Ülkemizde Parmak Kız olarak bilinen Andersen masalı fantastiktir, macera doludur, acıklıdır, sonu bile tam mutlu değil, parçalı bulutludur. Disney, Thumbelina’dan bir doğa savaşçısı yaratmıştır. Gözünü hırs bürümüş, bir parkı yok etmeye çalışan kapitalistlere (çizgi filmden bahsediyorum yoksa sizin aklınıza başka bir şey mi geldi) karşı mücadele eden, yaşam alanını savunmaya çalışan bir kızdır Thumbelina. Masalda ise fakir bir kızın, çocuk yaşta evlendirilmek hatta kuma olarak verilmek istenmesiyle karşılaşırız. Asıl dikkat çekici noktaysa toplum kodları açısından olağan kabullenişlerdir. Andersen buna karşı çıkmışsa da, günümüzde dahi nice çocuk sek sek oynadığı, ip atladığı, salıncakta sallandığı çocuk bahçelerinden kopartılarak, kendinden büyük adamların koynuna aileleri tarafından itilmektedir. Oyuncak bebeği elinden alınan kızın karnına kısa zamanda canlısı yerleştirilmektedir. Devlet de Andersen kadar şefkatli olmayıp, karşı çıkar gibi gözükse de, aslında idare etmektedir. Çocuk gelin diyerek, tecavüzü, pedofiliyi yumuşatmakta, üstü örtülü ‘olur’ vermektedir. Kız çocuklarının erken yaşlarda zorla evlendirilmesinin son bulmasını dileyerek, masalımıza geçelim.
Bir zamanlar, çocuklara çok düşkün bir kadın varmış. Çok istediği halde bir türlü çocuğu olmuyormuş. Bir gün ihtiyar bir büyücüye gitmiş ve onun verdiği arpa tanesini saksıya ekmiş. Bir zaman sonra saksıda laleye benzeyen bir çiçek boy vermiş. Bu çiçeğin taç yapraklarının arasından da küçücük bir kız çocuğu çıkmış. Çok güzel ama boyu bir parmak kadar olan bu kıza kadın, ‘Parmak Kız - Thumbelina’ adını koymuş. Kadın, bu minnacık kızı çok sevmiş, beşiğini cilalı ceviz kabuğundan, yatağını menekşe yaprağından, yorganını da gül yaprağından yapmış. Kız, anacığının evinde şarkılar söyleyerek mutlu mesut yaşarken, eve gizlice giren patlak gözlü çirkin kurbağa, Parmak Kız’ı oğluna eş olsun diye kaçırmış.
Kurbağanın oğlu da kendisi gibi pis ve çirkinmiş, evleri de bataklıktaymış. Kızı görünce çok sevinmiş vıraklamaya başlamış. Kızcağızı kaçmasın diye beşiğiyle birlikte bir nilüfer yaprağının üzerine koymuşlar. Ailecek gelinle damada yatak odası olarak bataklığın dibindeki odayı hazırlamaya girişmişler. Parmak Kız, bataklığın dibinde yaşayacağını, üstelik çirkin ve kaba kurbağayla evleneceğini düşündükçe, gözünden seller gibi yaş akıyormuş. O sırada derede yüzen kırmızı balıkların gönlü, çirkin bir bataklık kurbağasının bu kadar güzel bir kızı alıp, üzmesine razı olmamış. Kızın hapsedildiği yaprağın sapını dişleyerek koparmışlar. Serbest kalan nilüfer yaprağı da akıntıya kapılarak kurbağalardan uzaklara sürüklenmiş.
Parmak Kız, derenin içinde sürüklenirken mayıs böceğinin biri onu yaprağın üzerinde görüp beğenmiş. Pençeleriyle kavrayıp ağacın üzerine bırakmış, bitkin düşen kızı beslemiş. Fakat mayıs böcekleri kendini beğenmiş ve bencil hayvanlarmış. Arkadaşları ve akrabaları, kız için; “Ne kadar gülünç bir yaratık, yalnızca iki bacağı var.” “Ne kadar da cılız öyle, kanatları bile yok.” “Ay, ne kadar çirkin, yüzüne bakılır gibi değil,’ diyerek gülüp, alay edince kızı kaçıran mayıs böceği de artık onu istememiş.
