Sözün sahibinin kim olduğunu hatırlayamıyorum ama şöyle demiş: “Vatan için mücadele, vatan artık hiçbir işe yaramadığında verilir”.
Türkiye’nin yaklaşmakta olduğu, belki de vardığı nokta burasıdır.
Türkiye bir vatan, bir yurt olmaktan çıkmaktadır.
***
Bu, ülkenin başına ilk kez gelen bir şey de değildir. Osmanlı dedikleri çukur Anadolu’nun tüm kanını emip tükettiğinde geriye kalan çorak toprak da bir vatan değildi.
İşte o zaman, vatansız, yurtsuz kalan halk kavgaya girişti. Kendine bir vatan yaratmak, bir toprağı memleket edinmek için doğrulup ayağa kalktı.
Kemal Tahir’in Esir Şehir’indeki Kamil beyin hikayesi de budur mesela. Kamil beyin tasasız ve duyarsız varlığını bir mücadele neferine dönüştüren şey, çocuk sahibi olmasıdır öyküye göre. Çocuk sahibi olan Kamil bey, çocuğu için bir de vatan sahibi olması gerektiğini anlamıştır belki de. Vatan ve çocuk, insanın yarattığı iki varlık iç içe geçmiştir sanki.
***
Solun vatansızlıkla ilgisi yoktur.
Solun vatansız olduğu, olması gerektiği, sol düşmanlarının, Osmanlı paşazadelerinin, semiren Türkiye burjuvazisinin, onların faşist ve liberal yazıcılarının kara propagandasıdır hatta.
Solun vatansızlıkla ilgisi yoktur; sol, tam aksine, bir vatan yaratma, bir yurt edinme, bir toprak parçasını halka ait kılma iradesidir. Sol, üzerinde yaşadığımız toprak parçasının bir hanedanın tapulu mülkü olduğunu kabul etmeyen, yaratanın ve üretenin malı sayan kararlılıktır. Sol, eşitlik, özgürlük, kardeşlik ülkülerinin bulutlarda gezinen hayallerden ibaret kalmasına itiraz edip, bunları dünyanın tüm kara parçalarında yeşertmenin inadıdır.
Vatansızlık, yurtsuzluk, solun değil, burjuvazinin ve onun uşaklarının özelliğidir.
1920’de birileri bu topraklardan kaçmanın yollarını ararken, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının koşar adım ülkeye girmeleri bunun kanıtıdır.
***
O günden bu yana, egemenlerin en büyük derdi, solun vatanla olan bağını koparmak, solu yurtsuz, köksüz bir dal gibi kurutmak olmuştur.
Gerçi o kök koparılamadı, dal kurutulamadı ama şimdilerde, solun itildiği vatansızlık, artık koca bir ülkeye, milyonlarca insana dayatılır hale geldi.
Bugünkü Saray diktatörlüğünün geçmişle derdi, Türkiye’nin aydınlık birikimiyle olan husumeti, bu açıdan da değerlendirilmeli. Yani, sadece solun değil, bu ülkenin iyilik ve güzellik yeşertmeye müsait tüm toprağının kazınması, kendisine bu toprağı yurt bellemiş insanların vatansızlığa, köksüzlüğe itilmesi hedeflendi.
Tesadüf değil, bu ülkeyi terk etme niyetlerini daha sık duyar olmamız. Çünkü üzerinde yaşadığı toprak parçasını vatan bilemeyenin, yurt edinemeyenin yapacağı ilk iş, kendine yeni bir vatan aramaktır.
Sol, bu arayışın sahibidir; ama arayışın yönünü dışarıdan içeriye çevirendir aynı zamanda.
Arayışı Musa’nın Mısır’dan çıkışında olduğu gibi dışarıya değil, Mustafa Suphi’nin Bakü’den dönüşünde olduğu gibi içeriye yöneltendir.
***
Tarık Akan’ın erken ölümü, elde kalan vatan kırıntısından bir lokmanın daha çürümesidir. Bizi, bu ülkenin iyilik ve güzellik arayan yurttaşlarını bu kadar derinden etkilemesinin nedeni biraz da budur zaten.
Çünkü ölen, öldürülen, çürüyen ve çürütülen Türkiye’dir. Öyle ya da böyle, türlü acılara katlanılarak edinilmiş yurttur ölen. Sökülen diş, çekilen tırnak, yolunan saç gibi yok edilen, memleket diye bildiğimiz toprak parçasıdır.
Zira vatan, biraz da ortak mazi, kültür ve mirastır. Ülkenin tarihindeki iyilik ve güzelliklerin ortaklaşa sahiplenilmesi, bu ortaklık üzerine bir yurt fikrinin inşa edilmesidir.
Bu ortaklık, herkes için ortak olan anlamına gelmiyor elbette. Kimileri için ortak olan, Abdülhamit’tir, Menderes’tir, Deniz’lerin idamına el kaldıranlardır, Sivas’ta benzine ateşi verenlerdir.
Bunların aradığı bir vatan değil, çiftliktir.
Bizim içinse vatan, ülkemizin iyilik ve güzellik sayfalarını birbirine bağlayan hafızadır.
Bu sayfalarda Adile Naşit ya da Kemal Sunal da vardır. Hababam Sınıfı ile Bizimkiler de vardır. Kuşkusuz, Tarık Akan da vardır.
Bunları kendine ait görmeyen, bunları kendine mal etmeyen, bunları bir ortak mazi ve kültür olarak benimsemeyen bir solun, ortak bir vatan, yeni bir yurt mücadelesine önderlik etmesi mümkün değildir.
***
“Yeni Türkiye” obur bir virüs gibi çevresindeki tüm canlı yaşamı yiyip semirirken, “Eski Türkiye” ölüme yatırılmaktadır.
O “Eski Türkiye”, ne bizim aradığımız ne de arzu ettiğimiz ülkedir bir bakıma. Ama yeni bir ülke, yeni bir vatan ve yurt için muhtaç olduğumuz iyilik ve güzelliklerin ortak mazisi de o “Eski Türkiye”nin içindedir.
Gezi Direnişi, yeni bir yurt arayışının “Eski Türkiye”nin iyilik ve güzellikleriyle buluştuğunda ne kadar sarsıcı olduğunun en güçlü kanıtıdır zaten.
Bu kanıt bir ders olarak bellenmediyse hala, Aristophanes’in Kuşlar’da dediği gibi, “cehenneme gitmeye razı olduk, ama onun bile yolunu bulamıyoruz” sözünü ezber etmeye başlamak gerekir.
***
Türkiye, bir vatan, bir yurt, bir memleket olmaktan çıkmaktadır.
Türkiye, hiçbir işe yaramayan bir toprak parçasına dönüştürülmektedir.
O halde, yeni bir vatan, yeni bir yurt, sahiden bize ait bir memleket için mücadelenin, belki de en gerçek ve tayin edici mücadelenin vakti gelmiştir.
Bu mücadeleyi sırtlananların, “Eski Türkiye”nin iyilik ve güzellik mirasını da sırtlanması kaçınılmazdır.