Ulaşıma zam ve bir soru: Kamusal hizmetlere maliyet hesabıyla bakılabilir mi?
Belediyecilik ve şehircilik, muhasebecilik ya da mühendislik değil; onlardan çok daha politik bir tercihtir. Kamucu, sosyal ve katılımcı bir belediyecilik için farklarını ortaya koyamayanların ise tam da öğrencilere ithaf edildiği gibi “AKP’nin ekmeğine yağ sürdüğünü” rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü yağ sürme teknikleri aynı.
Geçen günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi toplu ulaşım fiyatlarına %40 zam yaptı. Kararın açıklandığı gün ise gençlik örgütleri bu durumu protesto etti. Protestoların ardından çok ilginç bir şekilde tepki yağdırıldı. Halbuki bu, gençlerin ilk protestosu değil. Artan enflasyon ve hayat pahalılığı gençleri, eğitimi aksatmak zorunda kalacak noktaya getirdi. Artan kira fiyatlarından, yurtlardaki yemek fiyatlarına kadar sürekli bu durumu teşhir etmeye çalıştılar. Ama birden bu gençler ilk defa bir protesto yapıyormuş gibi onlara “Gidin AKP’yi protesto edin”den tutun da AKP’ye hizmet etmeye kadar birçok suçlama yapıldı. Zaten gençlerin protestosu esnasında çekilmiş bazı videolar, sanki kasıtlı olarak kırpılmış gibi, AKP’nin ekonomi politikalarının eleştirildiği kısımlar kesilerek sosyal medyada dolaşıma sokuldu.
Tartışmanın bu kadar çoğalmasının nedeni zam yapan belediyenin CHP’li olması ve CHP’li belediyelerin “dokunulmaz” olması.
Peki ulaşım zammı dokunulmaz bir alan mı? Belediye akaryakıt zamlarının 2,5 kat arttığını, artık maliyetlerin kaldırılamaz olduğunu açıkladı.
Bu arada konu her ne kadar öğrenciler etrafında dönse de zamla aylık tam abonmanın 602 TL’ye ulaştığı da gözden kaçmamalı. Aslında bu, son bir yıldaki üçüncü zam.
Belediyenin iddiası İETT’nin zararda olduğu ve zaten sübvanse edildiğiydi.
Ama bu durum yıllardır böyle, sadece İstanbul’da değil diğer illerde de böyle. Sadece CHP döneminde değil, AKP döneminde de böyle. Yani belediyeler diğer gelirleri ile birçok kamusal hizmeti finanse ediyor.
Kamusal bir hizmette karlılık hesabı yapmak da bir tuhaf. İETT 2022 yılı bütçesine baktığımızda zaten bilet hasılatından beklenilen tutarın 1 milyar 500 milyon TL olduğunu görüyoruz.[1] Hatta bunu dolar hesabına vurduğumuzda konuştuğumuz büyüklük 100 milyon dolar. Bu rakam Osmangazi Köprüsü’ne ödenen garanti geçişlerinden de az, bu rakam Çanakkale garanti ödemelerinin yarısı. Bu rakam ¨Beşli¨nin işlettiği 3. Havalimanı’ndan bu yıl alınmasından vazgeçilen kira gelirinin 2,5’ta biri. [2]
Denebilir ki bunlar merkezi hükümetin icraatı. Ama Belediye Başkanı, o köprünün başına gidip ¨Şuraya her yıl verilen garantinin yarısı ile tüm İstanbullular ulaşımı ücretsiz kullanabilir¨ diyebilirdi.
Ulaşım ücretsiz olmalı dediğinizde herkesin göz bebekleri kocaman büyür. Halbuki vazgeçilen gelir, merkezi iktidarın sermayeye verdiği tutarların yanında küçücük kalıyor.
Yine denebilir ki İBB, merkezi hükümet değil ve kaynakları kısıtlı. Evet kısıtlı ama zaten vazgeçilen tutar da kısıtlı. Misal belediyenin gelirlerinden birisi tabela vergisi. 2021 tarifesinden en ucuz metrekare için 90 TL. Peki zor durumda olan belediye 2022 için bu tarifeyi kaç lira açıklamış? Yine 90 TL. Yani belediye buradaki gelirlerinden vazgeçmiş görünüyor. Sanırım ¨Şimdi zor dönemden geçiyoruz işletmelerimize yük bindirmeyelim¨ diyorlar. E peki vatandaşlar zor durumdan geçmiyor mu? Koca koca bankalar için çekirdek parası olmayan tabela tarifeleri neden artırılmadı? Esnafı mı koruyacaksınız. O zaman tarifeyi farklılaştırırsınız. Bağcılar’daki tuhafiye ile Şişli merkezdeki bankanın tabela fiyatını farklılaştıracaksınız.
