Erkan Baş: ‘Yerel seçimlere kazanmak için, Cumhur İttifakı’na kaybettirmek için gireceğiz’

Erkan Baş: ‘Yerel seçimlere kazanmak için, Cumhur İttifakı’na kaybettirmek için gireceğiz’

TİP Genel Başkanı Baş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında açıklamalarda bulundu.

İleri Haber

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği haftalık basın toplantısında, TİP’in yerel seçimlere girme kararına yönelik “anket manipülasyonlarını” eleştirerek “Biz seçimlere kazanmak için gireceğiz, Cumhur İttifakı'na kaybettirmek için gireceğiz, AKP zihniyetinin Türkiye'de siyasetin tümünü belirlemesine son vermek için gireceğiz” ifadelerini kullandı.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) haftalık basın toplantısını bugün düzenledi.

Erkan Baş, milyonlarca emekçi ve emeklinin mahkum edildiği “kölelik” koşullarından “asgari ücret” tartışmalarına, Urfa’daki Özak Teksil işçilerinin direnişinden eğitim sisteminin durumuna, iktidarın ve muhalefet elindeki belediyelerin İsrail’le olan ilişkilerinden yerel seçimlere, gündeme ilişkin birçok konuda açıklamalarda bulundu.

‘AKP DÖNEMİNDE TÜRKİYE DÜNYANIN EN ÇOK KRAVATLI KÖLESİNİN OLDUĞU ÜLKE HALİNE GELDİ’

Açıklamalarının sonunda İsias Oteli Davası’na yönelik desteğini açıklayan ve Alevi Örgütleri’nin organize ettiği 10 Aralık’taki “Laik eğitim, insanca yaşam” mitingine çağrı yapan Erkan Baş, şunları kaydetti:

“Bizi dinleyen herkesin bildiği bir kavramla başlayacağım, kölelik. Kölelik 10-12 bin yıl önce ortaya çıkmış, bir insanın başka bir insanı malı olarak gördüğü, insanların mal gibi alınıp satıldığı bir uygulama. Köle bildiğiniz gibi insan yerine konulmuyor, hiçbir hakkı yok. Kendisine verilen her görevi yerine getirmek zorunda. Bunun karşılığında yemek, su ve yatacak yer alarak efendisine hizmet etmesi bekleniyor. 10 bin yıl kadar önce, milattan önce 2000’lerde kölelerden kanunlarda da söz edilmeye başlanıyor. Ama özetle parası olanın istediği her şeyi yaptırabildiği, kölenin ise sadece çalıştırıldığı akıl dışı bir sistemden söz ediliyor.

Şimdi ‘Memleketin bu kadar gündemi varken niye 10-12 bin yıl önceki uygulamalardan söz ediyoruz’ sorusu akla gelebilir. Önce tespitle başlayayım. Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde Türkiye dünyanın en çok takım elbiseli, kravatlı kölesinin olduğu ülke haline gelmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde Türkiye'nin bütün fabrikalarında, madenlerde, büyük plazalarda, okullarda, hastanelerde binlerce, milyonlarca köleden farkı olmayan insan çalıştırılıyor. Hatta şöyle söyleyelim, köleler elektrik faturası parası ödemiyor, su faturası parası ödemiyor. Şimdi hem kölelik yapıyorsunuz hem bunun üzerine faturalar ödüyorsunuz, kira ödüyorsunuz.

‘TÜRK-İŞ’İN ‘14 BİN 25 LİRA’ AÇIKLAMASI AKIL ALIR BİR ŞEY DEĞİL’

Biraz açalım, şimdi asgari ücret tartışmaları başladı. TÜİK 4 kişilik bir ailenin açlık sınırını, yani sadece gıda harcamalarını 14 bin 25 lira olarak açıklıyor. Yoksulluk sınırı ise 45 bin 686 lira. Bunun yanına DİSK araştırma dairesinin bir verisini ekleyelim, ülkenin yüzde 65'i asgari ücret civarında maaş alıyor. Şimdi tabii asgari ücret tartışmaları başlayınca ilk soru şu, siz ne öneriyorsunuz? Ne önerebiliriz ki? Gerçekten ne önerebiliriz? Şimdi aralık ayının ortasındayız, asgari ücret üzerine bir rakam önereceğiz, 1 Şubat'ta ilk asgari ücretli maaşınızı aldığınızda zaten buhar olmuş gitmiş olacak. Memleketteki bu enflasyonist ortam, bu hayat pahalılığı söylenecek hiçbir rakamın anlamı kalmadığını gösteriyor.