Parmak Kız, açlığını ve susuzluğunu çiçeklerin öz sularıyla gidererek, yapraklardan yaptığı bir damın altında yatıp uyuyarak, kuşlarla arkadaşlık ederek, yaz ve sonbaharı geçirmiş. Ancak kış gelip kar yağmaya başlayınca ne konuştuğu kuşlar kalmış ortalıkta ne onu yağmurdan soğuktan koruyan yapraklar ne de karnını doyurduğu çiçekler. Lapa lapa karın yağdığı bir gün soğuktan donmak üzereyken tarla faresinin yuvasına sığınmış. İçerisi tıka basa yiyecekle doluymuş. Dayalı döşeli yatak odası, mutfağı ve kileri ile çok rahat bir yuvaymış. Fare, kıza acımış ve evine almış. “Senden hoşlandım. Bütün kışı burada geçirebilirsin. Ama etrafı temiz tutman ve bana öyküler anlatman şartıyla,” demiş. Kız sevinerek kabul etmiş, fare ne dediyse yapmış. Sonra fare hazırlıklara girişmiş, kıza da, “Az sonra bir misafirimiz olacak. Benim komşum her gün buraya uğrar. Onun hali vakti benden daha iyidir. Evi çok geniş ve salonu mobilyalıdır. Üstelik sırtında siyah kadife kürkü vardır. Sen ona kocaya varırsan rahat edersin. Ama kendisi kördür, burnunun ucunu bile göremez. Bildiğin en güzel masalları anlatıp, onu ömür boyu oyalaman gerekir,” demiş.
Parmak Kız bu işe yanaşmamış, çünkü köstebek komşudan hoşlanmamış. Tarla faresinin anlattığına göre; çok zenginmiş, evi fareninkinin yirmi katıymış, çok da bilgiliymiş ama çiçekleri ve güneşi görmediği halde onları hiç sevmezmiş.
Parmak Kız, evlerine gelen konuğu ağırlamak için şarkı söylemeye başlamış. Köstebek sesine bayıldığı kıza âşık olmuş, ‘şefkatle’ kızın üzerine doğru atılmış fakat Parmak Kız çok sessiz olduğundan ağzını açıp bir şey söyleyememiş.
Köstebek, rahatça komşuluk ziyareti yapabilmek için toprağın altında, fareyle kendi evi arasında bir tünel açmış. Komşusu fareye ve kıza isterlerse orayı gezdirebileceğini söylemiş, açılan bir delikten bir kuşun düştüğü ama ölü olduğundan ondan korkmamalarını da eklemiş. Hep birlikte kırlangıcın yanına gitmişler. Zavallı kuşcağız, kanatları yanına düşmüş, başı ve ayakları tüylerinin arasına sokulmuş yatıyormuş. Yaz boyu etrafında uçuşup cıvıl cıvıl ötüşen kuşlara karşı, gönlünde sonsuz bir sevgi bulunan Parmak Kız, gördüğü bu manzara karşısında çok üzülmüş. Fakat köstebek, kırlangıcı ayağıyla iterek, “Artık ötmüyor işte! Yavruyken çok sefalet çekmiş olmalı. İyi ki benim çocuklarım böyle değil! Bunlar bütün yaz öter, kışın da açlık, sefalet çekip ölürler,” demiş. Tarla faresi de hemen komşusuna hak vermiş. “Cik cik ötmenin kışın ne yararı var sanki?” demiş. Parmak Kız, onlara katılmamış, bir şeycik de diyememiş ama sırtlarını döndüklerinde hemen kırlangıcın başındaki tüyleri kaldırıp bir öpücük kondurmuş. Bu sırada köstebek de kuşun düştüğü deliği kapatmış.
Parmak Kız gece yatmış ama üzüntüden uyuyamamış. Saman çöplerinden bir yorgan örüp kırlangıcın üzerine örtmüş. Üşümesin diye etrafını da farenin evinde bulduğu yünlerle pamuklarla iyice sarmış. Yazın söylediği tüm şarkılar için kuşa teşekkür edip, son bir defa sarıldığında, kuşun yaşadığını anlamış. Ölüm uykusundaki kuş, kızın ördüğü yorgan sayesinde ısınıp uyanmış. Kız, kuşu beslemiş, yaralarını iyileştirmiş. Ama durumu kuşlardan hoşlanmayan Fare Hanım ve Köstebek Bey’e söylememiş
Kış geçmiş ilkbahar gelmiş, kuş tamamen iyileşmiş. Köstebeğin kapattığı deliği açmışlar. Kuş birlikte dışarıya çıkmayı teklif etmiş, onu sırtında her yere götürebileceğini söylemiş. Ama kız, habersiz çekip gitmenin kendisine evini açan, kış boyunca bakıp gözeten fareye karşı nankörlük olacağını düşünerek kabul etmemiş. Kuş uçup gitmiş.