Yine İBB bütçesinde otopark gelirlerinin sadece 48 milyon TL olduğu görülüyor. [3]
Halbuki belediye özel araç kullanımı pahalılaştırmalı. Özellikle merkezi caddelerde park fiyatlarını neredeyse ulaşılmaz hale getirmeli. Böyle yaparak İstanbul trafiği rahatlayacak, böyle yaparak 3 saatte bir ring yapan otobüsün ring saati 1,5- 2 saate düşecek. Zaten İBB’nin yakıt alımı 800 milyon TL iken araç alımı ve araç bakımı gideri 2 milyar TL. Yani yakıt giderlerini halka yansıtmak yerine var olan araçların kullanım süresini artırmak, amortisman paylarını düşürülebilmek daha tasarruf sağlayan bir yöntem (ki bu durum yakıt tasarrufunu da getirecektir).
Yine iş yerlerinden alınan çevre temizlik gelirinin sadece 37 milyon TL olduğu görülüyor. Neden koca plazalar, şirket genel merkezleri, AVM’ler için daha farklı bir ücretlendirme uygulanmaz? Çok kaba bir hesapla AVM dükkanından ayda 1-2 TL vergi ya düşüyor ya düşmüyor. Yani McDonalds’ın faaliyetinin karlılığının devamı için belediyenin kamusal kaynakları bol bol kullanılıyor.
Yine yıllardır toplu ulaşıma dair herhangi bir planlamacı yenilik görünmemektedir. Örneğin büyüdüğüm Ankara’daki semt çocuklarından yaşlılarına kadar bir emekçi semtiydi ve sabah seferleri %50 indirimli olur, ara duraklarda durmaz direkt şehir merkezine insanları taşıyan ekspres seferleri olurdu. Bugün İstanbul’da sadece 1 yıl Levent Plazalar bölgesinde çalışan bir kişi bile neden aynı yöndeki onlarca hattın aynı duraklarda durabilmek ve yanaşabilmek için saatlerce uğraştığını anlayamaz. Neden Sancaktepe’den kalkan tüm otobüslerin 44 durağın 44’ünde de durduğunu anlayamaz.
İBB’nin bütçesine bakmaya devam edelim. Maliye Bakanlığından gelen tutar ise 28 milyar TL civarında. Peki burada kimse maliyet hesabı yapıyor mu? Yani belediye hiçbir harcama yapmadan merkezi vergi gelirlerinden 28 milyar TL alıyor (Bu Vergi Kanunu’nda göre yasal bir hak).
Demek ki zaten bazı kamusal hizmetleri sübvanse etsin diye belediyelere aktarılan bir kaynak var. (Tüm Türkiye’de toplanan vergilerin bir kısmı Maliye ve İller Bankası tarafından belediyelere aktarılır. İşin garip yanı ise bu vergi gelirlerinin çoğu ise zaten yine emekçilerin kâh ücretinden kâh alışverişinden kesilerek alınır.) Haliyle İETT zararda demek dünyanın en anlamsız cümlesi.
Rakamlarla daha fazla kafanızı karıştırmayayım. 1 yıl boyunca tüm toplu ulaşım araçlarından elde edilen bilet gelirleri İstanbul Büyükşehir Belediyesinin tüm gelirlerinin sadece %5’ini oluşturuyor.
2022 yılında ise raylı sistemlere 9 milyar TL harcanacak. Elbette raylı sistemler önemli ancak halkın bunca hayat pahalılığı çektiği bir dönemde neden paradigma değişmez? Örneğin neden CHP’li belediye başkanı ¨Gerekirse ben işe yürüyerek gidip geleceğim ama bu zamları halka yansıtmamak için elimden geleni yapacağım¨ demez? ¨Siz AKP’ye karşı CHP’yi mi zayıflatmaya çalışıyorsunuz¨ diyenlere denebilecek sadece şu: Siyasi rakibinin gerekçelerini kullanan bir yönetimin, siyasi rakibini bu alanda yenmesine imkân yok. Çünkü Özal’dan bu yana iktidara gelen tüm yönetimler/belediyeler söz konusu “kamu hizmeti” olunca birden maliyetleri keşfediyorlar. Bu sadece yöneticilere ait bir bakış değil yıllar içinde bu yönde deyim yerindeyse “beyin yıkama” o kadar yaygın bir hale geldi ki, otobüse binecek para bulamayan bir vatandaş bile otobüslerin ücretsiz ya da bütçesini sarsmayacak kadar ucuz olmaması gerektiği konusunda ikna olmuş vaziyette. Türkiye halkının büyük bir çoğunluğunun eşitsizliğin dibinde eşit olma konusunda inanılmaz bir isteği var.