Bizim açımızdan mim konulması gereken bir şey, TÜRK-İŞ’in ‘Asgari ücret tartışmalarının başlama noktası 14 bin 25 lira’ demesi. Bu gerçekten akıl alır bir şey değil. Yani 4 kişilik bir aileyi anne baba ve 2 çocuk olarak düşündüğümüzde, bu aileye hem anne hem baba çalışsa yoksulluk sınırının yarısı kadar bile para girmeyecek. Yaptıkları şey şu, günde 10 saat 12 saat çalışın, birileri servetlerine servet katsın, yatlarına yatlar katsın ve ay sonu geldiğinde açlık sınırını bile bulmayan maaşlara tamah edin. Birileri lüks içinde milyonlarını havalara saçarken, şatafat içinde yaşarken bunun karşılığında bu değerleri üretenler, alın teri dökenler, emekçiler kölelik koşullarından daha kötü koşullarda yaşamaya mahkum ediliyorlar.

‘BU ÜLKEDE KÖLE KADAR BİLE DEĞERİ OLMAYAN İNSANLAR VAR’

Kölelerin bile birtakım hakları olduğunu biliyoruz. Asgari ücret tartışıyoruz, kölelik koşullarına mahkum ediyor insanlar diyoruz, diğer tarafta bu ülkede köle kadar bile değeri olmayan insanlar olduğunu hatırlatmak istiyorum. Mesela emekliler, devletin belirlediği asgari ücretin altında maaşa mahkum edilen emekliler. Hatırlatmak istiyorum, Antik Mısır'da bile emeklilik var. Antik Mısır'da köle emekli olduğunda günde 3 öğün yemeği, içeceği ve barınma hakkı sağlanıyor. Bugün emekli maaşıyla siz 3 öğün yemek yiyip, üstüne kira ödediğinizde suya paranız kalmaz. Türkiye'de durum bu kadar vahim bir hale gelmiş durumda. O yüzden net söylüyoruz: Asgari ücret, emeklilerin maaşları, memur maaşları tartışılacaksa, kölelikten beter koşulları teklif edenlere ‘Yuh olsun’ diyoruz! Ve bunun karşısında en kararlı biçimde duracağımıza da herkesin önünde bir kez daha söz veriyoruz.

URFA VALİSİNE SESLENDİ: ‘SEN NEDEN İŞÇİLERİN KARŞISINA ÇIKIYORSUN?’

Hani ‘soyut’ konuştuk ya, örnek verelim: Urfa, Özak Tekstil’de yaşananlar. İşçi arkadaşlarla haberleşiyoruz. Günde 16-17 saat çalıştırılıyorlar. Fazla mesai dayatılıyor, üstüne kendilerine kurtlu yemekler reva görülüyor, kadın işçilere mobbingler yapılıyor. Tehdidin, hakaretin, baskının bini bir para. İşçiler sendika değiştirmek istiyor, BİRTEK-SEN’e üye olmak istiyor. Önce sendikasını değiştiren kadınlardan bir tanesi işten atılıyor, bunun üzerine işçiler arkadaşlarına sahip çıkıyorlar. Ve direnişin üçüncü gününde Urfa valiliği eylem ve etkinlik yasağı getiriyor. İşçi hakkını arıyor, vali sen niye bu işçinin karşısına çıkıyorsun? Senin işin patron kollama! Dördüncü gün jandarma geliyor fabrikanın sokağının girişini ve çıkışını kapatıyor. Bitmeyen senaryo, işçi hakkını arıyor, vali hemen patronun yanında, jandarma hemen bütün kuvvetiyle işçinin karşısına dikilmiş. Altıncı gün bütün kentte eylem ve etkinlik yasağı var, Meclis Başkan Vekili Bekir Bozdağ bir açılışa gidiyor. Tabii ona yasak yok, açılış serbest. Herkesi de çağırmışlar, halka SMS gönderiyorlar, kalabalık yapacaklar ya... Özak işçileri de her Urfalı ailenin çağrıldığı yere Urfalı insanlar olarak gidiyorlar seslerini duyurmak için, ama bu da söz konusu olan işçi olunca yasak.