Parmak Kız’ın derdiyse, yaz mevsimin gelmesiyle birlikte artmaya başlamış. Güneşe çıkıp ısınması imkânsızlaşmış. Tarla faresinin evinin üzerindeki buğdaylar büyümüş, parmak boyundaki bir kız için, geçilmesi zor bir orman haline gelmiş. Bu sırada bir de tarla faresi kıza, “Yaz boyu çalışıp çeyizini hazırla artık!” demiş. “Kadife kürklü köstebeğin karısının hiç bir eksiği olmamalı.” Parmak Kız gece gündüz iplik eğirip, çeyiz hazırlamış. Köstebek, her akşam misafirliğe gelip, güneşi kötülüyor ve düğününün güneşin etkisini kaybedeceği mevsim sonunda yapılacağını söylüyormuş. Kız bir daha; güneşin doğuşu ve batışını, gökyüzünün mavisini, doğanın güzelliğini, sevgili kırlangıcını göremeyeceğini düşünerek üzülüyormuş.
Sonbahar yaklaşırken, Parmak Kız’ın çeyizi tamamlanmış. Fare Hanım, “Dört hafta sonra düğün yapılacak,” demiş fakat Parmak Kız ağlayarak, köstebekle evlenmek istemediğini söylemiş. Fare, “Ağlamayı kes!” diye bağırmış. “İnatçılık etme, yoksa beyaz dişlerimin acısını tadarsın haa!… Üstelik böyle yakışıklı bir erkekle evlendiğin için ne mutlu sana. Kürkün böylesi krallarda bile yoktur, mutfağı, kileri tıklım tıklım dolu. Karşına böyle bir kısmet çıktığı için, otur da dua et!”
Düğün günü gelmiş çatmış. Kız son kez güneşle vedalaşmak için kapının önüne çıkmış. Tarladaki buğdaylar biçilmiş, yerde yalnızca samanlar kalmış. Bu nedenle, Parmak Kız farenin evinin önünde birkaç adım ilerlemiş. Kırmızı bir çiçeğe elini değdirmiş ve ondan kırlangıca selam söylemesini istemiş. Bu sırada “Cik cik!” diye bir ses duymuş. Başını kaldırıp baktığında, sevgili kırlangıcını görmüş. Kırlangıç çok sağlıklı ve kızı gördüğü için de çok sevinçliymiş. Kızı üzgün görünce sormuş, o da, köstebekle zorla evlendirileceğini, güneş girmeyen bir yeraltı evinde oturmaya mahkûm olacağını anlatmış. Bunları anlatırken de gözlerinden yağmur gibi yaşlar dökülmüş. Bunun üzerine, sıcak ülkelere göç vakitlerinin geldiğini söyleyen kuş, kıza birlikte gitmeyi teklif etmiş. Parmak Kız da sevinçle kabul etmiş. Bir kuşakla kızı güzelce sırtına bağlamış ve güneye doğru sıcak ülkelere uçmuş. Parmak Kız kırlangıcın tüylerinin arasında sıcakta ve güvendeymiş sadece arada muhteşem manzarayı görmek için başını çıkartıyormuş.
En sonunda etrafı yemyeşil ağaçlarla çevrili, mavi bir gölün ortasında, bembeyaz mermerden bir saray görünmüş. Bu sarayın uzun sütunlarına asmalar sarılıymış. İşte bu sütunların tepesinde birçok kırlangıç yuvası varmış. Parmak Kız’ı taşıyan kırlangıcınki de oradaymış. Kırlangıç, “Benim evim topraktan ve yukarıda. Orada rahat edemezsin, seni çiçeklerden istediğinin içine yerleştireyim,” demiş. Aşağıda, büyük bir mermer sütun üçe bölünmüş halde, yere uzanıyormuş. Aralarında çok güzel çiçekler varmış. Parmak Kız sevinçle yuvası olacak çiçeği ararken, çiçeklerin arasında beyazlar giymiş parmak kadar bir adamın oturduğunu görmüş. Omuzlarında parlak kanatları, başında ise altın tacı varmış. Bu görkemli adam, o çiçeğin perisiymiş. Meğerse oradaki her çiçek, bir küçük erkekle kadının sarayıymış ve adam da onların kralıymış.
