Sermayenin insan yaşamına saldırısında gelinen son aşama kırsal alandaki nüfuzunun artırılması ve köylülerin de sermaye kapanı içine sıkıştırılması ekoloji, yaşam mücadelesinde yeni bir direnme alanı meydana getirdi.
Köylülerin sermayenin yarattığı metalaşma baskısı karşısında, yani sermayenin başka gelir kaynakları arama uğraşı, doğaya ve yaşam alanlarına saldırısı erken fark edilmese de kırsal kesimde bir dirençle karşılaştı.
Şirketlerin doğadaki her şeyi alınır satılır meta olarak görmeleri ve bunları paraya çevirme sevdaları, iştahlarını kabartan aşırı kâr hırsları yaşadığımız dünyanın kapitalizm tarafından şirketler eliyle acımasızca talanını karşımıza çıkardı.
Ülkemizde bu talan özellikle 2000’li yılların ilk yarısında AKP eliyle daha da hızlandırılarak hayata geçirilmeye başlandı. Daha önceki yıllarda plan ve programları yapılan, yeni liberal politikaların sonucu önce vadilerimiz HES projeleri ile ruhsatlandırıldı. Akarsu yatakları, vadiler bir tane değil, yüzlerce HES projesi ile şantiye alanı ilan edildi.
İşte bu noktada köylülerin ve orada yaşayan tüm canlıların yaşam alanlarının elinden alınmasına ve şirketler tarafından arazilerine el konulmasına karşı çıkmalarına, yaşam alanlarının piyasada metalaşması baskısına karşı direnmeyi, mücadele etmeyi önlerine koydu. Başka seçenekleri de yoktu zaten.
Hukuki mücadelenin tıkandığı dönemlerde kadın, erkek çoluk çocuk hep birlikte gece gündüz direniş gösterildi. Canlarını ortaya koyarak iş makinelerinin önlerine kendilerini attılar. Ama bu mücadelede yalnız olduklarını, devletin bütün kolluk kuvvetleriyle sermayenin yanında nasıl yer aldığını polis ve jandarma copu, biber gazı yiyerek acı bir şekilde öğrendiler.
Bütün bu yaşananların enerji meselesi olduğunu sanıyorduk. Devlet bize olayı böyle anlatıyordu. Enerji ile gelişen ve herkese müreffeh bir ülke vaat eden bir retorik oluşturmuştu AKP iktidarı. Bu durum gerçekleri gizliyor ve halkın arasındaki mücadeleyi bölüyordu. Böldü de... Pek çok yerde direnişler yenilgiye uğradı. Yine de bazı vadilerde iyi kazanımlar elde edildi.
Ancak asıl konu su hakkı meselesiydi. Dünyanın geleceğinde suyun çok önemli bir yerinin olduğunu öğrendik. Yaşadığımız bölgeyi su zengini bir bölge olarak biliyorduk ve bu kısmen böyleydi. Ama asıl sorun şu: Dünya üzerinde içilebilir su kaynaklarının %2,5 u tatlı su kaynağıdır ve bunun büyük bir kısmı da buzullarda donmuş haldedir.
Bu veri bile bu konunun ne kadar önemli olduğunu anlatmak için yeterlidir. Öyle ki doğaya bilinçli olarak müdahale eden yegâne varlık olan türümüz, bu döngüye geçtiğimiz yaklaşık 300 bin yıldır kayda değer bir tahribatta bulunmamışken, iki yüzyıl içinde yine aynı türün başrolünde olduğu endüstri ve tarımsal üretim süreçleri yeryüzünü geri dönüşü olmayan bir noktaya sürüklemektedir. Suya dışarıdan herhangi bir müdahale olmadığı koşullarda suyun bir mekânı vardır. Bu mekân suyun havzası olarak tanımlanmaktadır. Endüstri ve tarım suyu mekânından kopartmaktadır.
Sorunun büyüklüğü ve suya sahip çıkma çalışmaları bugün çeşitli adlarla sürdürülmektedir. Bunlardan en önemlisi de HES’lerdir. HES’lerin yapıldığı vadilerde suyun tüm kullanım hakkı şirketlere verildi. Şirketler bu suları tünellere ve barajlara topladı. Çevrede yaşayan insanların suya erişiminin önüne engeller koydu. Yer altı sularını bile açtıkları tünellere akıtan şirketler, susuz kalan köylüye binlerce yıldır bedava kullandıkları suyu evlerine saat takarak satmaya başladılar.
Oysa biliyoruz ki suya ulaşma tüm canlılar için bir haktır. 1990’lı yıllarda açıkça tartışılan bir konu haline gelen su, 1992 yılında yapılan Su ve Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nda bir hak olarak kabul edilmiştir. Bu konferans suyun bir hak olarak ortaya çıkışı bakımından çok değerli olsa da maalesef aynı konferansta “suyun tüm kullanım alanlarında ekonomik değere sahip bir kaynak olduğu ve ekonomik bir meta olarak görülmesi gerektiği” belirtilerek suyun bir mal olduğu talihsiz tespitinde bulunulmuştur
Bu tespit bu günlerde ekoloji mücadelesinde yaşadığımız tüm sorunların kaynağıdır aslında. Emperyalist kapitalist sistemin her şeyi alınır satılır bir mal olarak görmesi ,canlıların en doğal haklarından biri olan, hatta belki de en önemlisi olan suyu da ellerinden almaya çalışmaktadır.
Bugün çok farkında olmasak da yakın bir gelecekte insanlığın en büyük sorunlarından biri olacaktır. Şimdiden bu mücadelenin acil bir şekilde yükseltilmesi gerekmektedir. Bugün bu mücadelenin önündeki güç AKP iktidarıdır. AKP döneminde bu vadiler şirketlere peşkeş çekilmiştir. En büyük ortakları da AKP ye yakın yandaş şirketlerdir.
Eğer bir mücadele yapılacaksa önce buradan başlanmalıdır. AKP ile mücadele aynı zamanda şirketlerle ve kapitalizmle mücadele demektir. AKP sermayenin temsilcisidir ve bu yüzünü bize iktidara geldiği günden beri yüzlerce kez göstermiştir.