Her seçim, bu ülkenin sosyalistleri, komünistleri için bir kâbus olmaya başladı. Senelerden beri, “oylar bölünmesin” teranesiyle CHP-SHP-DSP-CHP’ye verilen oylardan bahsetmiyorum. Bu ülkede emekten yana olan insanların sandık başına gittikleri zaman, tercihlerini sosyalist partiler yerine hâlâ CHP’den yana yapmalarının birçok nedeni var. Bu kadar zengin bir tarihe sahip olan Türkiye sosyalist hareketinin, sandıkta seçmenlerden oy alamamasının birçok nedeni var. Kuşkusuz bu nedenleri sosyalist hareketin kendi iç dinamiklerinde aramak gerekiyor. Sosyalist hareketin sandıkta başarısız olmasının nedenlerinden biri iktidar perspektifine sahip olamayışı ya da sahip olduğu iktidar perspektifini, bir alternatif olarak burjuva partilerinin karşısına çıkaramamasıdır.
Bu yazıda sosyalist solun sandıkta neden başarısız olduğunu ayrıntılandırmayacağız. Daha çok dikkat çekmek istediğimiz şey, artık “sıkıcı” olmanın da ötesinde sabırları zorlayan sosyalist solun dışındaki öznelerin, sosyalist sola yaptığı tacizlerdir.
Bu tacizlerden en ahlaksızını geçtiğimiz 30 Mart 2014 Yerel Seçimi’nde yaşadık. “Tatava yapma bas geç”, “başlatma tatavandan” tarzı oldukça bayağı sloganlarda ifadesini bulan terbiyesizlikten bahsediyoruz.
Bizden CHP’ye oy vermemizi istediler. Sosyal demokratlığı bıraktık, artık ne “sosyal” ne de “demokrat” olmakla uzaktan yakından alakası kalmamış bir partiden bahsediyoruz. Bizden bu partiye oy vermemizi bekledikleri yetmiyormuş gibi, bir de bu partinin çıkardığı dinci ve faşist geçmişi malum adaylara oy vermemizi istediler. Sosyalist partiler ve örgütler buna yanaşmadı, ama ne yazık ki kendini emekten yana tanımlayan seçmenler bu terbiyesizliğe prim verdi. Seçim sonuçları bunu gösteriyor.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise “tatava yapma basgeç” diyenlere bile ağır gelecek bir aday çıkardı CHP. Bundan dolayı bu sefer sosyalist soldan oy istemeye yüzleri olmadı açıkçası.
Fakat her daim küfür edilen, aşağılanan sosyalist seçmenin artık nasıl bir değeri varsa, bu sefer Selahattin Demirtaş talip oldu sosyalist oylara. “Tatava yapma basgeç”le kıyaslandığı zaman oldukça seviyeli ve kibar bir dille, araya hatırı sayılır kişileri de koyarak oy istedi Demirtaş sosyalistlerden. Başarılı da oldu. TKP’nin gündeme müdahale edemediği, tabiri yerindeyse solda yaprak kımıldamayan birkaç aylık süreçte, boykotun sağlam bir alternatif olarak sunulamadığı bir süreçte sosyalistlerin birçoğu Demirtaş için oylarını kullandı.
Sosyalist solun, özellikle TKP’nin Kürt ulusal hareketine ve BDP’ye ilişkin görüşleri, eleştirileri, katkıları malum. Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı sürecinde de, sürecin sonrasında da söylenilen yeni bir şey yok. Keşfedilen yeni bir şey de yok. Kürt hareketi beğensin ya da beğenmesin, TKP’nin ulusal soruna ilişkin perspektifinin ne olduğu, UKKTH’yi nasıl yorumladığı, hangi tarihsel kaynaklara referans verdiği çok belli.
Bu bağlamda, senelerdir usanmadan tekrar ettiğimiz, ifade ettiğimiz görüşlerimiz yeni değil ve dolayısıyla Selahattin Demirtaş’ın RTE’yi yemin töreninde alkışlamış olmasının bizi pek de şaşırtmadığını belirtmemiz lazım.
Şaşırtmadı, ama tam da Türkiye soluna, Türkiye’deki sosyalistlere tek siyasi alan olarak HDP’nin gösterilmiş olduğu bir dönemde, böylesi bir gaf sadece gaf olarak değerlendirilmemelidir. Biz bunu yaptık ve yine suçlu biz olduk. Pusuda bekliyormuşuz ve Selahattin Demirtaş’a yüklenmek için bahane arıyormuşuz. Sadece 2-3 saniyelik bir alkışı bu kadar abartmamak gerekirmiş. Zaten biz de Kürt hareketine “vurmak” için bahane arıyormuşuz…
Yazılan, çizilen her şeyi okumak zorunda değilsiniz. Size getirilen her eleştiriye kulak asmayabilirisiniz, ama “Selahattin Demirtaş’ın alkışını bahane ettiniz” gibi savunmaya geçeceksiniz, ondan önce bu alkışı bahane ettiğini düşündüğünüz öznelerin daha öncesinde neler yazdıklarını, neler söylediklerini dikkate almak durumundasınız.
