AB-Türkiye ilişkilerinde yeni kriz dinamikleri

AB-Türkiye ilişkilerinde yeni kriz dinamikleri

Sıkışma nasıl aşılacak? Bir tarafta Türkiye’nin tehditkâr ve fırsatçı dış politikası, diğer yanda bu kozu Türkiye’nin eline vermek istemeyen ve bunun için mülteci meselesinde farklı bir siyaset izleyen Merkel var.

Türkiye ve Avrupa Birliği arasında yaşanan gerilim son haftalarda daha da hissedilir boyutlara ulaştı. Almanya’nın Köln kentinde yapılan mitinge Erdoğan’ın videoyla bağlanmasına izin verilmemesinin ardından tırmanan gerilim, 15 Temmuz sonrasında farklı bir boyuta ulaştı. Karşılıklı restleşmelerin yaşandığı tabloda AKP/Saray Rejimi ‘Mülteci meselesini’ AB’ye karşı bir tür koz olarak kullandığı görülüyor. AB dışişleri bakanları ise Türkiye’nin restleri karşısında, “bu iş Türkiyesiz nasıl çözebilir?” sorusunun cevabı için çözüm arayışında oldukları anlaşılıyor. Özellikle vize serbestisinin kaldırılması bir tür karşı adım gibi görülse de, AB genel itibariyle ilişkilerin “normalleşmesini” talep eder konumda. Elbette Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin askıya alınması ve AB üyeliğinin ancak Erdoğan sonrası dönemin konusu olacağına dair görüşün, bu “normalleşme” hamlesinden ne anlaşıldığını ortaya koyuyor. Öyle ki, AB Komiseri Günther Oettinger’in yaptığı açıklamada, “Türkiye, AB için ekonomik ve coğrafi açıdan stratejik bir ülke. Türkiye ile iyi ilişkiler AB açısından da önemli. Ancak bugünkü şartlar altında bir üyelik önümüzdeki on yılı aşkın bir süre için gerçekçi değil. Bu daha çok Erdoğan sonrası dönemin bir konusu olacaktır” açıklaması, AKP’nin son dönem kestirilemeyen ve belirsiz dış politika hamlelerinden AB’nin ne kadar rahatsız olduğunu açığa çıkartıyor.

VİZE SERBESTİSİ OLMAZSA KAPILAR AÇILIR!

AKP’nin mülteci meselesini bir koz olarak kullanması elbette yeni bir şey değil. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçtiğimiz haftalarda yaptığı bir açıklamada, vize serbestisinin sağlanmadığı durumda Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşması'ndan vazgeçileceğini açıklaması yaşanan krizi daha da derinleştirmişti. Bu açıklama AB tarafından alenen bir şantaj olarak görülüyor. Bu açıklamanın ardından ilk tepki Avusturya Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz’dan geldi. Kurz, AB’ye üyelik müzakerelerinin durdurulması gerektiği yönündeki görüşlerini tekrarladı ve Türkiye ile imzalanan geri kabul anlaşmasının bir nevi "Kartondan ev” olduğunu belirtti. Avusturya Dışişleri Bakanı, ”Geri Kabul Anlaşması zaten işlemeyecekti. Avrupa’nın yanlış sığınmacı politikasının kartondan evi yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya” ifadelerini kullandı. AB’yi kendi sınır güvenliğini almaya çağıran Kurz, AB’nin şantajdan kurtulmak için kendi sınırlarını kendisinin koruması gerektiğini dile getirdi. Kurz,”Şayet bunu yapmazsak, Türkiyesiz çözüm bir hayal” ifadelerini kullandı.

Ayrıca Almanya’da yapılan kamuoyu yoklamasında halkın yüzde 52’sinin sığınmacılar konusunda AB ile Türkiye arasında imzalanan geri kabul anlaşmasının iptal edilmesini istemesi de oldukça çarpıcı bir gelişme. Anlaşmaya büyük önem veren Almanya Başbakanı Angela Merkel'in partisi Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) taraftarları arasında da anlaşmanın iptalini isteyenlerin hayli yüksek oluşu, Türkiye-Almanya arasında yaşanacak yeni bir krizin habercisi niteliğinde.

