"Yaşasın Amerika!"

17 Aralık operasyonunun ardından 18 Aralık'ta soL gazetesi yayın kurulu hiç tereddüt etmeden "Hükümet İstifa" manşetini patlattı.

O günü ve sonrasındaki yazıişleri tartışmalarımızı hatırlıyorum. AKP'ye dönük operasyonun ABD 'ye rağmen yapılmadığı konusunda hiçbir tereddütümüz yoktu.

ABD öyle ya da böyle bu operasyon hakkında en azından bilgi sahibiydi. 

Sonra özellikle dış haberler servisinin ısrarla takip ettiği NSA gündemini çok önemsedik. 

17 Aralık ve sonrasında ortalığa dökülen dinlemelerde F tipi örgütlenmenin payı olduğu açıktı. Öte yandan meselede, NSA bağlantısı, Alman istihbaratının payı vs. olduğu üzerinde de durduk.

Ve bütün verileri, değerlendirmeleri hesaba katarak AKP'nin üzerine gitmek gerektiği sonucuna vardık.

Bir kez olsun, "ABD'ci ya da Fethullahçı mı olduk" diye sorgulamadık.

O dönem, soL'daki arkadaşlara söylediğim bir şeyi, paylaşmak isterim:

Ekibimiz o gün, diyelim yerel seçimlerin gecesinde Ankara'da oylarına sahip çıkan yurttaşlara yaklaşırken "Mansur Yavaşçılık yapmayalım ha" demeyecek kadar politikti.

***

2007... "AKP'yi İstemiyoruz" sloganıyla yürütülen çalışmalar... "AKP'yi istemiyorsunuz da CHP'yi mi istiyorsunuz" sorusu bize komik geliyordu. AKP'yi istemeyen milyonları CHP etkisinden kurtarıp sol bir hatta örgütlemenin mümkün olduğunu düşünüyorduk. Korkmuyorduk...

***

Yurtseverlik kavramı üzerinden yürütülen ideolojik ve siyasi mücadele... Yurtseverlik dendiğinde milliyetçiliğin mi önü açılacaktı, yoksa büyük siyaset alanına cesurca girip milliyetçiliğin alanı mı kapatılacaktı? Biz ikincisini yapma ihtimalini gördük, ona yüklendik.

***

Lenin mesela... Barış ve toprak talebini haykırırken sosyalizm demeyi unutmuş muydu? "Barış ve toprak kapitalizmin çözebileceği sorunlardır yoldaşlar, bugün önemli olan sömürünün sonlanması talebini haykırmaktır, sosyalizmi düşünmeyen ortalamacıdır!"* dese birisi haklı mı olurdu?

Daha da ötesi, Lenin'e, belli bir konjonktürde öne sürdüğü "ulusların kendi kaderini tayin hakkı" ilkesi için, yine birileri çıksa ve "bu talep emperyalistlerin de talebi, biz nasıl onların kuyruğuna takılırız" dese alkışlamak mı gerekecekti?

***

Bilinç ve siyaset, dünya görüşü ve topluma dönük ayrıştırıcı müdahaleler birbirlerinden apayrı kompartmanlar değil elbette ancak bir açı olduğu doğru... O yüzden sosyalist bilinç ve sosyalist siyaset diye iki kavram kullanıyoruz. Bir ve aynı şey olsalar iki kavrama gerek kalmazdı.

Siyaset, özellikle de sosyalist siyaset, ülkenin nasıl yönetileceği, somut gündemlerde hangi kararların alınacağı gibi konularda, toplumu emekçilerin çıkarları doğrultusunda taraflaştırma işlemidir. Yine Lenin'den alıntıyla, milyonlarla yapılır. "Milyonlarla yapılır"ın anlamı, "arkana her defasında milyonları alırsın" anlamına gelmez. Senin siyasi müdahalen milyonları ilgilendiren, etkileyen, taraflaştıran bir muhtevaya sahip olmalıdır. Ve güç işidir...

Her konuda ve her anda, o güç ve o olanaklar geçerli olmayabilir. Kendini cepheye sürmemeyi tercih edersin. Bunu edeplice yapmanın bin türlü yolu vardır.

Ya da hata yaparsın... Siyasette bu da vardır. 

Lenin'in 1905 Devrimi'ne yaklaşımında bunların hepsinden görmek mümündür.

Devrim'in nereye kadar gidebileceğini görmüştür. Kendi gücünün sınırlarının farkındadır...

Dahası, 1905 Devrimi'nin çocuğu olan Sovyet örgütlenmesi ilk ortaya çıktığında Lenin bunu lanetlemiştir. Ama kadrolarının buradaki varlığından rahatsız değildir. Çok kısa bir süre içinde de Sovyet örgütlenmesinin olanaklarını fark etmiştir. 

Tekrarlayalım, siyasi müdahaleler, sosyalist bilinçten bağımsız düşünülemeyeceği gibi; güç, olanaklar, somut durumun somut tahlili gibi ögelerden azade de değildir.

***

Bugün de, emperyalizmin palazlandırdığı gericiliğin bölgede taş üstünde taş bırakmadığı bir ortamda, "gericilikle mücadele bizim işimiz" diye ortaya çıkmak, bölgedeki ilerici güçlerin bağımsızlık ve laiklik ekseninde buluşmasının ABD'yi ve AKP'yi geriletecek bir adım olduğunu iddia etmek, evet, cesaret gerektiriyor. ABD'yi kadiri mutlak bir güç olarak görmektense, "minderde biz de varız" diyoruz...

***

En büyük üçkağıt nedir derseniz...  Güç ve olanaklara ilişkin yaptığın kötümser değerlendirme sonucunda, cesaretinin yetmediği siyasi mücadeleyi neredeyse "Amerikancılık" diye yaftalamaya kalkmaktır. 

Küçük, hatta olmayan siyaseti; büyük siyaset diyenlerin karşısında "akıl" diye pazarlamaya çalışma uğraşıdır.

Örneklerini çok gördük:

"Yurtseverlik" diyenlerin karşısına, "gördünüz mü, sosyalizmden vazgeçtiler" diye çıktılar...

"Laiklik mücadelesi yükseltilmeli" sözünün karşılığı olarak, "gördünüz mü, ortalamacı oldular" dediler...

"IŞİD'i durduracağız" iddiasında olanları "gördünüz mü, Amerika'dan medet umuyorlar" diye karalamaya kalktılar.

Korkuları ve güvensizlikleri öyle baskındı... Gerçek mücadeleden kaçmayı meşrulaştırmak adına korkulara oynadılar, korkuları kullandılar:

AKP'yle mücadeleye girmemek için YAŞASIN CHP!

Anti-emperyalist, yurtseverce mücadeleden kaçmak için YAŞASIN MİLLİYETÇİLİK!

Ve bugün bölgede gericiliğe ve emperyalizme karşı gerçek bir mücadeleye girişmemek için...

YAŞASIN AMERİKA!

* "Ortalamacılık" kavramı devrimci mücadele literatüründe ne zaman böyle merkezi bir rol oynadı, her niyete yenen muz mudur, kibir duygusunun yazınsal dışavurumu mudur, gibi sorular başka yazının konusu olsun...