Cemaat'ten geriye kalan: Aşırılıklar dönemi

Cemaat'ten geriye kalan: Aşırılıklar dönemi

15 Temmuz darbe girişimi pek çok şeyin yanı sıra, Cumhuriyet’i lime lime edip, yeni bir rejim kurma yolunda ciddi merhaleler kat etmiş AKP iktidarının, esasında ne kadar da ölümcül bir fay hattı üzerinde durduğunu gösterdi.

15 Temmuz darbe girişimi pek çok şeyin yanı sıra, Cumhuriyet’i lime lime edip, yeni bir rejim kurma yolunda ciddi merhaleler kat etmiş AKP iktidarının, esasında ne kadar da ölümcül bir fay hattı üzerinde durduğunu gösterdi.

Kuşkusuz şimdiye değin ‘AKP rejimi’ dediğimizde dört başı mamur, istikrar ve güç abidesi bir düzenden bahsetmedik. Danışıklı dövüşlerden, kaotik süreç olmadığından, üst akıldan, liberal restorasyondan bahseden yeni-boş kapçı tezlere de bu bağlamda şiddetle karşı çıktık. Hatta ‘AKP rejiminin’ kaotik süreçleri, krizleri davet eden, istikrarsızlığa içsel yönüne ısrarla değindik.

YENİ REJİM İÇİN DE AŞIRI DEĞİL Mİ?

Yine de 15 Temmuz’da ve sonrasında ortaya çıkan fotoğraf, ardında yaklaşık on beş yılı bırakmış ‘yeni bir rejim’ misyonundaki bir iktidar için biraz ‘aşırı’ değil mi?

Ardında on beş yılı bırakmak…

Bir yönüyle yöntem ihlali sayılabilir, yine de düşünmeye değer. Sözgelimi Cumhuriyet rejimi, çok değil iktidarının ilk on yılı içinde, önceki yüzyılda yapılamayan pek çok büyük işi başarmıştı. Kurumların modernizasyonu, siyasal egemenliğin yeniden tanımlanışı, eski rejimin kurumlarının yok edilmesi, rejime muhalif ya da düşman tüm unsurların ‘temizlenmesi’ ya da saf dışı bırakılması, anti-klerikal politikalar, okullaşma,  öyle ya da böyle modernleşme, kentleşme hamleleri vb.

Nihayetinde on yıl gibi bir sürenin sonunda, Cumhuriyet’in 30’lu yılları Yalçın Küçük’ün de tabiriyle artık ‘yerleşme dönemi’ olacaktır.

Peki ardında on beş yılı bırakan AKP’nin bir rejim olarak durumu nedir?

AKP rejiminin Cumhuriyeti paramparça ettiğinden, yıkıcılıktaki hız ve tutkusundan kimsenin şüphesi yok malum. İyi de AKP’nin kendi rejimini kurması hiç değilse ‘devletin ele geçirilmesi’ gibi temel bir konudan bahsetsek?

İşte 15 Temmuz ve sonrasına bakıldığında karşımızda ‘sıfırdan devlet kurmaktan’ bahsedenler vardır. Yapılan tasfiye ve operasyonların ortaya çıkardığı rakamlar fahiş düzeydedir. Emniyet müdürlerinin %91’i, istihbaratın %93’ü ‘terörist’ ilan edilmiştir. Ordu kurumu, tv’nin üstüne serilen dantela kadar değersizleşmiştir. En yakın yaverler, yardımcılar, genel müdürler bozuk para gibi tek kalemde harcanmıştır. Yüzbinlerce kadrodan bahsediyoruz.

Devlette işler böyle. Nereye kadar süreceği belli olmayan bir çözülme dalgası…

‘Toplum’ nezdinde işlerin daha iyi olduğunu söylemek zor. Kuşkusuz ‘darbe karşıtlığı’ ,‘darbeye posta koyan Reis pozları’ küçümsenemez, ancak toplumun kılcallarına, mahallelere, kuran kurslarına, yardımlaşma derneklerine, yurtlara vs uzanıldığında yılların tortusu cemaatin buralarda, tam da AKP rejimin egemenliğini tarif ettiği yerlerde var olmaya devam edeceği, bir gecede berhava olmayacağı da unutulmamalı.

