27 Şubat’ta Suriye’de ilan edilen ateşkes akla Bosna’daki 1992-95 savaşını sonuçlandıran Dayton Süreci’ni getiriyor. Yitik bir ülke inşa eden bir barış... Acaba emperyalizmin Suriye’deki benzer bir projesi tutar mı?
Barış her zaman iyidir. Bir çocuğun sokak ortasında keskin nişancı mermisiyle ya da bir şarapnel parçasıyla ölme riskinin olmadığı her gün bizim için bir kazanımdır. Ama beş yıl boyunca Suriye’deki gözü dönmüş katiller sürüsünü destekleyen, tonlarca silah sağlayan emperyalizm bugün Suriye’de barış için çabalıyorsa bunun altını biraz kurcalamak lazım.
Suriye’de rüzgar tersine döndü ve bütün hesaplarını Esad’ın devrilmesi üzerine yapan emperyalizm artık stratejik bir değişikliğe gitmek durumunda. Bu değişikliğin ana hatlarıyla nasıl bir değişikliği getirdiği de 27 Şubat’taki ateşkes anlaşmasıyla yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
Katliamları, savaşları engelleyememenin kitabını yazan BM beş yıldır Suriye’deki savaşta da varlık gösteremedi. Suriye temsilcilerinin biri geldi biri gitti. Açık bir şekilde bütün stratejisini emperyalizmin Esad’ı gönderme planı üzerine kurgulayan BM, Suriye halkının Esad’a bu kadar bağlı olduğunu hesaba katmamıştı. Üstelik körü körüne de bir bağlılık değil. Örneğin, Suriye kadını Esad’ı neden desteklediğini çok iyi biliyor. Suriye’de insan gibi yaşamak isteyen ortalama bir Suriyeli alternatifin ne olduğunu Irak’ta, Libya’da gördü. BM görmedi, görmek istemedi.
Beş senelik direniş sonucunda, Suriye ordusu kaybettiği mevzileri teker teker yeniden almaya başlayınca daha önce tüm planını Esad’ın gitmesi üzerine kuran emperyalizm artık bu konuda ısrarcı değil. Üçüncü Cenevre Toplantısı ile bu tavır değişikliği çok açık bir şekilde ortaya çıktı. Kendi anayasasını bile tanımayan “bölge güçleri” ise beybabalarının bu kararından memnun değil ve Esad’ın gitmesi konusunda hala ısrarcılar. Ama artık kabul edilen şu: Esad gitmeyecek!
Emperyalizm Esad’lı bir çözüme razı oldu. Ama nasıl bir çözüm?
Nasıl bir çözüm olursa olsun, kesin bir şey var ki emperyalizm kendi çözümünü yine çok iyi pazarlayacak, yine örnek bir çözüm olarak sunacak ve bu çözüm o kadar güzel niteliklerle süslenmiş olacak ki, kimse çıkıp da “bu nasıl çözüm?” diye soramayacak bile. 20 sene önce Bosna’da olduğu gibi.
İki ay önce Bosna Savaşı’nı sona erdiren Dayton Anlaşması’nın yirminci yılı vesilesiyle bu köşede yer alan “Dayton’ın 20. yılı ve iyi yönetişim” başlıklı yazıda Dayton’ın nasıl bir ülke yarattığını kısaca anlatmıştık. Burada tekrarlamayacağız. İki özerk bölge, on kanton ve bir enklavdan oluşan dört milyon nüfusluk Bosna’da sadece iki parametre okuyucunun durumu anlaması için önemli ipuçları veriyor: Birincisi, işsizliğin %45 olması. İkincisi ise geçen yaz Balkanlar’da yaşanan mülteci krizi esnasında mültecilerin bile Bosna’ya gelmeye tenezzül etmemesi! Bu ikisi ülkenin ne durumda olduğunun özetini sunuyor.
Batı’nın iyi yönetişim olarak pazarladığı ama iflas etmiş model ise 20 sene önce “iyi yönetişim” olarak pazarlanmıştı bize. Yukarıda bahsi geçen yazının sonunu ise şöyle bağlamıştık: “İyi yönetişim belki Bosna’da tutmadı ama Suriye iştahları kabartıyor.”
Önümüzdeki süreçte Suriye’yi benzer bir “demokratik” ve “evrensel” bir süreç bekleyecektir. Emperyalizm süslü bir terminolojiyle kendi çıkarına olan, Suriye’yi ve hatta Ortadoğu’daki siyaseti tıkayacak, sürekli olarak dış siyasi desteğe muhtaç kılacak bir sistemi Suriye’ye entegre etmeye çalışacaktır.
Esad’ın bu hamleyi yemeyeceği çok açık. Fakat “demokratik” ve “evrensel” bir barış yemeğini, hele bir de “yerel” ve hatta “özyönetim” sosuyla pazarlandığı zaman dilinin ucuyla tadına bile bakmadan mideye indirecek çok odak var.
http://yugoslavyayazilari.blogspot.ba/