Öngörü önemli bir kavram, özellikle de siyasette... Bazen karıştırılıyor ya da anlamazlıktan geliniyor ancak kehanetten ya da müneccimlikten bahsetmiyoruz.
Öngörü neden önemli? Ya da sınırları nerede başlıyor nerede bitiyor?
Kitlelerle, milyonlarla yapılan bir iş olarak siyasette, dinamikleri yakalamak zorundasınız. Toplumsal dinamiklerin tetiklenmesinde öncelikle üretim ilişkilerinin büyük payı var. Üretim ilişkilerinin üzerinde yükselen toplumsal alan; iklim, coğrafya, din, etnisite, bunlarla birlikte şekillenen kültür vs. gibi faktörlerle şekilleniyor. Elbette bu faktörlerin üretim ilişkilerinin kuruluşunda da etkileri bulunuyor. Yani etkileşimli bir süreçten bahsediyoruz.
İşte bu toplumsal alanda, gerilimlerin nerelerde yoğunlaştığı, tepkilerin nasıl oluşacağı, ne yöne akacağı gibi konularda belli öngörülere sahip olmanız gerekir.
Burada bir parantez açalım ve bir an için, gerilimler, tepkiler ve bunların yönü vs. dendiğinde, tüm bunların siyasi öznenin müdahalesinden bağımsız (azade) olup olmadığı sorusuna odaklanalım.
15-16 Haziran 1970'te gerçekleşen büyük işçi kalkışması örneğimiz olsun. Bu kalkışmanın karar anının doğrudan bir siyasi öznenin etkin tutumuyla ilişkili olmadığını biliyoruz.
15-16 Haziran'ı anlamaya çalışırken, ithal ikameci üretim modelini, Türkiye'deki proleterleşme sürecini, 27 Mayıs 1960'ta yaşanan darbenin etkilerini, küresel siyasal-ideolojik iklimi, Türkiye'deki işçi örgütlenmeleri, sosyalist ve komünist mücadeleler tarihini, gençlik mücadelelerini ve nihayet Türkiye İşçi Partisi'nin yarattığı dalgayı hesap etmeniz gerekir.
Yani, TİP karar verici noktada olmasa dahi, faktörleri sıralarken bu siyasi öznenin biriktirdikleri ve yarattıkları mutlaka dikkate alınmak durumunda.
Parantezi kapatıp devam edelim...
Yukarıda da belirttiğimiz gibi siyaset kitlelerle yapılıyor ve onların (ve onların hangi katmanlarının) nasıl bir tepkisellik ve dinamizm içerisinde olduğuna ilişkin elinizde verilerin olması gerekiyor.
Öngörü işte bunun için gerekli...
Gerçek iktisadi-siyasi-sosyal verilere sahipseniz, sezgileriniz (sezgi hem bilimde hem toplumsal mücadelelerde yani tüm yaratıcı süreçlerde çok önemli bir faktör) güçlüyse ve sahip olduklarınızı etkili kullanabilme yeteneğine ve araçlarına sahipseniz, doğru siyasete ramak kalmış demektir.
Risk faktörü, beklenmedik gelişmeler, afetler, sürprizler elbette her zaman mümkün; ancak doğru siyaset aynı zamanda, hem nerede duracağını bilmek hem de öngörülemeyen noktalara ilişkin belli güvenceler, korunaklı alanlar yaratabilmek anlamına da geliyor.
Bu sıkıcı ve kimileri için gereksiz satırlar, bugün odaklanacağımız kriz dinamiklerinin ancak ve ancak öncü partinin müdahaleleriyle birlikte ve ona bir doğrultu çizmek üzere ele alınabileceğini vurgulamak için yazıldı.
AKP CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDEN GÜÇLENEREK ÇIKMADI
Bu köşede çıkan ilk yazının üzerinden yaklaşık 7 ay geçti.
13 Ağustos tarihinde, yani Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen ardından yayımlanan ilk yazının başlığı "Yüzde 54"tü. Seçim sonuçlarının analizini ve son yılların toplumsal-siyasal dinamiklerini hesaba katarak, şu tespitte bulunmuştum: "2010 referandumunda yüzde 58'e 42 olan durum, şimdi yüzde 46'ya 54, Erdoğan karşıtlarının lehine. 2010'da sosyalistlerin ileri doğru hamle yapabilmesi için yüzde 42 değer taşıyordu, şimdi yüzde 54..."
