Seçimlerin sonucu ne olacak, koalisyon ihtimali gerçek mi oluyor, HDP barajı geçecek mi vb. benzeri sorularla bir süredir çokça ilgilendik. Seçimden nasıl bir hükümet çıkacağını hep beraber göreceğiz. Sandıktan ne çıkarsa çıksın, Türkiye'de sermaye düzeninin yaşadığı yapısal sorunların kısa vadede çözülebilmesi mümkün görünmüyor. AKP'nin gittiği ya da iktidarda kaldığı senaryolardan her biri kendi içinde ağır kriz başlıkları barındırıyor.
Türkiye toplumu, ancak devrimci bir dönüşümle aşılabilecek, devrimle yanıtlanabilecek sorunlarla karşı karşıya. Bu açıdan Türkiye devrime gebe. Düzen güçleri bakımından, devrime karşı faşizmden reformizme geliştirilebilecek her türlü alternatif, sorunların daha da karmaşıklaşmasından öte bir değer taşımayacak.
Öte yandan, Türkiye devriminin başarıya ulaşabilmesi, sosyalist bir iktidarın ayakları yere basacak şekilde kurulabilmesi için kimi güncel sorunları gerçekçi yaklaşımla ele almamız şart. Bu yazıyla birlikte, bundan sonraki birkaç yazıda daha, Türkiye devriminin güncel sorunlarının neler olduğunu tespit etmeye çalışacak, kimi sorulara yanıtlar da üretmeye çalışacağım. Bazı sorunların yanıtlarını vermemiz içinse, daha fazla verinin birikmesi gerekiyor. Bu başlıklarda yalnızca, üzerinde düşünülmesi gereken sorulara odaklanmak, daha fazla soru sormak, yanıtlar ve olasılıklar hakkında serbest bir tartışma yapmak şu an için daha yararlı görünüyor.
Birinci sorunumuz ölçek.
19. yüzyılın sonlarından itibaren başarıya ulaşmış ya da ulaşamamış neredeyse tüm devrimlerin aynı sorunla haşır neşir olduğunu görüyoruz. İktidar yürüyüşünün hedefindeki coğrafyanın neresi olduğu sorusu devrimlerin hep asli gündemlerinden oldu.
Siyasi haritaların nasıl şekilleneceği, elbette, yalnızca emperyalist güçlerin meselesi değildi. Modern ulus kavramının doğuşu ve uluslaşma, imparatorlukların dağılmasının beraberinde getirdiği sorunlar, emperyalizmin yayılmacı politikaları, işgaller ve savaşlar, yerel güçler arasındaki çatışmalar ve daha bir dizi etmen, tek tek ülkelerde iktidarın hangi kara parçasını hedefleyeceği, siyasi birliğin hangi coğrafyada kurulacağı gibi yakıcı konuları beraberinde getirdi.
FARKLI DEVRİMLER, FARKLI COĞRAFYALAR, TERCİHLER, ZORUNLULUKLAR…
Türk devriminin Misak-ı Milli kararı, Rus Devriminin Kafkasya sorunu, Çin Devrimi’nde Japonya savaşının, devasa coğrafyanın ve parçalı idari yapının etkileri, Almanya’da siyasi birliğin çok geç sağlanmış olmasının devrimci döneme etkileri ve daha sonra Doğu-Batı Almanya bölünmesi, Vietnam ve Kore’de bölünme, ve birlik örneği Yugoslavya (Güney Slavlarının Ülkesi). Ve daha niceleri… Görülebileceği gibi her devrimci dönem kendi çözümlerini beraberinde getirdi. Bunlar bazen tercihler bazen iradi zorlamalar bazen de zorunluluklardı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve bu süreçteki tercihe baktığımızda, diğer yerlerde de olduğu gibi bir dizi parametrenin belirleyici olduğunu görüyoruz.
Rus Devrimi’nin etkisinin Türkiye’nin kurulup yaşayabilmesinde büyük katkısı olduğunu söyleyebiliyoruz.
İmparatorluğun çöküş döneminde, İslam birliğinden Türk birliğine, iltihaktan sömürgeliğe bir dizi önerinin karşısında, ölçek düşürücü ya da coğrafi daralmayı göze alan tez galip geldi. Kurtuluş için ölçeği daraltmak gerekiyordu.
Dahası, Mustafa Kemal açısından, yaşayabilmesi için Suriye-Mısır hattında ağır bir tokat yiyen Genç Türkiye’nin, emperyalistlerin hedef tahtasına yerleşen Doğu’yu bırakıp yüzünü Batı’ya dönmesi gerekiyordu.
Bu bir tercihti. Zorunlulukların da etkili olduğu, belki başka türlüsü mümkün olmayan, keskin, kazanımları ve bir o kadar da bedelleri olan bir tercih.
Bugüne gelelim.
Yukarıda, Türkiye’nin devrim dışında çözülmesi mümkün olmayan sorunları olduğunu söylemiştik.
Devrimin ölçeği meselesi hem bu bakımdan bir devrim sorunudur, hem de devrimci seçeneği örgütleyenlerin odaklanmalarını gerektirdiği için…
Öncelikle, Türk-Kürt karşıtlığı ya da ayrışması üzerine kurulu her türlü model karşı devrimcidir. Hem, siyasi, devrimci iddialarımızın ileriliği bakımından gerici bir karakter taşır, hem de karşı devrimci güçlerin baskın çıkacağı bir tabloya ilişkin bir modellemedir. Tarihin belli bir aşamasında ve karşı devrimci güçlerin ağır bastığı bir evrenin dayatabileceği bu ihtimal devrimimiz için bir tercih, hedef ya da iddia olamaz.
