Suriye Arap Ordusu’nun ve YPG’nin adım adım ilerlemesi, doğal olarak, başta Türkiye olmak üzere bölgedeki cihatçı güçleri rahatsız edecekti. Etti de. Hatta daha fazlasını bile yaptı.
Türkiye, şu anda, Suriye ve Rusya ile fiili çatışmayı bile göze almak pahasına bölgeye yönelik provokasyonlarını sürdürüyor.
Konunun Halep ve Sünni nüfusla ilgisi ise işin diplomatik bahanesinden öteye gitmiyor tabi ki. Halep’in önemi, Suriye’de cihatçı saldırganlığın sürmesi için gerekli olan lojistik ve stratejik mevki olması. Daha açık bir ifadeyle, Halep’te tutunamayan cihatçı grupların Suriye’de etkin bir savaş gücü olarak kalması imkansız. Halep, bu anlamda, Suriye’deki cihatçı terörizmin pivot ayağı ya da istinat duvarı.
İşte şimdi bir yandan Suriye Arap Ordusu tarafından, bir yandan YPG tarafından sıkıştırılan Halep, bu nedenle Türkiye’nin feryatlarına konu oluyor.
Türkiye, tarihinde hiç olmadığı kadar, açık ve çekincesiz bir biçimde Suriye’deki cihatçı terörizmin hamisi ve savunucusu olduğunu dünyaya ilan ediyor. Cihatçıların kılına zarar gelmesi halinde ülkeyi ve bölgeyi savaşa sokmaktan çekinmeyeceğini gösteriyor.
Yine de gayet açık görünen bu tablonun biraz irdelenmesi faydalı olacaktır.
Öncelikle, Türkiye’nin cihatçı terörizme desteğinin ideolojik bir boyutu olduğunu saptamak gerekiyor. Türkiye’de Erdoğan’ın Saray merkezinde kurmaya giriştiği rejim, adıyla sanıyla İslamcı-şeriatçı bir rejimdir. Saray ve AKP erkanıyla IŞİD militanları arasındaki fark, çoğu örnekte, takım elbise ve kravattan öteye gitmemektedir. Dolayısıyla, IŞİD’in Suriye’de attığı her adım, kutsal cihat davasındaki bir kazanım olarak Türkiye’nin yöneticilerini mest etmektedir. Bu ideolojik bağ, hafife alınmamalıdır.
Öte yandan Türkiye, emperyalizmin yaşadığı krizi gören ve bu krizden kendince maksimum faydayı çıkarmaya çalışan bir stratejiyle hareket ediyor. ABD’nin uzun vadeli planlar kadar, kısa ve anlık çözümlere de açık olduğunu gören Türkiye, bu durumu oldu bittilere uygun bir zemin olarak değerlendiriyor. Aynı zamanda, Suudi’lerin de desteğini hissettikçe, ABD ile Rusya arasında kurulur gibi olan dengenin kendileri için idam fermanı anlamına geleceğini de bildiklerinden, bu tür bir konsensüsün oluşmaması için elden gelen her şeyi yapıyorlar.
Bu çabalar içinde pragmatizmin, daha doğru bir deyişle omurgasızlığın çok bilinen bir yeri var elbette. Bugünlerde “Eyyy ABD” diye bağıranların, birkaç ay önce İncirlik’e inen ABD uçaklarına seremoni yaptığını hatırlıyoruz. Bu anlamda, Türkiye ile ABD ve emperyalizm ilişkisindeki sınırlar herkesin malumu. Ancak Türkiye’nin emperyalizme ve ABD’ye bağımlılığı ile bölgede aktif ve rol üstlenmeye yönelen hamleler yapmasını mümkün kılan boşluğu birbirine karıştırmamak gerekiyor. Türkiye’nin bir omurgası olmayabilir belki, ama bir hırsı, hedefi ve en az bunlar kadar önemli olan bir endişesi vardır. Çünkü bu hedeflere erişilememesi, Saray rejiminin idam fermanı anlamına gelebilecektir. İdam fermanı cepte duranların, kendilerini kurtarmak için ülkeyi ve bölgeyi kanlı bir boğazlaşmaya sürüklemeleri ise, doğal olarak, şaşırtıcı olmayacaktır.
Türkiye’nin top atışlarıyla başlattığı ve bir adım sonrasında Rusya’yla karşı karşıya gelmeyi neredeyse kaçınılmaz kılan hamlenin anlamı da burada yatıyor. Türkiye, bir Soğuk Savaş geleneği olarak, NATO ile Rusya’yı karşı karşıya getirerek ipten kurtulma planını yeniden yürürlüğe sokmuş gibi görünüyor. Gel gör ki, ne NATO, ne ABD, ne de BM Türkiye’nin davetine icabet edecek gibi görünüyor. Aksine, ABD, AB ve BM’nin resmi açıklamaları Türkiye’ye “dur” diyor.
Peki Türkiye durabilir mi? İşte bu zor görünüyor. Çünkü Türkiye, cihatçı terörizme desteğini kesmek anlamına gelecek böyle bir kararı alamayacak ölçüde muhtaçtır IŞİD’e.
Nasıl Türkiye IŞİD’in doğrudan hamisiyle, IŞİD’in bölgedeki varlığı da Türkiye’deki Saray rejiminin en güçlü desteklerindendir.
Türkiye, Suriye’de oynadığı kozlarını bir bir kaybetmiştir. Uçuşa yasak bölge bir dua gibi mırıldanıp durulan lafa dönmüştür. Tampon bölgenin esamisi bile okunmamaktadır. Rusya ile NATO’nun çatışması beklenirken, Kerry ve Lavrov ortak basın toplantısında yol haritaları açıklamaktadır. PYD/YPG’nin terör örgütü olduğu kimseye kabul ettirilememiştir. Esad’ın birkaç haftada gitmesini bırakın, Suriye Ordusu cihatçıları tepelemektedir.
Şimdi, Türkiye’nin elinde kalan tek kart IŞİD’in varlığıdır. Türkiye’yi Suriye denkleminde tutacak yegane araç, IŞİD’in sahada olmasıdır.
Zaten IŞİD’in hamisi olmaktan başka hiçbir rolü kalmamış olan Türkiye, bu yüzden ne yapıp edip Halep, Cerablus, Azez gibi bölgelerdeki cihatçı terörizmi korumak zorundadır.
Türkiye sınırının hemen güneyindeki bu bölge için sık sık “cep” yakıştırması yapılıyor.
İşte o cepte, Saray rejiminin idam fermanı beklemektedir.
Ve Suriye’de o cebin dikişleri tek tek sökülmektedir.