ÇÖKÜŞ VE ÇÜRÜME

Kestirmeden söylersek,  15 Temmuz ve sonrası AKP rejimi için çöküşü ve çürümeyi de barındıran bir ‘aşırılıklar’ dönemidir…

Bu durumda, AKP rejiminin kendisini neden böylesine ölümcül bir fay hattı üzerine inşa ettiği, üzerine düşünülmesi gereken bir sorudur. Üstelik ölümcül olduğu bir gece ansızın ortaya çıkmış bir şey de değildir. Belli bir tutarlılık dizgesi içinde Mavi Marmara(2010); Mit krizi(2012); 17 Aralık operasyonu(2013) gibi gündemler mevcuttur.

Bu konuda, ‘kandırıldım, aldatıldım, allah affetsin’ şeklindeki sevimsiz bir romans kalıbını aratmayan sözleri ciddiye almak mümkün değil.

Bugün resmi söylemin bir parçası haline gelmiş olan ‘aldatılma, kandırılma’ iddiası, esasen AKP’nin Cemaate başından beri bile isteye göz yumduğunun, çıkarları gereği onay verdiğinin/ vermek zorunda kaldığının ve hatta tüm bunları özenle gizlediğinin itirafı olarak okunmalıdır.

Gizlemiş ve reddetmişlerdir.  

Oysaki ülkenin en büyük ve etkili cemaat örgütlenmesi Gülen cemaatidir. Bir parantez açmak gerekirse; sözgelimi Cemaat, 80’li yılların ortalarından itibaren kadrolaşmaya çalıştığı polis teşkilatını 2000’li yıllara geldiğinde çoktan fethetmişti.

Nihayetinde Türkiye 2000’ler kavşağında, hem her yerde olan hem de hiçbir yerde olmadığını iddia eden ‘ılımlı İslamın’ yükselen gücü olarak Cemaat’le, liberal pozlar eşliğinde ‘yenilikçi’ olduğunu, ‘milli görüş gömleğini çıkardığını’ söyleyen AKP’nin buluşması kaçınılmaz olmuştur.

'ZORAKİ NİKAH'

Bu kaçınılmazlık, Ahmet Şık’ın tabiriyle bir ‘zoraki nikah’ olarak da nitelenebilir.[1]

Yine de AKP iktidarı müttefiklerinden en dişlisinin böylesine makyavelist olduğunu henüz sezememiş bile olsa, Cemaat’in sosyolojik tabanının yıllar içinde AKP’lileştiğini bizatihi deneyimledi. Bu arada kurmaya çalıştığı rejimin ‘devletlü’ düşmanlarını Cemaat sayesinde alt etti. Üstelik Cemaat, kadro hesapları, özel İstihbarat tutkusu vs  ile uğraşırken onun uluslararası bağlantıları AKP için yeni mecraların zorlanabileceği anlamına geldi.

AKP için Cemaatle ilişkisinde ‘rejimin temeline dinamit döşemek’ bile olsa hesaplar, riskler, icabında ‘gemileri yakma’ sahneleri tam da bu olanakların kıyısında var oldu.

Yukarıda 15 Temmuz sonrasının, Cemaat sonrasının en çok da ‘aşırılıklarla’ mimlenmesi gerektiğini söylemiştik. Çok mu normaldik? Elbette ki hayır..

Ne ki ‘aşırılıklar’ dediğimiz, on beş yılın ardından bir arpa boyu yol kat edemediğini fark edenlerin, ‘devleti sıfırdan kurmaya’ çalışanların kolektif hıncı, akılsızlığı ve ahlaksızlığıdır.

Hainler mezarlığını, spor salonlarında kum torbalarına F. Gülen resmi yapıştırılmasını, on binlercesini tıkmak için hapishanelerin boşaltılmasını,  katliamlardan sonra ‘ezanlar susmayacak’ açıklamasını, günün en muteber işinin ‘itirafçılık’ olmasını, işkencenin sıradanlaşmasını,  bir dönem ıskartaya çıkarılanların tıpış tıpış devletine dönmesini ve daha tonlarcasını bu ‘aşırılıklar döneminin’, yeni bir kaotik evrenin işaretçileri olarak görmek mümkün.

 

----------

[1] Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda, Ahmet Şık, Postacı Yayınevi, 2014,s. 154