KOSOVA-SIRBİSTAN ÖRNEĞİ, GERÇEKÇİ Mİ? GEÇERLİ Mİ?
Bu şu anlama da gelmektedir: Kimi çevrelerin yaptığı gibi, örneğin “bağımsız Türkiye” hedefini Türk-Kürt çatışması üzerine inşa etmek, Türkiye’de bir tür Kosova-Sırbistan modellemesi yapıp, kendini Sırbistan ölçeğine daraltmak anlamına da gelmektedir.
Sırbistan-Kosova örneği Türkiye Devrimi için geçerli ve gerçekçi ölçek olamayacağı gibi; Türkiye’nin devrimcileri, Türkiye’nin bütünlüğünü gözetmeden adım atamaz.
Türkiye Devrimi’nin kozu kardeşlik ve birliktir.
Düzen aktörleri arasında, Türkiye Cumhuriyeti’nde kardeşlik ve birlik tezinin samimi biçimde sahibi olabilecek bir aktör çıkması mümkün görünmemektedir. Şu ana kadar çıkarılmış en sahici öneri İslam kardeşliği projesidir ve sınırları görülmüştür.
Düzen siyasetinin bu başlıkta yaşadığı/yaşayacağı kısıt görülmeli, kozumuzun önemi anlaşılmalı, bu anlamıyla özgüven sahibi olunmalı, bu kozun gerektirdiği siyasi ataklık sergilenmeli, çözümler üretilmelidir. Cumhuriyetçi Türkler ile emekçi Kürtlerin birbirlerine ilişkin, anlaşılabilir nedenleri olan endişeler, bu siyasi ataklıkla aşılabilir. Metin Çulhaoğlu’nun “Yapabilir miyiz?” yazısında bahsettiği, bu kesimlerin safralarından kurtarılması operasyonu da ancak bu koz ve gerektirdiği siyasi müdahaleler ile mümkündür.
DOĞU’NUN GELECEĞİ
Daha da ileri gidelim.
Denkleme, Türkler ve Kürtlerin ötesini de katalım…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ortaya konan önermeden köklü bir taviz ya da geri adım önermiyorum. Sosyalist iktidarın yüzü elbette Batı’ya dönecektir. Ancak Türkiye Devrimi, ancak bölgesindeki sorunlara kılıç atabilmiş, bu sayede temsiliyet kazanabilmiş kimliğiyle yüzünü Batı’ya dönebilir. Aynı genç Sovyetler’in ancak bölgesindeki mazlum halkların temsiliyetini ele geçirmesinin ardından yüzünü Batı’ya dönebildiği gibi…
Güncel olarak Türkiye’nin Orta Doğu’yla ilişkilerini şu başlıklar etrafında düşünmeyi öneriyorum. Bunlar ancak giriş niteliğinde karalamalardır:
- Uluslararası sermayenin seyri ve emperyal güçlerin konumlanışları değerlendirildiğinde, önümüzdeki dönemin kimisi vekalet özelliği taşıyan bölgesel savaşlara sahne olacağı öngörülebilir. Türkiye de bu çatışmaların kıyısında, belki de tam merkezinde yer alan bir ülkedir. Türkiye’nin geleceğinin şekillenmesinde bu hareketliliğin siyasi, askeri, iktisadi ve ideolojik izdüşümleri belirleyici olacaktır.
- Türkiye’nin askeri gücü, enerji hatları bakımından önemi, Körfez sermayesinin akışı, İslamcı ideoloji ile laik dünya görüşünün çarpışması, ABD seçimleri ve "Obama Doktrini"nin geleceği özellikle Türkiye’yi etkileyen gündem maddeleri arasındadır.
- Yemen, Suriye, Mısır, Tunus ve daha bir dizi ülkede halklar, bölgenin kaderinin gerici İslamcı ideoloji tarafından çizilmesinin önündeki kısıtları göstermiştir. Öte yandan giderek güçlenen IŞİD, bölgenin bir başka siyasi gerçekliğidir. Türkiye’nin gündemindeki aydınlanma kavgası, bölgenin de gündemindedir.
- Kürt uluslaşmasının, Kobane ve Rojava deneyimlerinin ardından ulaştığı evre, Türkiye’de yakaladığı siyasi güç dikkate alınmalıdır.
- Emperyalizmin oyun kurucu niteliğinde zaaflar yaşanmakta, yerel güç odaklarına daha fazla alan açan bir zemine geçilmektedir.
Öyleyse Türkiye Devrimi, Türkiye’nin bütününde hak iddia etmeli ve Türk, Kürt ve Arap halkları düzeyinde siyaset üretmelidir. Aydınlanmacı, bağımsızlıkçı-yurtsever ve kamucu-halkçı siyasetin daha büyük ölçekte yapılmasının yolları üzerine düşünülmelidir.
Nihayet, yüz yıl önce, yüzünü Batı’ya dönmeye karar veren Türkiye Devrimi’nin tercihi, yukarıda da belirttiğimiz bir kurtuluş dinamiği barındırıyordu. Bugün ise, Doğu’ya ilgisizlik ve kayıtsızlık Türkiye Devrimi’ni boğacaktır.