MERKEL ZOR DURUMDA

Yukarıda da belirttiğim gibi Almanya’da hiç azımsanmayacak oranda sığınmacılar konusunda AB ile Türkiye arasında imzalanan geri kabul anlaşmasının iptal edilmesine yönelik bir eğilim var. Bu basınç sadece toplum nezdinde değil, aynı zamanda Başbakan Angela Merkel'in genel başkanı olduğu Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU)’nun içerisinde de kırılmalara neden oluyor. Son olarak Almanya'nın kuzeydoğusunda bulunan Mecklenburg-Vorpommern eyaletinde yapılan seçimlerinde sağ popülist parti Almanya için Alternatif (AfD)’nin CDU’yu geride bırakarak ikinci parti olması, parti dışında yaşanan tartışmaların bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bu seçim başarısızlığının ardından ortaya çıkan tartışmada CDU içinde partinin önde gelen isimleri başarısızlığın hesabını Merkel'e çıkartıyor. Hristiyan Sosyal Birlik Partili (CSU) Maliye Bakanı Markus Söder yaptığı açıklamada, “Seçmenlerin sesini duymazdan gelmek artık mümkün değil. Berlin'de politika değişikliğine ihtiyaç bulunuyor” şeklinde konuştu. CSU'nun iç politika sözcüsü Stephan Meyer ise, yaptığı açıklamada, “Sonucun CDU için felaket” olduğunu kaydetti. Meyer, CDU'nun hezimete uğramasının başlıca sebebinin seçmenlerin Merkel'in mülteci politikalarından memnun olmaması olduğunu belirtti. Kardeş parti CSU’dan gelen bu tepkiler sonrasında, CDU içişleri uzmanı Wolfgang Bosbach da yaptığı açıklamada, “CDU bir eyalette ancak üçüncü parti çıkıyor ve AfD'nin gerisinde kalıyorsa, bu tarihi bir andır” açıklamasını yaparak Merkel'in yüz binlerce sığınmacının kabulüne olanak sağlayan mülteci politikasının büyük bir sorun olduğuna işaret ediyor.

[ih2]

Peki, bu durumda bu sıkışma nasıl aşılacak? Bir tarafta Türkiye’nin tehditkâr ve fırsatçı dış politikası, diğer yanda bu kozu Türkiye’nin eline vermek istemeyen ve bunun için mülteci meselesinde farklı bir siyaset izleyen Merkel var. Fakat şurası bir gerçek ki, AB’nin mülteci politikalarında tuttuğu dengeler eskisi gibi değil. Yani Türkiye’nin mültecileri dış politikada bir nevi koz olarak kullanmasının önüne geçmek için kapıların mültecilere açılması gündeme gelse de, diğer taraftan bu durumun AB’deki iç dengelerin kırılmasına neden görülüyor. Bu nedenle Merkel’in ve diğer AB konseyi üyelerinin yapacağı, mülteci koridorunu Türkiye’nin dışında alternatif bir bölgeye çekecek olmasıdır. Bunun için Yunanistan biçilmiş kaftan olarak görülse de (AB’ye ekonomik bağımlılık); bu noktada da bir sınırın olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla ilerleyen dönemler AB’nin Kuzey Afrika hamlelerini atacağı düşünülmelidir.

TÜRKİYE’DEN GİDEN MÜLTECİ SAYISINDA ARTIŞ VAR

AB ile yaşanan gerilimlerin ve 15 Temmuz girişiminin “dış mihrak”ların dâhilinde gelişen bir süreç olduğu belirtilmesinin ardından, Türkiye’den giden mülteci sayısından gözle görülür bir artış yaşandığı belirtiliyor. Türkiye-AB anlaşması kapsamındaki mülteci ve göçmen sayısı geçtiğimiz 14 Haziran ayında 8 bin 440 kişiyken, 15 Temmuz sonrası süreçte mülteci ve göçmen sayısı 10 bin 775 kişiyi bulduğu açıklandı. Yunanistan konuya dair yaptığı açıklamada, artışın “kontrol edilebilir” olmakla birlikte endişe verici boyutlara ulaştığını belirtiyor. Mülteci Sorunu Koordinasyon Komitesi Sözcüsü Yorgo Kiriçis, Türkiye-AB mülteci anlaşmasının geleceği ile ilgili belirsizliğin devam etmesinin ilerleyen dönemlerde krizin daha da büyüyeceğine bir işaret olduğunu belirtiyor.

SIĞINMACI SORUNU TÜRKİYE OLMADAN ÇÖZÜLEBİLİR Mİ?

AB son gelişmelerin ışığında sığınmacı anlaşmasının Türkiye tarafından feshedilmesi ihtimaline karşı bir ‘B’ planının hazırlığında. Burada AB'nin çözümü, tarafların anlaşmasında yaşanacak kriz halinde, sığınmacıları üçüncü dünya ülkelerine Kuzey Afrika ülkelerine yönlendirmeyi planlıyor. Avrupa Parlamentosu'ndan üst düzey yetkililer Türkiye'nin sınır bölgelerini kontrol etmeyi durdurabileceğini ve bunun da Yunanistan'a daha büyük bir göçmen akışının olmasına neden olacağını belirtiyorlar. Bu sebeple sığınmacı anlaşmasının durdurulması hâlinde yaşanabileceklerin ve alternatif çözüm yollarının konuşulduğu gayri resmi toplantılar gerçekleştirdikleri belirtiliyor. Özellikle Yunanistan'ın göçmen akışını tek başına idare edemediği ve "Kontrolsüz göçmen akışını durdurmak için göçmen politikasını değiştirmek gerektiğinin altı çiziliyor. Açıkçası AB'nin tasarladığı 'B' planı (Türkiye’siz çözüm) kapsamında mülteci akınını planlı şekilde yönlendirerek, Türkiye’nin mülteci kozunun kırılması planlanıyor. Dolayısıyla Brüksel 'B' planı kapsamında hem siyaseten, hem coğrafi olarak kendilerini bu mültecilerden uzak tutmak için maddi olarak Yunanistan’ı destekleyerek bu noktada bir nevi tampon bölge kurmak niyetinde.