Bu sayfalarda birçok yazar, birçok farklı boyutuyla birlikte bir hedefin altını sürekli çiziyor: Türkiye’de Türk halkı ile Kürt halkının duygusal kopuşu önlenmelidir. Türkiye, Saray rejiminin bombaları altında ve faşist bir dönüşümün yatağı olacak şekilde bölünmemeli, Türk ve Kürt ilerici güçlerinin dayanışması ve ortak mücadelesi ile bu gerici karanlıktan kurtulmalıdır. Türk ve Kürt halkı eşit ve özgür bir gelecek fikrinde, birlikte yaşama iradesinde buluşmalıdır.
Buraya kadarı için, belirgin bir itiraz görünmediğine göre, sorun yok denebilir. Ancak, mesele, bu sözlerin bir dilek ya da niyet olmaktan çıkarılıp, siyasal ve toplumsal bir muhalefet hareketinin programatik ve stratejik unsuruna dönüştürülmesidir. Diğer bir deyişle, Türk ve Kürt halkının birlikte yaşama iradesini sergileyebilmesi için, Türk ve Kürdün gerçekten eşit ve özgür biçimde birlikte yaşayabileceği, ortak emek ve özveriyle kurabileceği bir ülke fikrinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Bir ütopya inşa etmekten değil, bir hedefe nasıl ve hangi araçlarla varılacağını ortaya koymaktan söz ediyoruz yani.
Bunun yolu ise, mücadelede ve gelecek tahayyülünde ortak amaç ve araçlara, ortak talep ve gündemlere sahip olmaktan geçiyor. Birlikte yaşama iradesi, birlikte sahip olunan bir hedefi gerektiriyor çünkü.
Bugünün koşulları açısından bakıldığında, Türk ve Kürt halkının birlikte yaşama iradesini güçlendirecek, her iki halkı eşit ve özgür bir ülke fikrinde buluşturacak olanın AKP gericiliği ve faşizmiyle mücadelede ortaklaşmak olduğu görülebilir. Saray rejiminin Sur’da ya da Cizre’deki saldırganlığı ile ODTÜ’deki saldırganlığı arasında bir bağ varsa, bu bağın birbirine tutturduğu halkların birlikte siper almaları da kaçınılmazdır.
Şimdiye kadar bu bağın ve ortak mücadele pratiğinin güçlendiği anlar da zayıfladığı anlar da oldu. Ve güçlendiği her anda, AKP iktidarı daha da zor duruma düştü, savunmaya çekilmek zorunda kaldı ya da hedeflerine ulaşamadı. Bu anların özelliği ise, tüm özel ve farklı taleplerle birlikte, AKP’nin, Saray rejiminin geriletilmesine, giderek yıkılmasına yönelen bir ortak mücadele dinamizminin yaratılmasıydı.
Ortak, yani Türkiye’yi bir bütün olarak ele alan, birlikte yaşama tahayyülünü öne çıkaran, eşit ve özgür bir ülke fikrine yaslanan bir mücadele dinamizminden söz ediyoruz. Siyaset biliminin terminolojisine başvuracak olursak, AKP’nin gerilediği uğrakların, muhalefetin ülke ölçeğinde siyaset yapmayı hedeflediği ve başardığı uğraklar olduğunu söylemeliyiz.
Artık bu yazının konusuna gelebiliriz.
AKP iktidarında hem Türkiye solu hem de Kürt Özgürlük Hareketi, sistematik ve planlı biçimde “yarım ülke” ölçeğinde siyaset yapmaya zorlanmaktadır. Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamları, bu zorlamanın en açık örnekleridir. Saray rejiminin bu katliamlar ve bunlara eşlik eden siyasal/ideolojik operasyonlarla elde etmeyi arzuladığı fayda, Türk ve Kürt ilericiliğinin buluşmasını önlemek, iki halkın birlikte yaşama iradesini zayıflatmak ve AKP karşısında ortak bir kurtuluş hareketinin dinamizm kazanmasını imkansızlaştırmaktı.
Bu tablonun tahmin edilen sonuçlarının ötesinde, en büyük tahribatı, AKP’nin, Türkiye ölçeğinde siyaset yapan tek özne olarak kalmasıdır. Diğer bir deyişle, Türkiye solu ve Kürt Özgürlük Hareketi “yarım ülke” ölçeğinde mücadeleye sıkıştıkça, ülkemizin tamamı AKP’ye teslim edilmiş olmaktadır.
AKP’nin bunda başarılı olduğunu, Türkiye solunun ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin kimi tercihlerinin de bu başarıya kısmen alan açtığını söylemekten gocunmamalıyız. Gocunmayıp, hızla kaybettiğimizi geri almaya, yeniden ülke ölçeğinde siyaset yapmanın yollarını bulmaya çalışmalıyız.
Kuşkusuz her siyasal hareket, kendisine kısmi alanlar tarif eder, seslenme ve örgütlenme hedeflerini önceliklendirir, toplumun belirli kesim ve coğrafyalarıyla daha derinden etkileşim içine girmeye çalışır. Kastımız bu değil, tüm bu çalışmaların yöneldiği programatik ve stratejik hedefin bütünlüğü, büyüklüğü, ölçeğidir. Ülke ölçeğinde siyaseti AKP’ye teslim ederek kaybedeceğimiz şey, tam da Türkiye’yi bir bütün olarak kurtarma, bir ortak yurt, eşit ve özgür bir ülke olarak kurma perspektifidir.
“Yarım ülke” ölçeğinden tüm ülke ölçeğine yükselmek ise, ülkenin ilerici kesimlerinin tümünün üzerinde ortaklaşabileceği bir hedefler ve araçlar bütününde anlaşmakla mümkündür ancak.
Dengecilik ya da asgari taleplerle yetinmecilik değil sözünü ettiğimiz. Zira Türkiye’nin AKP gericiliğinden kurtuluşu, iki halkın eşit ve özgür bir ülkenin inşası için ortak mücadelesi hedefi, hiç de dengeye ya da yetinmeye sığdırılabilecek şey değildir. Çünkü eşit, özgür ve kardeşçe bir ülke, sömürünün ve yoksulluğun, haksızlığın ve baskının olmadığı bir yurt fikrinden daha ileri bir siyasal program icat edilmemiştir henüz. Bu hedefte bir araya gelenlerin, dengeciliği değil köktenciliği, yetinmeciliği değil aşırılığı dikkat çekecektir hatta.
Bu anlamda, Türkiye’de AKP rejimine karşı bir ortak kurtuluş mücadelesinin oluşturulması görevi, ortak bir Türkiye tahayyülünün geliştirilmesi, Türk ve Kürdün ülkesinin inşa edilmesi çabası ile eşzamanlı yürütülmelidir.
Daha önce de vurguladığımız gibi, eğer Kürt sorunu sadece Kürdün sorunu değilse, artık kavga konusu olan üzerinde yaşadığımız ülkenin geleceğiyse, yani Türkiye “Türkiye” olarak kalmak istiyorsa Türk ve Kürdüyle birlikte kurtulmak zorundaysa, AKP rejiminin beraberce alaşağı edilmesi de zorunluluktur.
Hedeflerin, taleplerin ve gelecek beklentilerinin “yarım ülke” ölçeğinde tanımlanması ise, her şeyden önce, birlikte yaşama iradesini ve ortak gelecek hedefi için yürütülecek mücadeleyi imkansızlaştırmaktadır.