Cumhurbaşkanlığı seçimi sonucundan, göreli istikrar, AKP rejiminin ve İkinci Cumhuriyet'in konsolidasyonu gibi sonuçlar çıkaranların cirit attığı bir ortamda bu tespit belki biraz iddialı göründü.
Daha sonraki yazıların geneline yayılan iyimserliğin kaynağının da ilk yazıdaki tespit olduğunu belirtmek gerekiyor.
Ve geçenlerde bir anket yayınlandı.
KONDA'nın genel müdürü Bekir Ağırdır, Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda araştırmanın sonuçlarını söyle anlattı:
"Kutuplaşma oranlarına baktığımızda geçmiş yıllarda AKP yandaşları yüzde 35 iken AKP karşıtları yüzde 25’lerdeydi. Son yaptığımız araştırmada ise bu oran tersine döndü. İlk kez AKP yandaşlarının oranı karşıtlarına göre azınlıkta.”
MARJLAR DEĞİŞTİ, SİYASETTE RADİKALİZMİN ÖNÜ AÇILIYOR
Ağırdır aynı mülakatta yüzde 65 seviyesine ilerleyen kutuplaşmanın da ciddi bir huzursuzluk ve gerginliğin işareti olduğunu söylüyor.
Benzer şekilde, İleri Haber'de çıkan yüzlerce köşe yazısı (yüzlerce köşe yazısından bahsetmek büyük gurur kaynağı!) toplumsal-iktisadi-siyasi kriz ve artan gerginlik üzerineydi.
Birkaç yazıda marjların yeniden tanımlandığını ve sağdaki ya da soldaki siyasi ortalamanın giderek radikal uçlara doğru seyirttiğini anlattık.
KRİZ DERİNLEŞİYOR: EMEKÇİ AYDINLANMASI BU NEDENLE ÖNEMLİ
Devam edelim...
İktisadi tablonun, (illa krizden bahsetmiyorum) var olan gerginliklerin, tepkilerin ve dinamiklerin önemli bir belirleyeni olduğunu, güvencesizlik ateşine sürekli yeni odunların atılmakta olduğunu ifade ettik.
AKP Türkiyesi'nin temelini oluşturan ekonomik girdilerin, onu nasıl bir rejime, nasıl bir ideolojiye sevk ettiğini anlattık.
Bazı saflar için anlaşılmaz olsa da, örneğin laiklik ve özgürlük alanında yaşanan ağır bunalımın bu ekonomik programla ilintisi olduğunu defalarca söyledik.
Kısacası...
Öngörülerimiz doğrulanıyor.
SİYASETTEKİ YENİLENME İSTİKRAR SAĞLAMAYACAK
Yine eski birkaç yazıya referans vereceğim. "Demirtaş alkışından Bekaroğlu CHP'sine giden yol" ve ondan önce yazılmış "Operasyonun hedefinde ne var?" başlıklı yazılar, Türkiye siyasetinin yeniden şekillendirilmesi isteğine ilişkin öncü yazılardı. Yani, AKP sonrası Türkiye siyasetinin nasıl düzenlenmek istediğine, hangi aktörlerle ilgili nasıl arayışlar olabileceğine ilişkin çeşitli öngörüler içeriyordu.
Ancak bu yazılar, stabilizasyon beklentisiyle değil, halihazırda devam eden yönetim biçiminin yaşadığı sıkıntıların nasıl yenilenmek isteneceği ve olası sonuçların da istikrarsızlık dışında bir sonuç vermeyeceği düşüncesinin altını çizmek üzere kaleme alındı. Nihayet, "sosyalizmin eşik atlayacağı bir dönem" ve "istikrarsızlığın süreceği" tespitlerinden yola çıktıysanız, başka türlüsünü yapmak garip olur.
YOĞURTSUZ AYRAN, ERDOĞAN'SIZ AKP
Bir de şu var:
"Erdoğan'sız AKP isteniyor" deniyor. Güzel, hayatta hepimiz bir şeyler istiyoruz. Ama olacak şey var, olmayacak şey var...
