Yalılar ve Bezirgân Taburları

Dünya ülkelerinin çoğunda ve T.C. Anayasası'nda geçen en temel maddelerden birinin kıyının, denizin kimsenin mülkü olamayacağıdır. Dolayısıyla halkın olması gereken yalıların sahiplerinin Rus oligarklar ya da Arap şeyhleri olmaları arasında bir fark yok. Tartışılması gereken sermaye mi sermayenin el değiştirmesi mi? Sermaye varsa el değiştirmesi de gayet doğal. Zira bütün bir Türkiye tarihi bunun üzerine kurulu.

Yunancada kıyı, sahil, kumsal gibi anlamlara gelen yalı kelimesi, Türkçede fazladan bir anlam daha kazanarak kıyıdaki ev olmuş. Özel olarak da İstanbul Boğazı’yla özdeşleşmiş. Boğaz yalıları tarihin her döneminde bir zenginlik göstergesi olarak boğazın içlerine doğru yayılmış. 

Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetesi’nin haber başlığı şöyleydi: “Boğaz yalıları şeyhlere gitti! Son bir yılda İstanbul Boğazı’ndaki yalıların yüzde 3’ü el değiştirdi.” Birçok abuk sabuk ifadeyle dolu haberin başlığından anladığım, zengin Arapların Boğaz yalılarını satın almasından duyulan rahatsızlıktı. Dünya ülkelerinin çoğunda ve T.C. Anayasası'nda geçen en temel maddelerden biri kıyının, denizin kimsenin mülkü olamayacağıdır. Dolayısıyla halkın olması gereken yalıların sahiplerinin Rus oligarklar ya da Arap şeyhleri olmaları arasında bir fark yok. Tartışılması gereken sermaye mi sermayenin el değiştirmesi mi? Sermaye varsa el değiştirmesi de gayet doğal. Zira bütün bir Türkiye tarihi bunun üzerine kurulu. Yalıların şeyhlere gitmesine üzülenler orada kendilerini sömüren yerli ve millilerin oturmalarını mı tercih ederler acaba? 

“Boğaz manzaralı daire/villalara Araplar ve Azeri vatandaşlar tarafından da talepler artmış durumda.” Bu haber metninde yer alan Arap ve Azeri vatandaşlar ifadesi de akla Çinli, Amerikalı, Fransız, İngiliz vatandaşlar gibi ifadeleri de getiriyor ister istemez. Şükür ki milliyetçi ya da ulusalcı değilim, yoksa dedelerimin emperyalizme karşı canını verdiği toprakların parsel parsel satılıyor olması karşısında delirirdim. Oysa dedelerimiz cephedeyken cephe gerisinde sermaye paylaşımı yapılıyor, mallara çökülüyordu. Nitekim adı geçen gazetenin binası da bir Osmanlı Ermenisine aitti. Türkiye’nin bugün her şeye rağmen kârlarını katlayan sermayedarlarının dedeleri o dönemde işbaşı yapmıştı.

Konu yalıdan açıldı, devam edelim. Malum kıyısı karasına göre daha az olan bir ülkeyiz. Var olan kıyıların çoğunluğu da yanlış planlama, çarpık kentleşme, kontrolsüz sanayileşmenin getirdiği çevre kirliliği gibi nedenlerle denize girmeye uygun değil. Oysa deniz herkesindi hani, hava gibi su gibi. Ama değil işte, nasıl suya para veriliyorsa, musluk suyu içilemiyorsa denize girmeye de para verilmeli artık. Zira gelinen noktada ülkedeki plajların büyük bir kısmı paralı. İşletmeci, nasıl oluyorsa halka ait olan plajları kiralayıp halka bu plajlarda günlük gölgelik ve şezlong kiralıyor. E tabii boğazda yalı varsa, kıyılara çökülecektir. İşgalcilerin dini, milliyeti olmaz!

Bezirgân genel olarak tüccar demek. Eskiden “aç kapıyı bezirgân başı” adında bir çocuk oyunu vardı, biz bu sözcüğü bundan dolayı biliyoruz, yeni kuşaklar bilmiyor olabilirler, bu normal ama bir de rivayet edilir ki Osmanlı ordusunun en sonunda bezirgân taburu bulunurdu. Öndeki akıncıların yağmaladıkları ganimetleri anında nakde dönüştürüp, malları dört nala Kapalıçarşı’ya götürüp sattıktan sonra yeniden ağır ağır ilerleyen orduya eklemlenirlermiş. Kısacası o gün de bugün de savaşların tek bir nedeni var… 

Peki bugünün bezirgân taburları kimlerden oluşuyor? Irak’ta, Suriye’de savaş neden çıktı? Her savaştan sonra inşaat ve ev eşyası sektörü canlanır, bir de doğum oranında büyük bir artış olur. İşte bezirgânlar bunu gayet iyi bilir. Kapitalizmin kendisi bir savaştır ve savaşları besler, savaşlardan beslenir. 

Boğaz yalılarının sahipleri paşalardı. Paşalar binlerce askere savaş alanına gitme emirlerini verdiler. Ganimetin en küçüğü yeniçerilere, ortası bezirgân taburlarına kalırken kaymağı paşalara kaldı. Bugün savaş filmi adı gibi harekât isimleriyle savaşa gidenler ve savaş sırasında ya da sonrasında bu savaştan çıkar elde edenler… 

Kıyılar halkındır, halk kıyıları kaybetti; su herkesindir ama içilemiyor; soluduğumuz hava hastalıklı, o da yakında paralı olacak ya da zaten paralı, patronlar işçilerle aynı yerde yaşamıyor. Yaşam ve insanın kurtuluşu varsa bu kurtuluş denizlerden, sulardan, kıyılardan başlayacak. O zaman da ne akıncılara yer olacak bu dünyada ne de bezirgân taburlarına.