kimi mevkiler edinmiş "sola açık" kimi kesimlere danışmanlık yapmak özetlenebilir. Bu hesaba göre, bir tür düşünce kuruluşu olarak hizmet verilecek, çelişkiler keskinleşip de söylenenler olunca, "ben demiştim" diyen danışman ortaya çıkıp yukarıda kesimlere öncülük edecek.
Özellikle "danışman solculuk"un, Türkiye'de ve dünyada krizlerle dolu, halk hareketlerinin etkisini artırdığı bir döneme denk gelmesi ayrı bir yazının konusu olsun...
Bu tablo ve bu tablonun yarattığı iktidarsızlık hali, ortadan kaldırılmalı. İkinci Cumhuriyet Türkiyesi'nin yaşadığı krizler, bu tablonun ortadan kaldırılması için büyük olanaklar sunuyor. İktidara aday, iktidarı hedefleyen, politik bir kurucu iradenin toplumsal ölçekte örgütlenmesi, bugün Türkiye sosyalist hareketinin temel görevi olarak karşımızda duruyor. Tam da bugün, tam da elimizdeki araçları kullanarak...
Siyaset sahnesine, gerçek ve bağımsız bir siyasi aktör olarak ortaya çıkma iradesini göstermek, görevi ifanın ilk adımı olacak.
Öncülük mü dediniz? Bugün öncülük, solu iktidar düşüncesine yakınlaştırmakta somutlanıyor.