Türkiye’nin bir Rus savaş uçağını düşürmesinin ardından iki ülke arasındaki tansiyon yükselmeye devam ediyor. Kuşkusuz, tansiyonun en fazla çarpıntı yaptığı yer Türkiye olacak. Sonuçta, sadece askeri alanda değil, ekonomi söz konusu olduğunda da Türkiye’nin Rusya’yla rekabet etmesi kolay görünmüyor.
Rusya da bu durumun farkında olduğu için, sert diplomatik ve askeri beyanların yanı sıra, Türkiye ile olan ekonomik bağları adım adım koparma tehdidini eksik etmiyor. Doğalgaz anlaşmaları, bu bahiste özel bir yer tutuyor elbette. Çünkü Türkiye’nin en çok doğalgaz satın aldığı ülke Rusya. Dahası, Türkiye’nin enerji üretiminde doğalgazın payı da hayli yüksek. Dolayısıyla, Rusya’nın Türkiye’ye doğalgaz satışını durdurması durumunda, Türkiye ekonomisinin olağanüstü bir krizle baş başa kalacağı açık.
Bunlar biliniyor. Zaten bu yazı da Türkiye ile Rusya arasındaki ekonomik ilişkilere veya doğalgaz satışına dair değil. Konumuz, AKP ve Erdoğan Türkiye’sinin buram buram tezek kokusuna bürünmesi.
Dün sosyal medyada yaygın dolaşıma giren bir videodan herkes haberdar olmuştur. Bir televizyon kanalı, Erzurum’da vatandaşlara mikrofon uzatıp, Rusya’nın doğalgazı kesmesi durumunda ne yapılacağını soruyor. Değişik “ilginç” önerilerin yanı sıra, birçok vatandaş tarafından tekrar edilen yanıt ise tezek yakmak. Yani ülkemizin vatandaşı ve belli ki aynı zamanda AKP seçmeni olan birçok insan, Rusya doğalgazı keserse tezekle ısınmayı alternatif olarak görüyor.
Başka bir açıdan bakıldığında, Türkiye’de milyonlarca insanın tezeğin halihazırda kullanımda olan konutları ısıtamayacağını, hatta çoğu konutta tezek yakmak için gerekli olan soba düzeneğinin kalmadığını, üstelik doğalgazın sadece hane ısınması için değil, büyük ölçüde enerji üretimi için kullanıldığını, dolayısıyla tezekle ısınılsa bile elektrik üretilemeyeceğini, koca fabrikaların veya organize sanayi bölgelerinin enerji ihtiyacının tezekle karşılanamayacağını, hatta ve hatta Türkiye gibi kalabalık bir ülkenin enerji ihtiyacını gidermek için gerekli olan tezek miktarının karşılanmasına yetecek hayvancılığın bile kalmadığını bilmediği söylenebilir.
Ülkemizin cehalet çukurunun her geçen gün biraz daha kazıldığı düşünülürse, bu bilgisizlik doğal karşılanabilir belki. Acı, ama gerçek minvalinden.
Ancak, o videodan birkaç saat sonra, ülkenin başbakanı, adının önünde profesör sıfatı taşıyan zat, televizyonda boy gösteriyor ve Rusya’ya tezekle kafa tutuyor. Evet, Davutoğlu, Rusya’nın ekonomik tehdidine, Erzurumluları göstererek, “benim fedakar halkım da tezek yakar” diyor, diyebiliyor. Erzurumlu vatandaşlardan farklı olarak, Davutoğlu’nun “tezek ekonomisi” hakkındaki gerçekleri bilmemesi mümkün olmadığına göre başbakan ya arsızca yalan söylüyor ya da halka gerçekten tezeği layık görüyor. Belki de ikisi birden.
Fakat bu manzara, Türkiye ile Rusya ilişkilerinin ötesinde, bir genel yaklaşımı, AKP ve Erdoğan Türkiye’sinin nasıl tahayyül edilebileceği ile ilgili bir imgelemi de işaret ediyor aslında.
1 Kasım seçiminden galibiyetle çıkan AKP’nin, Türkiye’nin ilerici ve emekçi kesimlerine artan bir şiddetle ve süratle saldıracağı, yaygın bir kanaatti. Nitekim, 1 ay içinde yaşananlar bu kanaatin doğruluğuna ilişkin sayısız veri de sundu.
Öte yandan, saldırının sadece siyaset düzlemiyle sınırlı kalmayacağını söylemek için de kahin olmaya gerek yok. Erdoğan’ın Saray’da topladığı iktidarın, Türkiye’nin gerici dönüşümünü son noktasına götürmek, deyim yerindeyse “geri döndürülemez” aşamaya eriştirmek için topyekun bir saldırı harekatına girişeceği şimdiden belli oldu. Dolayısıyla, 1 Kasım sonrasında, içerde ve dışarda karşı karşıya kaldığı sıkışmayı da aşma gayretiyle, toplumsal yaşamın tüm hücrelerinin kuşatılması ve istila edilmesi gündemdedir.
Tezek, bu kuşatmanın ve istilanın, “geri döndürülemez” dönüşümün simgesi olmaya en uygun nesnedir herhalde. Hem kalitesizliğiyle, hem çağrışımıyla, hem de kokusuyla.
Demek ki, önümüzdeki dönem AKP ile mücadele gündemi söz konusu olduğunda, siyasal, hukuksal dönüşümler ve parlamenter icraatlar kadar “kültürel” saldırılarla da karşı karşıya olacağımız akıldan çıkarılmamalıdır. “Zaten böyleydi” denilebilir. Doğrudur, ancak bundan sonrasının daha önceden yaşadıklarımıza da rahmet okutması mümkündür.
Dahası, artık Türkiye’nin geleneksel dinci gerici kültürel saldırısının ötesinde, IŞİD’in “model kenti” Rakka da yanı başımızda olacak, belki de Anadolu’nun bazı kasabaları ve kentleri hızla Rakka’laşacaktır.
Bir dönem şakayla karışık Yozgat’laştırmadan söz edilen ülkemiz, o sınırı da aşmıştır ve artık gündemde olan Rakka’laştırmadır.
Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde AKP’nin toplumdaki yarılmayı derinleştirecek kültürel bariyerleri yükseltmesi ve böylelikle su geçirmez bir ideolojik-kültürel hegemonyaya yönelmesi beklentisi olağandır.
Bu hegemonyaya nasıl karşılık verileceği uzun bir tartışmanın konusudur, ancak mutlaka bir “karşı hegemonya” ile karşılık vermek gerektiği açıktır. Çünkü kutuplaşmanın artacağı ve keskinleşeceği bir toplumsal atmosferde, siyasal alanda olduğu kadar, ideolojik ve kültürel alanlarda da hazırlıklı ve dirayetli davranmak şarttır.
Hazırlık ve dirayet, kişisel bir inat ya da cesaretin ötesinde, ilerici talepler etrafında kurulmuş bir siyasal programla anlam buluyorsa eğer, seçilecek eksenin de AKP hegemonyasının zayıf karnına yönelmesi zorunluluktur. Ayrıntısını bir başka yazıda tartışmak üzere geçelim, ama böylesi bir programın gericiliğe karşı laiklik ve sömürüye karşı halkçılık ekseninde inşa edilmesi kaçınılmazdır.
Aksi takdirde, tezek kokuları tüm yurdu saracak, her mahalle Rakka’laşacaktır.