Deniz Yıldırım: Cumhuriyet düşmanlığı bir programdır, vazgeçemezler

Deniz Yıldırım: Cumhuriyet düşmanlığı bir programdır, vazgeçemezler

AKP/Saray Rejiminin ve Erdoğan’ın başta OHAL uygulaması olmak üzere darbe girişiminin ardından attığı adımları ve bu adımların dikta inşası sürecindeki yerini Doç. Dr. Deniz Yıldırım’la konuştuk. Erdoğan’ın darbe girişiminin ertesinde başlattığı sürecin hegemonya tesisi mantığıyla düşünülmesi gerektiğini belirten Yıldırım, tüm çabalara karşın bu hegemonyanın arzu edilen sağlamlıkta kurulmasının imkansız olduğunu ekledi.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından AKP/Saray Rejimi tarafından hızlandırılan dikta inşasının son uğrağı, dün İstanbul Yenikapı’daki miting oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın düzenlediği mitinge CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun katılması tepki yaratırken, miting sahnesinde verilen fotoğraf da Erdoğan’ın liderliği altında birleşmiş bir rejim görüntüsü verdi.

AKP/Saray Rejiminin ve Erdoğan’ın başta OHAL uygulaması olmak üzere darbe girişiminin ardından attığı adımları ve bu adımların dikta inşası sürecindeki yerini Doç. Dr. Deniz Yıldırım’la konuştuk. Erdoğan’ın darbe girişiminin ertesinde başlattığı sürecin hegemonya tesisi mantığıyla düşünülmesi gerektiğini belirten Yıldırım, tüm çabalara karşın bu hegemonyanın arzu edilen sağlamlıkta kurulmasının imkansız olduğunu ekledi.

İslamcı/sağ geleneğin emperyalizmle karşı karşıya geldiği anlarda sarıldığı “İkinci Kurtuluş Savaşı” demagojisine de değinen Yıldırım, bir bağımsızlık ve yeni kuruluş programı olmadan “Kurtuluş Savaşı” verilmesinin imkansız olduğunu söyledi.

Deniz Yıldırım’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şu şekilde:

Başarısız darbe girişiminin ardından OHAL'li AKP rejimi KHK'larla, muhalefete dönük cadı avının bile gündeme geldiği hukuksuzluklarla zor mekanizmalarını sonuna kadar kullanıyor. Aynı şiddet ve dozda başvurulan diğer bir unsur olarak AKP’nin ‘kitle desteğine’, ‘sokaktaki gücüne’ ya da bugünkü ‘mutabakat mitinginde’ olduğu gibi ‘politik düşmanlarını’ bile vitrine koyabilme becerisine bakılabilir. Bugünkü mitingin ardından AKP’nin tüm bu manevralarının sorunsuz ilerlediği söylenebilir mi?

Deniz Yıldırım: Bu sorunuza Gramsci’nin hegemonya kavramına yüklediği anlam çerçevesinde yanıt verelim. Birkaç unsur var bu kavramı açıklayan; birincisi kitleleri rıza-ikna yoluyla yönetmek. Dünkü mitinge de baktığımızda özellikle İslami dozu hayli baskın, Osmanlıcı temalarla desteklenmiş bir Türk milliyetçiliğinin ideolojik düzlemde harekete geçirildiğini, kitle rızasının darbe karşıtlığı aracılığıyla iç ve dış düşmana karşı bu temelde yeniden ve daha da güçlü seferber edildiğini söyleyebiliriz. Diyanet’in tilavetiyle yapılan İslamcı devlet töreni açılışını Bahçeli’nin Türk milliyetçiliğini özetleyen konuşması izledi. Önümüzdeki dönemle ilgili epey açıklayıcı bir sahne başlangıcıdır.

Hegemonyada ikinci unsur; bu ikna-rıza unsurunun mutlaka zorun zırhıyla donanmasıdır. Genelkurmay Başkanı Akar’ın ve kuvvet komutanlarının mitingde olması, Akar’ın kürsüye gelerek bu mutabakatın arkasındaki kuvveti ifade etmesi bu şekilde anlaşılmalıdır. Asker her nasıl olursa olsun yeniden siyasal alandadır.

Üçüncü unsur: hegemonya bir yönüyle karşıtlar üzerindeki etkiyle, etkileme kapasitesiyle ölçülür. Karşıtlarının bir bölüğünü kendi yanına, halk seferberliği projene, temel siyasal kutuplaşma eksenini senin belirlediğin mindere çekme ve bu sayede karşıt güçlerin bir bölümünü etkisizleştirme; bir bölümünü ise düşmanlaştırma pratiğidir.

