Son kavga

“Tarihin sonu demişlerdi ve biz karşı çıkmıştık.

Keşke tarihin dibi deselermiş. Dibi, yani çukurun en derin yeri.

Zamanın akışının durmasını, tarihin sonlanmasını arzu ettikleri yer, burasıymış; bu pislik dolu çukurun dibiymiş meğer.”

Geçen yıl, Charlie Hebdo saldırısının ardından yazılmıştı bu satırlar.

Aynı yerdeyiz, belki de daha dipteyiz. O halde devam ediyoruz.

***

“Her çağ, kendisinden önceki çağın kabusudur” demiş biri. Bizden öncekilerin gerçekleşme ihtimalini hissedip de kabus gibi gördüğü ne varsa oldu, oluyor ülkemizde.

Tecavüz edilen çocuklar, boğazı kesilen kadınlar, boynu kırılan köpekler, patlayan bombalar, bodrumlarda katledilen bebekler, yıkılmış kentler...

Çok değil, on yıl öncesinin yetişkinleri Türkiye’nin gidişatına bakıp bir kabus gibi bunları anlatıyordu.

Bizden önceki çağın kabusu, bizim çağımızın gerçeği oldu.

***

O halde şimdiki soru şu olmalı: Bizim kabuslarımız kimlerin gerçeği olacak? İçinde bulunduğumuz çağın giderek yakınlaşan ve bir kabusu bile aşıp karabasan diyebileceğimiz ihtimalleri, bizden sonraki çağın gerçeği mi olacak?

Öyle uzun tarihsel çağlardan da söz etmiyoruz. Şunun şurasında üç, beş yıllık bir vade var önümüzde.

Sonra, eğer kabus gerçek olursa, dibinde olduğumuz çukur tümüyle yutacak bizi.

Başını örtmeden çalışmak ya da sokağa çıkmak imkansız hale gelecek mesela. Pembe taksiye binmeyen kadının tecavüzü hak ettiği ithamı, belki de hukuki bir kaide olacak. Ailelerinin izniyle ve imamın yetkisiyle küçük çocuklar düğünlü dernekli evlendirilecek.

Çocuğunu gönderecek okul bulamayacak çoğumuz mesela. Her mahalle imam hatiplerle ve kuran kurslarıyla doldurulacak ve muhtarlar sıkı sıkıya teftiş edecek aileleri. Biraz birikmiş parası olanımız onunla özel okul kapılarını aşındıracak çocuğunun geleceği için.

İş yerinde cuma namazına gitmeyen ya da ramazan ayında iftarı beklemeyen işçi, memur, çalışan sorgusuz sualsiz kapının önüne konacak. Sokaklarda açık bir mekan kalmayacak. İlahiler ve menkıbeler yayınlanacak dört bir yandan.

Hapishaneler yetmeyecek, yenileri inşa edilip içleri doldurulacak. Çok yer kaplamasın denirse, bodrumlarda ya da keskin nişancı timler tarafından avlanacak bir çoğumuz.

Sokaktan gelen patlama sesleri alışıldık bir gürültü olacak. Belki bir tanesi yanı başımızda patlayacak. Belki çok sevdiklerimizden birinin paramparça olmuş bedeni kalacak geriye.

Mahkemelerin üçer beşer salıverdiği IŞİD’li cihatçılar büyük kent meydanlarında arz-ı endam edecek. Ellerinde palalarla sokaktan gelip geçene nizam vermeye, eteği kısa ya da kulağı küpeli olanı kırbaçlamaya başlayacak.

Kimimiz kaçacak bu ülkeden, kimimiz en azından ailesini kaçırmanın yolunu arayacak. Kaçamayanlar kalacak, kimisi mücadeleye devam edecek, belki bir kısmı teslim olacak.

“Bu söylediklerinin bir çoğu zaten yaşanıyor kimi kentlerde” denebilir. Doğrudur da. Ramazan ayında yemek yemenin imkansız olduğu kentler var ülkemizde hala. Ya da kadınların köle pazarlarında satıldığını biliyoruz. IŞİD teröristlerinin parklarda yayıldığı fotoğraflar da bizim kentlerimizde çekildi.

Ama bu kavşaktan sonrası, Türkiye’nin baştan sona tasvir ettiğimiz hale dönüşmesidir. Uzakta olduğu düşünülen tehlikenin, kapı eşiğine gelmesi, hatta oradan bile içeri girmesidir.

Türkiye’nin bütünüyle Rakka’laşmasıdır tehlike yani.

***

Kötümserlik yaymak, bedbinlik etmek için yazılmıyor bu satırlar. Aksine, bir ayağa kalkma ve işi bitirme derdiyle yazılıyor.

Dediğimiz gibi, üç, beş yıllık bir vadeden söz edebiliyoruz. Türkiye, bu kısa zaman dilimi içerisinde ya dibini boylamış olduğu çukur tarafından yutulacak ya da dibinde olduğu çukurda zemine kuvvetlice basıp sıçrayacaktır.

Ve bu iki ihtimal arasındaki mesafe, verilecek son kavganın alanıdır.

Türkiye ihtimallerin tükene tükene ikiye indiği, daha açık bir deyişle ölüm ve yaşam arasındaki gerisine düşülemeyecek çizgiye kadar geldiği noktadadır artık.

Herkes hazırlığını buna göre yapmalıdır.

Herkes önceliklerini buna göre planlamalıdır.

Eğer bir kavga verilecekse, bu aciliyetle, bu ciddiyetle ve bu eminlikle verilmelidir.

Son kavganın hakkı verilmelidir.