ABD'de Donald Trump yönetiminin öngörülemez, manyakça, saçma sapan işler yaptığını düşünenler fena yanılıyor. Trump, anlık tepkiler, refleksler vb. açısından "kaba saba", çoğu zaman kendi ekibini dahi zora sokan işler yapıyor olabilir ancak daha geniş bir açıdan bakıldığında gerek iç gerekse dış politikada gayet sistemli bir gidişat olduğunun hakkını vermeliyiz. Önerim, sosyal medya goygoyunun eğlenceli dünyasından kafayı biraz kaldırıp verilere odaklanmak. En azından düşmanın stratejisini görebilmek için...
ABD iç politikasını şimdilik bir tarafa bırakalım. Trump'ın başkanlık koltuğuna oturduğu Ocak 2017'den, hatta seçim kampanyası döneminden bu yana, bugün büyük fırtına koparan Ortadoğu, Latin Amerika ve Uzak Asya'ya ilişkin ne gibi tezlere sahip olduğu gizli değil. Bu tezlerin yalnızca Trump'a ait fikirler olmadığı, arkasında büyük bir sermaye ve "devlet aklı" desteği olduğu da ABD siyasetine aşina olanlar için açık.
Önce Suriye, şimdi Afganistan
Trump bütün bu dönem boyunca birkaç noktaya vurgu yaptı. Birincisi, ABD'nin Ortadoğu'daki askeri varlığını azaltmak ve bu bölgedeki çatışmalardan çekilmekti. Geçen yılın şubat ayında yaptığı bir konuşmada Ortadoğu'da 7 trilyon dolar harcadıklarını ve bunun bir akılsızlık olduğunu söylemişti. Ve bu yaklaşımın somut çıktılarını geçen aralıktan itibaren görmeye başladık. ABD yönetimi, Suriye'deki askeri varlığını çekme kararı aldı. Muhtemelen askerlerin bir kısmı eve, bir kısmı da Irak'ta var olan ve yenileri yapılması planlanan üslere dönecek. Ortadoğu konusunda bir yeni gelişme de bugünlerde yaşanıyor. ABD temsilcileriyle Katar'da geçen hafta boyunca görüşme yapan Talibancılar, Afganistan'da barış için uzlaşıya varıldığını açıkladı. Buna göre, Taliban, El Kaide ve IŞİD'in Washington ve müttefiklerine karşı tehdit olmasını engelleyecek ve bunun karşılığında ABD 18 aylık süre içerisinde Afganistan'daki birliklerini çekecek. ABD'nin bundan sonra bu geniş coğrafyada İran'a baskı politikasını sürdürme ve İsrail'i kollama yönünde ama mümkünse doğrudan çatışmaların içine girmeyen bir çizgiyi izleyeceğini söyleyebiliriz.
ABD açısından Ortadoğu'daki hesapların değişmesinde, mali kâr-zarar hesabının yanı sıra Rusya'nın devreye girmiş olmasının da payı olduğunu not etmek gerek... Rus ayısının podyuma çıkmaya karar vermesinden itibaren Ortadoğu'nun ABD açısından güreşmek için avantajlı bir minder olduğu elbette söylenemez.
Güreşmek mi istiyorsun...
Ya Latin Amerika? Trump'ın kampanya döneminden itibaren sosyalistlerin kökünü kazıma yeminleri ettiği, göçmen akışını durdurmak için varını yoğunu ortaya koyacağını söylediği ABD'nin hemen yanı başındaki önemli, değerli coğrafya... İşte bu coğrafyaya müdahale noktasında Trump için taşlar adım adım yerine oturdu. Çıkan kuru gürültüye itibar etmeyin... Trump'ın faşist göçmen politikasının ülke içinde alıcısı bir hayli fazla. Dahası, Kolombiya'da sağ iktidarın iyice yerleşmesi, Brezilya'da Jair Bolsonaro adlı faşistin başkanlık koltuğuna oturması ve Venezuela'da Maduro'nun geçen devlet başkanlığı seçiminde sergilediği hayli düşük performans, Trump için düğmeye basma zamanının geldiğini anlatıyordu. Meksika'da, ülke tarihinin ilk "sol/sosyal demokrat" başkanı olan Andrés Manuel López Obrador'un (AMLO) seçilmesi ise gül bahçesinin dikeni oldu. Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip, doğalgaz ve altın bakımından da dünya sıralamasında üst sıralarda bulunan Venezuela’ya müdahale, şimdi Meksika'da devlete ait petrol şirketini kasıtlı zarar ettirenlerle mücadele kararı alan AMLO karşıtı özelleştirme cephesinin de ağzını sulandırıyor. Bölgede bir sonraki iç karışıklığın Meksika'da patlaması hiç şaşırtıcı olmayacak.
Ancak Venezuela hamlesinin yukarıda sayılanlarla sınırlı olmayan komplikasyonları da var. Geçen aylarda Venezuela'ya savaş uçakları gönderen, son olarak da Maduro ve ekibini korumak için 400 paralı askeri yolladığı söylenen Rusya'ya da açık bir mesaj verilmiş oldu: Güreşmek mi istiyorsun, al sana Latin minderi!
Çin’in sınavı
Ortadoğu’da görece düşük profil tercihine yol açan akıl yürütmenin odaklandığı ve aslında stratejik bakımdan daha önemli saha ise Asya-Pasifik bölgesi. Trump’ın seçim zaferinin ardından ilk telefon görüşmelerinden birini Çin’le bağımsızlık kavgası veren Tayvan’ın lideriyle yapması elbette tesadüf değildi. Seçim kampanyası döneminde “Tek Çin” ilkesinden geri adım atılabileceğini söyleyen Trump, daha geçen ay Tayvan’a silah satışının artırılmasına ilişkin kararnameyi imzaladı. Çin’le ticaret savaşını başlatan Trump, Tayvan Boğazı’na savaş gemilerini de gezinti olsun diye yollamadı. Aynı, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’la hasret gidermek için görüşmediği gibi...
Evet, ABD sermayesi yeni kavga alanlarını Uzak Asya ve Latin Amerika olarak belirlemiş görünüyor. Rusya’nın alışık olduğu ve Ortadoğu’da yeni deneyimler kazandığı küresel ölçekli mücadelenin yeni evresi Çin’in bölgesel aktörlükten küresel aktör olmaya terfi edip edemeyeceğini de gösterecek.