Dev gibi kırlangıcı görünce, Çiçeklerin Kralı biraz korkmuş. Fakat yanındaki kıza gözü ilişince, hem korkusundan sıyrılmış, hem de çok sevinmiş. Hayatında gördüğü en güzel kızmış, o an âşık olmuş. Hemen başındaki tacı çıkararak, Parmak Kız’ın başına takmış, ardından da kendisiyle evlenmek istediğini söylemiş. Razı olursa, tüm çiçeklerin kraliçesi olacağını eklemeyi de ihmal etmemiş. Kendisine çok benzeyen bir insan bulduğundan sevinçten deliye dönen kız, “Evet!” demekte, tereddüt etmemiş. Kral ve kraliçeye armağanlar vermek üzere, her çiçekten erkekli kadınlı seçkin bir kalabalık ortaya çıkmış. Verilen armağanların içinde en hoşuna gideni de, omzuna iliştirilen ve çiçekten çiçeğe uçmasını sağlayan bir çift kanatmış.
Bu sırada kırlangıç ise yuvasında olabildiğine hüzünlü ötüyormuş, çünkü Parmak Kızı çok seviyormuş ve ondan hiçbir zaman ayrılmak istemiyormuş. Çiçekler Kralı, Parmak Kız’a, “Bundan sonra senin adın Parmak Kız olmasın. Senin gibi güzel bir kıza yakışmayan, çirkin bir isim bu, oysa sen fevkalade güzelsin, bugünden sonra biz sana Maya diyeceğiz,’ demiş.
Oldukça naif ve mutlu (parçalı bulutlu) sonla nihayetlenen masalımız burada bitiriyor. Çocuklarımıza okurken, bir çarpıklık göremediğimiz masalı biraz daha dikkatli okuyup, alt metnine eğildiğimizdeyse, toplumun kadına hatta çocuğa bakışındaki erkek egemenliğini ve zorbalığı fark ederiz. Masal boyunca Parmak Kız’la pek çok erkek evlenmek ister ama hiçbirinde kıza isteyip istemediği sorulmaz. Öyle ki ilk seferinde beşiğiyle kaçırılır, öylesine küçüktür yani. Sonrasında mayıs böceği kaçırır, köstebek çeyizini hazır et der, kralın sorusu bile sorudan çok zorlama niteliğindedir.
Bu arada kadınlar da erkek egemen sisteme karşı çıkmak yerine yancılık yaparlar, hizmet ederler. Kurbağanın annesi, kızla oğlunun zifaf odasını, gerdek yatağını hazırlar. Mayıs böceği, kızı önce kaçırır sonra çevresindeki kadınların etkisiyle beğenmez ve sokağa terk eder. Kendi başına yaşama becerisi olmayan bir kız çocuğunu bırakıp gider. Kızı evine alıp, bakıp besleyen Fare Hanım, iyi gibidir ama okudukça onun da Yeşilçam filmlerindeki mamalar gibi olduğunu anlarız. Satır aralarından; her yaptığını beğenmesinden, sürekli övmesinden aslında Köstebek Bey’le kendisinin evlenmeyi arzuladığını fark ederiz. Köstebek de muhtemelen kızla tanışana kadar bu niyettedir, her gün komşusunu ziyaret etmesinin altında başka bir sebep yatması mümkün değildir. Ancak tipik bir erkek olan köstebek, dul fare yerine el değmemiş körpe kızı tercih eder. Aşkı Memnu’daki Bihter ile Firdevs Hanım arasındaki durumun benzeridir masalımızda anlatılanlar. Zengin Adnan Bey’le evlenemeyen anne, hiç değilse zenginlikten pay kapmak için kızının evlenmesi için telkinde bulunur, olmadı baskı yapar. Köstebek Bey’in zenginliği defalarca kendisine hayran Fare Hanım tarafından gözümüze sokulur: “Onun hali vakti benden daha iyidir. Evi çok geniş ve salonu mobilyalıdır. Üstelik sırtında siyah kadife kürkü var. Sen ona kocaya varırsan rahat edersin.” “Yaz boyu çalışıp çeyizini hazırla artık! Kadife kürklü köstebeğin karısının hiçbir eksiği olmamalı.”