Karşıtlarını senin dışında bir alanda oynayamayacak şekilde pasifleştirmek de buna dahildir. Bu da başarılmış görünüyor. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun önce katılmayacağını açıklayıp ardından basınca yenik düşmesini bu temelde okumak gerekir. Kılıçdaroğlu ile Bahçeli’nin tek eksiği, Ekmel Bey’i mitinge birlikte çağırmayı unutmalarıdır.

Tüm bunlar üzerinden bakarsak; evet bu manevralar dünkü mitingde de görünürleştiği üzere etkilidir; ancak bir açıdan da yetersizdir.

Dünkü miting özellikle 7 Haziran’dan bu yana Erdoğan’ın Saray etrafında örmeye çalıştığı Milli İttifak siyasetinin içeride genişletilmesine yaradı. Devlet aygıtlarının ve başat muhalefet partilerinin de bu koalisyon içine dahil edildiği gösterildi. Dışarıya verilmek istenen mesaj belliydi: “bakın sadece benim partim değil, diğer partiler de bana destek veriyor, meşruluğum arttı”.

Fakat yetersizdir; şu açıdan: karşıdaki kuvvetin “emperyalizm” olduğu utangaç da olsa saptanıyorsa; ki konuşmalarda bu bile saptanamamıştır dün, bir çıkış programınızın, buna uygun olarak da hamaseti, Türk sağının bildik ezberlerini aşan bir stratejinizin olması gerekir. Dünkü miting bu anlamıyla da hegemonyanın kırılgan yapısını görünürleştirmiştir. İktidar bloğunun bu büyük saldırı karşısında ecdadın başarılarını anlatmak, Necip Fazıl şiiri okumak ve “bu sınırlar bize yetmiyor” demek dışında bir stratejisi yok; sadece kitle seferberliğine dayalı bir strateji içeride konsolidasyonu sağlasa da, dış cephedeki yalnızlaşmayı aşmaya ya da kartların artık bu kadar açık oynandığı bir aşamayı göğüslemeye ne kadar yetecek? Bu açıdan dünkü mitingin temel zayıflığı da, bu konuda bir saptama ve çıkış programının yokluğunun görülmesi ve gösterilmesidir.

Yenikapı mitingi Mehmet Ağar’dan Tansu Çiller'e, Abdullah Gül’den Devlet Bahçeli’ye Türk sağını, ana muhalefeti, ordu gibi kurumsal temsillerden, devletlü erkana oldukça geniş bir politik figürler yelpazesini bir araya getirdi. Bu fotoğraf AKP rejiminin Cumhuriyet'in temellerini yıkmaya ayarlı çizgisinde bir tenzilatı ya da rücu etme hamlesini ifade ediyor mu?

Etmiyor kesinlikle. Cumhuriyet düşmanlığı bu siyaset için vazgeçilebilecek değil, ancak ve ancak kritik dönemeçlerde kısmen ertelenebilecek ya da esnetilebilecek bir idealdir. 60 yıllık NATO-Gladyo programlarıyla, Küçük Amerika siyaset çizgisiyle halka, emekçiye, sola, ezilenlere karşı adım adım Cumhuriyet’i tasfiye ve dinci bir iktidarı hazırlama görevinin parçaları olanlarla Cumhuriyet’in temellerini yıkmaya ayarlı çizgide tenzilat yapılmaz. Bunu özellikle belirtmek isterim; Cumhuriyet düşmanlığı bir kişiyle değil; bir programla adım adım inşa edilmiştir. İçinde büyük sermayenin tercihleri; içinde emperyalizmin tercihleri var. Cumhuriyet yıkıcılığı dedektörlerini açık tutarken arkadaki bu program ve aktörleri görmek ve yeni bir cumhuriyetin inşası görevinde bu konularda uyanık olmak gerekir. Cumhuriyet yıkıcılığı, iki şiirle üç siyasetçinin söylemlerini aşan bir içerikte, tarihsellikte ve genişliktedir.

İkinci Kurtuluş Savaşı göndermesi, bir anlamda, Kurtuluş Savaşı'nın sonrasındaki cumhuriyetle bütünleşen yönüne de bir müdahale anlamına geliyor. Genel olarak "milli mutabakat" arayışını çağrıştıran söylemlerin, gericilikle derdi olan kesimleri mas etme gücü ya da yeteneği olabilir mi?

Şunu görerek başlayalım: İslamcılığın emperyalizmle karşılaşır karşılaşmaz geliştirdiği siyasal açıklama “İkinci Kurtuluş Savaşı”. İşte şimdi “demokrasi nöbeti” uygulamalarının Çarşamba gününe kadar uzatıldığını görüyoruz. Yani Sevr Anlaşması’nın yıldönümüne kadar. Dünkü tablonun başarılı olduğu düşünülmüş olmalı ki yeni kurtuluş savaşı teması etrafındaki “milli mutabakat” Sevr’e karşı bir içerikle tamamlanacak.