Gezi Direnişi sırasında da söylenmişti. Erdoğan biraz daha farklı davransa sonuç böyle olmazdı, deniyordu.
Erdoğan farklı davransa, AKP böyle bir parti olmazdı, toplumsal tepkiler başka şekilde oluşurdu, Türkiye'ye biçilen rolün hakkını verecek bir parti inşa edilemezdi, mücadele başlıkları farklılaşırdı... Daha sayalım mı?
Erdoğan olmazsa AKP olmaz. Adı aynı kalır belki ama bizim bildiğimiz, siyasi mücadelenin merkezine yerleştirdiğimiz o parti de biçim değiştirir.
Örneğin Körfez sermayesi ile ilişkiler yeniden ve farklı şekilde kurulur.
Örneğin, ülkenin aydınlanma birikiminin mücadelesi, mücadele içinde kendini yeniden şekillendirişi, yordamı farklı olur.
ERDOĞAN'IN KOZU: 'BENDEN SONRASI TUFAN'
Gördüğümüz şudur, liderliği yurt içinde ve yurt dışında, parti içinde ve parti dışında ciddi bir tartışma konusu olan Erdoğan yeni ittifak arayışlarına girecek ve direnecektir.
Erdoğan direncinin arkasında, IŞİD'in nüfuz alanını genişletmesi, Obama sonrası senaryolarında ve Rusya-ABD ilişkilerinin seyrindeki belirsizlik, ülke içinde yarattığı gerici tahkimat, siyasi alternatifsizlik vb. etkenler bulunuyor.
Erdoğan'ın yeni ittifak ve siyaset arayışlarında ise Ortadoğu denkleminin ve Kürt meselesinin yarattığı tedirginlik, kriz ve kargaşa ortamının dize getiriciliği belirleyici olacak.
SİYASİ YOL HARİTASINI BELİRLEYECEK DİNAMİKLER
Siyasi yol haritasını oluştururken, aydınlanmacılığın halkçı-emekçi bir damarla buluşarak kendini devrimci bir biçimde yeniden üretmesi çok önemli. Gençliğin, kadınların, sınıfın kimi özel bölmelerinin, Alevilerin yeni bir tarzda örgütlenmesi biraz da bunun için gerekiyor.
Proleterleşen ve giderek öfke biriktiren yığınların, kendini kimi zaman tribünde, kimi zaman bir öğretmen ya da kadın cinayetinde ya da ağacını korurken ortaya koyduğu tepkileri bütünlüklü bir mücadele içine aktarmak bunun için gerekiyor.
Ya Kürt dinamiği?
Kabul edelim ki, Türkiye'de Kürtleri dışlayan bir emekçi aydınlanmasından bahsetmek ciddiyetsizlik olur. Sosyalist iktidar arayışında olanlar açısından Kürt emekçilerinin bu yol haritasıyla nasıl ilişkileneceği sorusuna yanıt vermek gibi bir sorumluluk bulunuyor.
Bunun için bir yol, ölçeği genişletmektir.
Türk, Kürt ve Arap halklarını içerecek bir yeni ufuk çizgisi önerilebilir. Türkiye de dahil olmak üzere, bölgemizin siyasi biçimlenişi için yeni pozitif önermeler üretilmelidir.
İktidarcılık ve devrimcilik kavramlarını başka türlü düşünemiyorum.
SABİT AYAĞIMIZI SAĞLAM BASMAK İÇİN...
Bu nokta elbette bizim siyaset yaptığımız serbest ayağımızdır. Ancak her serbest ayak bir sabit ayağa gereksinim duyar yoksa uçarsınız.
Bizim sabit ayağımız elbette teori, elbette ideolojik netlik olacaktır ve bu alanda Birinci ve İkinci Cumhuriyet analizleri, Türkiye'de iktidar değişikliklerinin dinamikleri, dünya kapitalizminin seyri ve ihtiyaç duyduğu yeni siyasi-ideolojik formasyonlar, yeni ideolojik-siyasi formasyonlara yanıt üretecek ve "eski"ye dönüşü reddeden kültürel çalışmalar ve radikal demokrasicilik eleştirisi özel olarak önem kazanmaktadır.