Hepsinde değil ama kimi varyantlarda; kızla tanışınca, ondan etkilenen köstebeğin dayanamayarak, kızı taciz ettiği ve evde misafir olan kızın çekinerek buna ses çıkartamadığını görürüz. Yani gerçekteki pek çok taciz vakası gibi masaldaki de sükût suikastıyla geçiştirilir. Masal ilerledikçe, köstebeğin evli ve çocuklu olduğunu satır arasında okuruz ama bu durum, erkek için kendisinden oldukça genç bir kızla evlenmesine engel değildir. Kız evlenmeye karşı çıkınca, adeta annesinin yerinde olan Fare Hanım’ın çirkin yüzünü görürüz. “Ağlamayı kes! İnatçılık etme, yoksa beyaz dişlerimin acısını tadarsın haa!… Üstelik böyle yakışıklı bir erkekle evlendiğin için ne mutlu sana. Kürkün böylesi krallarda bile yoktur, mutfağı, kileri tıklım tıklım dolu. Karşına böyle kısmet çıktığı için, otur da dua et!” Bir kez daha toplumsal normlar devreye girer; fakir ama genç kız, yaşlı fakat zengin erkeğe evlilik adı altında adeta pazarlanır. Erkeğin okumuş olduğu masalın çeşitli yerlerinde vurgulanır, yani statüsü, aklı ve gücü anlatılmaktadır. Burada kızı, ailesinin -ailesi yerinde olan Fare Hanım’ın- zorla, tehdit ve baskıyla evlendirdiğini görürüz, bunun altında da maddi kaygılar yatmaktadır.
Sonrasında kızın kendisini gerçekten seven ve kendisinin de sevdiği kırlangıçla değil kralla evlenmesi de aslında ilginçtir. Ki kral da, yakışıklı olsa da baskıcıdır. Kızı görür görmez, başına tacı takarak evlenme teklif eder, hem küçük kızın gözünü boyar hem de mecbur bırakır. Hemen ardından da kızın adının çirkin olduğunu söyleyerek değiştirir. Ama kız bu durumdan çok da şikâyetçi olmaz zira o da kraliçe olarak güç ve uçmasını sağlayacak kanatlar elde etmiştir. Kaldı ki masalın içinde kızın kurbağaya çirkinlikten başka eleştiri getirmemesi, onu kaçıran kaba ve kötü kalpli mayıs böceği çirkin bulup evlenmediği için üzüntü duyması; kızın da aslında güzellik ve güç karşısında zaafı olduğunu gösterir. Belki de kıza getirilen bu eleştirinin altında Andersen’in yaşadığı nice karşılıksız aşktan biri yatmaktadır. Zira bu masalda toplumun dışında kalan, kendisinden farklı bir kıza âşık olan kırlangıç aslında Andersen’dir. Kırlangıç, kızı yurduna getirir ama onunla aynı evde kalmaz, kıza ayrı bir ev hazırlar, hatta bir versiyonda, bekâr iki gencin aynı evi paylaşmasını kastederek, “Bu durum uygun olmaz,” der. Kız evlenince, herkes mutlu olurken kırlangıç üzülüp ağlar. Biseksüel olan Andersen çok âşık olmuşsa da, ilişkileri genellikle platonik düzeyde kalmıştır ve hiç evlenmemiştir, aşkları hep hüsranla nihayetlenmiştir. Tıpkı masaldaki tek iyi kalpli karakter olan kırlangıç gibi.
Çocuk yaşta zorla evlendirilme bir başka Andersen masalı, Çoban Kızı ile Baca Temizleyicisi’nde de karşımıza çıkar. Genç kız dengi ve yaşıtı olan sevdiğiyle evlenmek istediği halde, ailesi onu on bir karısı olan, yaşlı ama asil ve çok zengin generalle evlenmeye zorlamaktadır. “Ne olacak sen de on ikinci karısı olursun. Asil bir ad alırsın. Dolabı gümüşlerle dolu, gizli çekmecelerinden hiç bahsetmiyorum,” gibi sözlerle adeta kızlarını satarlar. Kız evlenmemek için sevdiğiyle kaçarsa da, ailesinin ahını almaktan çekinerek geri döner. Burada da bir kez daha toplum ve aile baskısının bireyler üzerindeki yoğun etkisini gözlemleriz.
Kız çocukların okudukları masalların başından kaldırılıp, zorla evlendirilmediği günler geldiğinde, kendi yazdıkları başarı ve mutluluk masallarını okuduğumuzda, Andersen’in 150 yıllık masalını, artık bir ülke gerçeği değil eskilerde kalmış bir masal olarak okuyabiliriz. O gün gelene kadar bu masalın kitapçı raflardaki yeri tarih kısmı değil günümüz gerçekliğidir.
* ‘Çocuk Gelin’ yoktur, çocuğa tecavüz vardır.
** Bu yazı daha önce Martı dergisinde yayınlanmıştır.