Bunu dikkate almadan “bahane arıyordunuz” tarzı bir iftira atmak, “tatava yapma basgeç”le benzer bir siyasî ahlakın düzleminde yer alır.
CHP’de dünkü olağanüstü kongreden sonradan, muhtemelen “tatava yapma basgeç”çilerin sosyalist soldan oy istemeye bir daha yüzleri olmayacaktır. Bunu deneyen mutlaka çıkacaktır, ama bunun 30 Mart’taki seçimler kadar bağnazca ve terbiyesizce yapılacağını zannetmiyorum. Fakat Selahattin Demirtaş’ın yüzde 10 barajına yaklaşmış olması, bir dahaki genel seçimlerde yüzde 10’u alabilmek için BDP/HDP’nin farklı kanalları zorlamasını beraberinde getirecektir. Bu kanallar Batı’da ve Doğu’da farklı olacaktır. Örneğin, bir yandan Altan Tan kendi seçim bölgesinde farklı aktörleri BDP/HDP siyasetine katmak için var gücüyle çalışacakken, muhtemelen Batı’daki muhatap da yine bizler, sosyalist sol olacağız. Sırrı Abi, Ertuğrul Kürkçü gibi aktörleri daha sık sosyalist sol içinde göreceğimizden kuşku yok. Fakat asıl baskının, süreçte seçimlerde HDP içinde yer alan sosyalist öznelerden geleceğini söyleyebiliriz. HDP çizgisi genel olarak solla yürüttüğü polemiklerde kendi içindeki sosyalist özneleri öne sürmeyi bir strateji olarak benimsemiş durumda. Berkin Elvan’ın annesini yuhalatan cumhurbaşkanını alkışlamaya kadar varan bir siyasetin sosyalist solla, sosyalist bir zeminde polemiğe girmesi beklenmemeli. Kuşkusuz ki bu süreçte, solla polemiğe girme görevi başka öznelerin, sosyalistliği, komünistliği tartışma konusu olmayan başka öznelerin sorumluluğunda olacaktır . Bunun mikro ölçekte bir örneğini HTKP tarafından Selahattin Demirtaş’a yazılan mektup özelinde gördük. Bu mektuba verilen yanıtlarda gördük…
Dolayısıyla, bir sonraki seçimde yine bir kabus yaşayacağız. Bir önceki seçimde “tatava yapma” terbiyesizliğiyle uğraştık. Bu sefer de “yüzde 10” barajıyla cebelleşeceğiz. Unutmadan, bir de her zaman uğraştığımız liberter, özgürlükçü, muhalif, vs olarak kendilerini tanımlayan, örgütsüz, hatta örgütlülüğe pek de sıcak yaklaşmayan bir “solcu” kesim var. Bunların işi gücü sola küfretmektir: “Bizim solculardan adam olmaz”, “Bizim solcular laftan başka bir şey bilmezler”, “Bizim solcular bölünmekten başka bir şey demezler” vb söylemi ağızlarına sakız eden bu kesim karnavalesk gösteriler haricinde ne bir eylemde yer alırlar, ne de o beğenmedikleri solcuları “hizaya” getirmek için bir uğraş verirler. İşleri güçleri küfür etmektir. Ne yazık ki, bu küfürleri etmeleri için malzeme verdiğimiz doğru. İğneyi kendimize batıralım, Türkiye’de devrimci hareketin en önemli öznelerinden birinin çatır çatır ortadan ikiye ayrılması bu zevzeklere çokça malzeme sağlamıştır.
Dolayısıyla bir sonraki seçimde bizi yoracak, hatta belki de saç baş yolduracak başka bir kâbusumuz da bunlar olacak…
Yazı belki biraz içinizi karartmış olabilir. O zaman biraz da iyi şeylerden bahsederek yazıyı kapatalım.
Ne yazık ki can sıkıcı bir süreç yaşadık. Ama hafif hafif toparlanmaya başladığımız şu günlerde, geçtiğimiz dönemde eksikliğini yaşamaya başladığımız bir dinamizm var. Yeni yayınlar, yeni yapılanmalar için yapılan girişimler, verilen destek bizleri örgütsel anlamda sevindiriyor. Kuşkusuz, bu dinamizm siyasî etkinliklerde de kendini gösterecektir. Bu dinamizm, kendimizi yukarıda bahsettiğimiz kâbuslara hapsolmayacağımızın da işaretini veriyor.