Muhasebeci ile siyasetçinin tercihleri farklıdır. Bu farkı yaratıcı çözümlerle, kaynak kullanımın tercihlerini değiştirerek farklılaştırmak ise politik bir tercihtir. Örneğin İstanbul’da 4,5 milyon araç var. Bu araçların motor vergisi tutarına oranla araç başına 100 TL ile 5000 TL arasında “İstanbul vergisi” talep etmek politik bir tercihtir.
¨Buradan gelen tüm tutar toplu ulaşımın iyileştirmesi ve ucuzlaştırmasına harcanacaktır¨ demeniz bir şehircilik politikasıdır. Ama yoksulların lobisi yoktur. Tabela vergisi artınca esnafın, işletmenin vs. daha çok sesi çıkacak, özel araç sahipleri 100 lira için itiraz edecekler diye bu tercihler yapılmaz. Halbuki İstanbul insanların özel araçlarını kullanmamasını gerektirecek kadar nüfus yoğunluğu olan ve ulaşımı giderek “kalitesizleşen” bir kenttir.
Sonuçta CHP kendisini AKP’den ayrıştıracak bir model sunamayan, maliyeti topluma yayan bir anlayışı devam ettirmektedir.
Bu anlayışın merkezi iktidara geldiğinde de farklı bir model sunmasını beklemek hayal olacaktır. Benzer bir şekilde bunu sorgulamayan seçmenlerin de benzer sonuçlarla karşılaşacağı ortadadır. Her ekonomik tartışmada “Bir domates Almanya’da kaç avro biliyor musun sen” diye ortaya atlayan Alamancı amcalar gibi, “Berlin’de otobüs kaç avro biliyor musun” diye atlayan genç doktora öğrencilerini de bu tartışmada gördük. Paradigması aynı olan siyasi partilerin, seçmeni de zamanla birbirine benzeyecektir.
Yine belediye sözcüsünün öğrenci abonman fiyatlarını dolara çevirip bakın ne kadar ucuzlaştırdık demesi de AKP’li siyasetçiye benzeyecektir. Çünkü her ikisi de emekçilerin ücretlerinin dolara karşı ne kadar eridiğini görmemezlikten gelir. Asgari ücretin Avrupa’nın son sırasında olmasını geçtik, Çin’deki 23 eyaletin 21’inden bile daha düşük olduğundan bahsetmez. (Ki temel kıyas olan bu ölçüt Türkiye koşullarında tamamen geçersizdir. Avrupa’da asgari ücret alanlar %5, Çin’de %20 civarındayken Türkiye’de yapılan tahminlere göre -tahmin diyoruz çünkü 10 yıldır TÜİK bu oranı açıklamıyor yüzde 60’lar civarındadır.)
Örneğin belediye sözcüsünün yaptığı 2018 ve 2022 kıyaslamasını belediye işçilerinin ortalama net ücreti için yaptığımızda 2018 yılında 600 dolar maaş alan bir işçinin maaşının 360 dolara düştüğünü sitelerindeki mali raporlardan kabaca hesaplayabiliyoruz. [4]
Özetle belediyecilik ve şehircilik, muhasebecilik ya da mühendislik değil; onlardan çok daha politik bir tercihtir. Kamucu, sosyal ve katılımcı bir belediyecilik için farklarını ortaya koyamayanların ise tam da öğrencilere ithaf edildiği gibi “AKP’nin ekmeğine yağ sürdüğünü” rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü yağ sürme teknikleri aynı.
[1] https://www.iett.istanbul/webimage/files/2022%20MAL%C4%B0%20YILI%20B%C3%9CT%C3%87ES%C4%B0-s%C4%B1k%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r%C4%B1ld%C4%B1.pdf (İETT 2022 bütçe hedefleri)
[2] https://www.dw.com/tr/%C3%A7anakkale-k%C3%B6pr%C3%BCs%C3%BCnde-y%C4%B1ll%C4%B1k-garanti-%C3%B6demesi-246-milyon-euro/a-61173062