Aiskhylos’un eşsiz tragedyası Zincire Vurulmuş Prometheus’ta, ateşi gizlice insanlara sunduğu ve onlara türlü sanatlar öğrettiği için Zeus tarafından Kafkas dağlarına zincirlenmiş olan tanrı Prometheus’un öyküsü anlatılır.
Sarp kayalara mıhlanmış olan Prometheus’un ciğeri her gün bir kartal tarafından yenilir. Ertesi güne kadar ciğer yenilenir, kartal tekrar üşüşür Prometheus’un bedenine. Her gün tekrarlanır bu tarifsiz işkence. Yine de Zeus’a boyun eğmeyi reddeder Prometheus, daha da bilenir öfkesi hatta, en ağır sözlerle lanetler Zeus’u.
İşte o zaman koro sorar, “böyle sözler etmekten korkmuyor musun?” diye.
Prometheus yanıt verir: “Neden korkabilir ki istese de ölemeyen?”
Gerçekten de bir ölümsüzü korkutacak ne olabilir ki?
***
Ülkemizin tepesine çöreklenmiş bir organize suç örgütünün, bir cinayet şebekesinin kirli ve kanlı planlarıyla bir kez daha karşı karşıya kaldık 10 Ekim’de. Amaç açıktı; bizi korkutup sindirmek, sokakları ve meydanları doldurmamızı engellemek, Saray’ı ve etrafındaki çeteyi alaşağı edecek bir halk gücünün ortaya çıkışını önlemek.
Bunun için akla sığmayacak derecede şiddete başvurabileceklerini biz biliyorduk. Öğrenmiştik, daha doğrusu.
Fakat bunun bizi yıldıramayacağını, korkutamayacağını onlar bilmiyordu. Öğrenmemişlerdi, daha doğrusu. Tek tek ya da toplu olarak öldürürlerse, bizden kurtulacaklarını düşünüyorlardı.
Öldürdüler de. Ama kurtulamadılar. Diz çöktüremediler, boyun eğdiremediler.
Kurtulamamakla kalmadılar, bir de bizim ölümsüzlüğümüzü gördüler. Her birimiz ölsek de “biz”im ölmeyeceğimizi, öldürülemeyeceğimizi gördüler.
Halk neymiş, halkın gücü ne demekmiş öğrendiler, öğreniyorlar, daha da öğrenecekler.
Sağ olsunlar, bu arada, bize de ölümsüzlüğümüzü tekrar hatırlattılar, korku duvarını yıkmamıza yardımcı oldular.
10 Ekim, bizim ölümsüzlüğümüzün işaretidir.
11 Ekim, 12 Ekim, 13 Ekim de öyle.
O zaman tekrar soralım: Bir ölümsüzü korkutacak ne olabilir ki?
***
Ama ölümsüz olmak yetmiyor tabi, korkusuz olmak da. Prometheus’a da yetmemişti. Mıhlandığı o kayalardan kurtulması da gerekmişti.
Hem, bizim ölümsüzlüğümüz ve korkusuzluğumuz, Prometheus gibi tanrı olmamızdan da gelmiyor. Halkın, halk olmaktan, emekçi olmaktan başka gücü bulunmuyor.
Bu yüzden, bizi kurtaracak olan ne tanrı ne ağa ne bey ne sultan demiyor muyuz zaten? Tam da bu yüzden, bir araya gelmiş, kardeşçe ve yoldaşça el ele vermiş bir halkı hiçbir kuvvetin yenemeyeceğini söyleyip durmuyor muyuz?
İşte 10 Ekim, ve devamında 11, 12, 13 Ekim, halk olmanın, kardeş ve yoldaş olmanın, karanlığa karşı aydınlık, sömürüye karşı eşitlik, faşizme karşı özgürlük için birlikte kavgaya tutuşmanın yolunu da açmıştır.
Bu yol hep açıktı, doğrudur. Fakat şimdi, bir ihtimalden bir fırsata dönüşmüştür. Dolayısıyla bir temenniden bir çabaya da dönüşmelidir.
Eğer emekçi halk, kan revan içindeyken bile ayağa kalkıyorsa, gözyaşlarını akıtırken bile yumruğunu sımsıkı kaldırıyorsa, kendisine yönelmiş namluları ya da pimi çekilmiş bombaları göre göre adımını ileri atıyorsa mücadelenin zembereği boşalmış demektir.
Ne iktidar şiddetin gazına basarak bu dalgayı kırabilir, ne de kendi küçük dünyasının ikbaline yapışmış olanlar bu iradeyi kötürümleştirebilir.
Ölümün ortaklaştırdığı bir halk, zaferi de ortaklaşa kazanmayı bilir, becerir.
***
“Söz değil artık bu, olayın ta kendisi!”
Böyle diyor Prometheus son sözlerinde.
İnsanlığın Zeus’un gazabından kurtulması, bir söz, bir dilek, bir niyet değil, kaskatı bir olaydır artık.
Yani, geri döndürülemez, üzeri çizilemez, tarihten silinemez olandır.
10 Ekim böyle bir “olay”dır. 11 Ekim, 12 Ekim ve 13 Ekim de.
Öyleyse, kaderde ortaklaşanların gelecekte de ortaklaşacağı mücadelenin inşası hızlandırılmalıdır.
Halk neymiş, halkın gücü ne demekmiş göstermek için, kardeşlik ve yoldaşlık zemini sağlamlaştırılmalıdır.