Yunanistan’da gerçekleşen seçimler ve Syriza’nın galibiyeti çok çeşitli açılardan tartışılıyor. Konuya “Yunan milliciler kazandı” diye yaklaşan da var, “biz de Türkiye’nin Syriza’sıyız” diye bakan da. Bizim değerlendirmemizi ise iki gündür İleri’de okuyorsunuz.
Yunanistan halkı, neoliberal sömürü ve saldırı karşısında “artık yeter” dediğini, umudu da solda gördüğünü açık biçimde ifade etmiştir. Bu, Syriza’nın solda olup olmadığından bağımsız bir değerlendirmedir ve gözünü Yunan halkının beklenti ve aranışına dikmektedir. Bu beklenti ve aranışın sandıkta doğru adrese gidip gitmediği ayrı bir konudur, ancak Yunan emekçilerinin solu aradığı, sola ihtiyaç duyduğu, yüzünü sola döndüğü başka bir gerçekliktir.
Bu koşullarda, yapılacak ilk iş, bu dinamiğe burun kıvırmak değil, Yunan halkı içinde yükselen sol duyarlılığı önce yakalamak, ardından örgütleyip yükseltmek ve devrimci hedeflere yönlendirmektedir. Bunun yeni hükümete girerek mi, yoksa muhalefete çekilerek mi yapılacağını ise, kuşkusuz, en doğru biçimde Yunan komünistleri saptayabilecektir ve görünen o ki onlar da kendi değerlendirmeleri doğrultusunda tutum almışlardır.
Yunan devrimcilerinin ve komünistlerinin Syriza iktidarını yakından takip edeceklerini, atılan her adımı dikkatle değerlendireceklerini ve gerektiğinde en keskin biçimde muhalefet etmekten çekinmeyeceklerini ise söylemeye gerek yok, bu zaten yerine getirilen bir görev. Dahası, yukarıda tarif ettiğimiz gibi, Yunan emekçilerinin sola yönelen arayışı ile buluşulacak, bu arayış örgütlenip daha ileri hedeflere yönlendirilecekse, tam da bu muhalefeti sergilemek zorunlu.
Bundan sonrasında ise, gözler içeriye, Türkiye’ye dönüyor tabi. Çünkü Türkiye’de konunun ele alınış biçiminde bir takım gariplikler kendisini gösteriyor. Syriza’nın iktidara gelişini Türkiye’nin kurtuluşu sanıp coşanlar olduğu gibi, Yunanistan’da halkın sola yönelişinden sevinç duyanların “devrime inanmamakla” suçlandığı da oluyor. Bir tarafta manasız bir Syriza-sevicilik ortaya çıkarken, diğer tarafta da en az onun kadar manasız bir Syriza-fobi görülüyor.
Oysa rasyonel bir düşünce, Türkiye ile Yunanistan arasındaki güncel durumun, siyasal dinamiklerin, mücadele geleneklerinin ve örgütlü birikimin farklarını görerek, Syriza’yı Türkiye’ye bir kurtuluş reçetesi olarak önermeyi aklına bile getirmeyecektir. Bu, Yunanistan seçimlerinin Türkiye’ye olumlu ve umut veren bir içerikle yansımayacağını söylemek değildir. Ancak bu umudun “kopyala-yapıştır” kolaycılığıyla harcanmasına izin verilmemelidir.
Altı boş ve hayalperest bir Syriza-sevicilik, Türkiyeli devrimcilerin, komünistlerin ve ilericilerin kendi görevlerine gereken emek ve özeni göstermesini engelleyebileceği için bir tehlike olarak görülmelidir.
Syriza-sevicilik böyle de Syriza-fobi farklı mı?
Bir açıdan bakınca, birbirinin tam karşı kutbuna yerleştiği için aradaki fark dağlar kadar. Öte yandan, Türkiye’deki mücadele gündemine Yunanistan’ın verili dinamiklerinden hareket ederek yanıt üretmeye çalışmak anlamında, ortak bir zihniyet ve alışkanlığı paylaşmaktalar.
Syriza-fobi o kadar körleştirmektedir ki, Yunan halkının yüzünü sola döndüğünü söylediğinizde bile itiraz gelmektedir. “Yunanistan’da bir sol yükseliş yoktur, çünkü Syriza iktidara gelmiştir” denerek, el çabukluğu marifet misali, aslında Yunan halkının yönelimi değil, Syriza’nın kimliği masaya sürülmektedir. Syriza’nın solcu olmadığını kanıtlamak için gösterilen olağanüstü çaba, Yunan halkı içindeki sol aranışın gözlerden kaçmasına neden olmaktadır. Syriza’ya dikilen bakışlar, başka her şeyi karanlığa gömen bir körleşmeye dönüşmektedir.
Oysa siyaset, özellikle de devrimci siyaset, geniş halk kitlelerinin, işçi ve emekçilerin arasında dolaşan, büyüyen, kimi zaman gümbür gümbür seslenen, kimi zamansa nabız atışı gibi derinden hissedilen dinamikleri görmekle, onlara dokunmakla, onları yakalamakla ilgilidir. Bir gözü halkta olmayan, bir eli toplumda dolaşmayan siyaset, ne kadar devrimci ve ilkeli olursa olsun, tebliğin ya da beyanın ötesine geçememektedir. Böyle olduğu zaman da, (bir sosyal medya paylaşımında okuduğum “devrim teorisi”nde yazdığı gibi) “devrim tüm alternatiflerin ortadan kalkmasıyla olur; şimdi alternatif Syriza, ondan sonra Altın Şafak, o da geçtikten sonra komünistler gelecek” dersiniz ve Yunan halkının komünistlerin sırası gelene kadar acı ve sefalet içinde yaşamaya mahkum edilmesine ortak olmuş olursunuz. Hem de en devrimcinin kendiniz olduğunu sanırken...
Ha bir de...
Köklerini topluma salmış devrimci siyaset, olay ve olguları doğru kavramanın bir yolu olduğu gibi, üzerinize yüklediği sorumlulukla sizi tutarlı olmak zorunda da bırakır.
Aksi takdirde, CHP’ye yönelik hamlelerinizi, CHP tabanında gördüğünüz “solduyu”yu, CHP içi dengelerden umduğunuzu ve aynı alicenaplığı şimdi neden esirgediğinizi açıklayamazsınız.
Ama Syriza AB’ci, NATO’cu, sermaye çevreleri ile görüştü...
“Ya CHP?” diye sormaya gerek yok değil mi?
Tutarlılık yoksa, ileri adım atmaya çalıştığınız her uğrakta önceki adımlarınız ayağınıza dolaşır çünkü.
Tutarlılık yoksa, gündüz okuduğunuz muhtırada “Yunanistan’da bir sol yükseliş yoktur” derken, akşam “Syriza tabi ki bir sol yükselişi temsil ediyor” lafını ağzınızdan kaçırırsınız.
Tutarlılık, süreklilik, kararlılık ve ısrarcılık yoksa, her sınav öncesi işe yeniden ve yeniden abece’den başlamak zorunda kalırsınız.