Soğuk Savaş döneminin en önemli muharebe alanlarından biriydi Avrupa. Birinci Savaş'ın ardından emperyal hiyerarşideki başat konumunu giderek Atlantik'in öte yakasına bırakan yaşlı kıta, İkinci Savaş'ın sonrasında ise artık büyük güçlerin çatışma sahası haline gelmişti. Önce faşizmi yükselten topraklar çok kısa bir süre içinde ABD öncülüğündeki emperyalist siyasetin müzakereci, diyalogcu, meşruiyet kaygılı aktörü kimliğini benimsedi.
Özellikle neo-liberal dönemden itibaren temel politikalar bakımından pek bir farkları olmayan, her ikisi de anti-komünist merkez sağ ve merkez "sol" politik aktörler arasında sıkıcı bir tenis maçına dönen Avrupa siyaseti, şimdi büyük bir bunalım içinde. Bu bunalımdan bir "yeni" çıkacak. Ama bu yeninin müzakereci, diyalogcu vb. bir yönde ilerlemeyeceğini görmemek için kör olmak gerek.
Avusturya, Macaristan, Polonya, İtalya gibi ülkeler aşırı sağ/faşizan iktidarlar tarafından yönetiliyor.
O meşhur İsveç sosyal-demokrat modeli çöktü ve faşist parti geçen yıl yapılan seçimlerde yüzde 18'le kilit pozisyona yerleşti.
Fransa'da "ortacı" ayağına yatan "ılımlı sağcı" Macron'un kamuoyu desteği yerlerde sürünürken, faşist Le Pen'in "ılımlı görünümlü yeni partisi giderek yükseliyor.
Rusya'nın müdahalesiyle fiilen bölünen Ukrayna'nın Avrupacı tarafı faşistlerin elinde.
İngiltere, "ben bu Avrupa Birliği manasızlığıyla uğraşamam artık" dedi ve Brexit'i nasıl hallederim arayışında...
İspanya'da nisanda yapılacak seçimlerde sağ iktidar bekleniyor ve faşist parti giderek yükseliyor.
Ve Avrupa'nın iki lokomotifinden biri Almanya...
2017 yılının sonundaki seçimlerin ardından aylarca hükümet kuramayan Almanya'nın merkez partileri, geçen yıl boyunca yapılan eyalet seçimlerinde sürekli oy kaybetti.
Almanya'da faşizm, Almanya için Alternatif (AfD) partisi ile yeniden yükseliyor. Başbakan Angela Merkel'in partisi Hristiyan Demokratların kardeş partisi Hristiyan Sosyal Birlik yükselen akıma göz kırpmak zorunda hissetti. İki kardeş parti arasında on yıllardır görülmemiş kavgaların koptuğunu izledik. Avrupa'ya göçmenleri aldığı için eleştirilerin merkezine yerleşen Merkel, bu tabloda, "ben bırakıyorum gayrı" dedi ve partisinin liderliğinden çekildiği gibi, bir daha da başbakanlık için aday olmayacağını açıkladı.
ABD'de Trump'a seçim döneminde strateji çizen faşist Steve Bannon, şimdi Avrupa'daki aşırı sağı toparlayıp üç ay sonra yapılacak seçimlere hazırlanıyor.
Dünya ekonomik krizi, kitlesel göç hareketleri, neoliberal politikalar sonucu oluşan yoğun güvensizlik ve güvencesizlik duygusu radikal olana kapı aralıyor.
Ahval ve şerait böyle seyrederken Münih, dün sona eren bir Güvenlik Konferansı'na ev sahipliği yaptı.
55.'si yapılan zirvenin raporunda "ABD, Rusya ve Çin arasında büyük rekabet var, dünyada taşlar yerinden oynuyor ve Avrupa ne bir güç ne de böyle bir iddiası ya da hazırlığı var" yazıyor. Rapor Trump'a "diktatörlere çok prim verdin" diye çatıyor.
Ve bu konferansın ev sahibesi Merkel, "Ah eski zamanlar ne güzeldi" tadında bir konuşma yapıyor. Rivayet o ki bu geçmiş zaman güzellemesi pek çok da alkış alıyor...
Merkel, "bırakın İran'la diyalog kanalımız olsun", "bırakın Rusya'yla ticaret yapabilelim", "tek taraflı adımlar atmayın" diye Trump'a yüklendikçe yükleniyor... Yükleniyor da...
Üzgünüm Bayan Merkel, bu kadim rolünüzün tiratlarını artık pek az kişi dinliyor...
Trump, daha iki gün önce geleneksel arka bahçeniz Polonya'da Ortadoğu için yeni ittifaklar kurmak için adım attı, Arabistan'ın petrol krallarıyla İsrail'i bir araya getirdi bile.
Evet ABD, siyasetin o her zaman için geçerli olan ve daha önce de Avrupa'ya uyguladığı bir kuralını devreye koydu. Müzakereyle değil elindeki güç enstrümanlarıyla işi çözmeye karar verdi. Giderek bütünlüğünü yitiren Avrupa'nın ülkelerine, her bir ülke içindeki siyasi güçlere "Bırakın bu laf cambazlarını, dolambaçlı Brüksel koridorlarını" mesajı verildi. "Brüksel'den bağımsız hareket edin, sınırları yükseltin ve aman ha Rusya'nın (ve bir adım Çin'in) etkisine kapılmayın" dendi...
Kavganın gürültünün ve maalesef kan ve gözyaşının pek çok akacağı bir döneme doğru son sürat ilerliyoruz. Emperyalist ilişkiler ağında ABD, bir kez daha güç göstererek kendi cephesine önderlik yapmak istiyor. Evet, yeni bir dünya kuruluyor ve Avrupa da o dünyada kuruculuğa değil yerini almaya zorlanıyor.