Yani iktidar kendisini milli birliği sağlayan, parçalanma projelerini elinin tersiyle iten yeni Milli Önderlik pozisyonuna doğru taşımak istiyor. Bu anlamda en çok özenilen kişi Mustafa Kemal. Yalnız Mustafa Kemal, ülkeyi kendisinin yarattığı bir çöküş tablosundan çıkarmak için yola çıkan bir lider değil; yani 14 yıl ülkeyi yönetmedi, sorun alanlarını kendisi büyütmedi; halka gitti, direnişi merkezileştirdi, meclisleştirdi ve cumhuriyetleştirdi. Rahmetli Bülent Tanör hocanın anlatımıyla “kurtuluş” ile “kuruluş” sürecinin bir diyalektiği vardı. Kurtuluş Savaşı’nı Meclis’in açılmasından, adım adım kongrelerle yeni siyasi rejimin örgütlenmesinden ayıramazsınız. Dolayısıyla kurtuluşla yeni kuruluş iç içedir.

Şimdi bugüne bakalım; 14 yıllık hatalarıyla, yanlış siyasetlerle içeride ve dışarıda büyük zaaflar yaratan bir iktidar, bütün bunlarda kendisinin hiç payı yok gibi, “kurtuluş savaşı önderliği”ne soyunuyor. Bunu bir defa geçiniz; tamamen iç konsolidasyon ve dışarıya dönük taktiktir. İkincisi; kurtuluş programı var mı? Mustafa Kemal’in savaş sürerken Meclis’e sunduğu Halkçılık Programı var; Hakimiyet-i Milliye etrafında, Hakların Savunulması (Müdafaa-i Hukuk) etrafında bir stratejisi var. Emperyalizmi net saptıyor ve programını, ittifaklarını içeride ve dışarıda siyasetini cephedeki savaşı tamamlayacak şekilde buna göre yapılandırıyor.

Peki bugün “İkinci Kurtuluş Savaşı”nın kuruluş diyalektiği nedir? Gücün tek merkezde, Kurtuluş Savaşı’nın kurucu iradesinin tasfiye ettiği Saray merkezi etrafında yeniden toplanmaya çalışılması; Kurtuluş Savaşı’nın kurucu iradesinin yerleştirdiği laiklik devrimlerinin tasfiyesi. İkinci Kurtuluş Savaşı söylemi bu aktörler açıdan altı boş bir söylemdir. Amaç özellikle Cumhuriyetçi kitlelerin iradesini de buraya eklemlemek.

Oysa bugün Cumhuriyetçi irade FETÖ darbeciliğine, dikta ve dincilik projelerine ve emperyalist dayatmalara karşı yeni bir içerikle, yeni bir öncüyle doğabilir. Yüzünü halka dönerek; emekçiden yana bir program benimseyerek, emperyalist anlaşma ve ittifaklar karşısında bağımsız bir ittifaklar dizisi geliştirerek, çağdaşlaşma programını toplumun genel ve acil ihtiyaçlarıyla uyumlu hale getirerek. Demokratik dönüşümleri tamamlayarak.

Evet bugün Türkiye zordadır; evet emperyalizm yıllardır Türkiye’de halka düşman bir çizginin destekçisidir; fakat buradan çıkışı o merkezlerde pişirilen siyasi projeler; o merkezlerin önünü açtığı siyasetler yapamaz; programı da yoktur; öznel olarak cesareti de. Bence dünkü mitinge rağmen ve hatta dünkü mitingden sonra ısrarla altını çizmemiz gereken bu gerçekliktir. Taksim’de, Gündoğdu’da ve Yenikapı’da toplanan milyonları yok sayan değil; adım adım çıkışı gösteren; halkı birleştiren çözümler.

Türkiye içeride ve dışarıda yaşadığı sorunları ancak ve ancak gerçekten halkçı, laik, demokratik, yurttaşlığı merkeze alan bir yeni cumhuriyet için kurucu irade oluşturulmasıyla aşar; bunun dışındaki çözümlerden medet ummak teslimiyettir. Türkiye solunun da artık bu asgari program etrafında halkı, çıkışı örgütlemek göreviyle yüzleşmesinin, stratejisini, dilini, ittifaklarını buna göre geliştirmesinin zamanı. Enerji açıktadır; taşıyıcısını beklemektedir. Tarih bu büyük kurucu göreve çağırmaktadır.