Yedinci gün artık yasak resmi olarak son bulmuş, işçiler Ali Şelli Parkı'ndan Rabia Meydanı'na yürüyüp basın açılaması yapmak istiyor. Yine barikat kuruluyor. Ertesi gün, 4 Aralık, sekizinci günü direnişin, jandarma yine herhangi bir resmi yasaklama kararı olmadan fabrikanın girişini çıkışını kapatıyor, sendika yöneticilerini gözaltına almak istiyor. Bu böyle devam ediyor duruyor, yetmiyor, fabrika yönetimi işçilerin ailelerini arıyor, ortada sanki sendika yöneticisi olmak bir suçmuş, yasa dışı bir durum varmış gibi aktarımlar yapıyor. Kadınlar, ailelerine onların özel hayatlarıyla ilgili bilgiler aktarılacağı konusunda tehdit ediliyor. Ahlaksızlık dediğimiz şey budur, ahlaksızlık budur! Bir insan hakkını arıyor, ekmeğine sahip çıkıyor diye onu ailesine gammazlamakla, yalan yanlış bilgilerle ailesiyle kadın işçilerin arasını açmakla tehdit edenler ahlaksızdır.

‘BU UCUBE SİSTEMİN ADI PATRON DİKTATÖRLÜĞÜDÜR’

Dedik ya kölelik koşulları, emekli olduğunda köle bile olamıyorsun, bu ucube sistemi topluma kabul ettirmek için de valiyi, jandarmayı, bakanları, devletin bütün gücünü devreye sokuyorsun. Neden? Önemli olan bu arkadaşlar, neden? Neden işçiye bu kadar düşmanlık yapılıyor? Emeğiyle alın teriyle yaşayan insan hakkını aradığı zaman düşman muamelesi görüyor? Çünkü birilerinin yandaşı, eşi, dostu, akrabası, patronları yüzde 150, yüzde 200, yüzde 250 kar elde etsin istiyorlar. Memlekette yaratılan, üretilen ne varsa bunun bütün karını patronlar alsın, işçi o da açlıkla terbiye edilsin istiyorlar. İstedikleri bu ucube sistemin adı budur, bu açık bir patron diktatörlüğüdür, paranın diktatörlüğü vardır bu ülkede. Ve yıkılması gereken, işte bu ‘saltanat’ dediğimiz düzen, işte bu paranın diktatörlüğüne dayanan düzendir.

‘GENÇLER SİYASAL İSLAMCILARA YAKIŞIR BİÇİMDE GELECEKSİZ BIRAKILDI’

Değerli yurttaşlar, böyle bir sistemin, sadece patronların daha fazla para kazanması üzerine kurulan sistemin en önemli sonuçlarından bir tanesini eğitim alanında görüyoruz. Bakın, AKP'yi gerçekten can-ı gönülden tebrik etmek lazım. İstediklerini eğitim alanında başardılar. Türkiye'de gençliğin geleceği yok edildi, gençler Orta Çağ karanlığı saçan o siyasal İslamcılara yakışır bir biçimde geleceksiz bırakıldılar. Ama bunların hiçbirisinin münferit olmadığını da bir kez daha bu hafta elimize ulaşan yeni verilerle gördük. Çıkıp ‘Sistem alarm veriyor, eğitim sistemi çöktü’ diye anlatmaya artık ihtiyaç duymuyoruz. Sonuçta Türkiye'nin tepesinde azgın bir azınlık var, zengin bir yüzde 1 var. Bunlar her istediklerini alacaklar diye, bunların karınları doysun, cepleri dolsun, yatları katları artsın diye memlekette ne var ne yok bunlara aktarılıyor. Bunun karşısında bu ülkenin yüzde 99’unu oluşturan bizlere ne oluyor? Memleketin bütün kaymağını bu kaymak tabakası sıyırınca bizlere düşen de açlık, sefalet, yoksulluk.

‘DİYANETE, İLETİŞİM BAŞKANLIĞI’NA VERİLEN ÖDENEĞİ EĞİTİME AKTARIN’

Şimdi bir araştırmadan bahsedeceğim. Araştırmayı Türkiye İçin Partisi yapsa ‘Bunlar zaten hep böyle, hiçbir şeyi beğenmezler, eleştirir, başka bir şey yapmazlar’ diyecekler. Araştırmayı Türkiye'nin resmi olarak ‘Gel beni denetle’ dediği PİSA ve OECD yapıyor. Araştırmaya göre Türkiye'de çocuklar beslenemiyor, okulda öğün atlanıyor, yiyecek almaya güçleri yok. Resmi rapora girmiş, okuduğunu anlamadan fende, matematikte çakmış durumdayız. Eğitim sistemi açık bir biçimde işlemiyor. Ülke öyle bir darboğazda ki öğrenciler de öğretmenler de kurdukları bu sistemde işleyebilecek durumda değil, hiç kimse nefes alamıyor. ‘Peki siz ne diyorsunuz, çözüm öneriniz ne’ diye soruluyorsa hemen söyleyelim. Biz derhal bir eğitim seferberliği başlatılmasını öneriyoruz. Bakın, bu ülkede Diyanet diye bir kurum var, İletişim Başkanlığı diye bir kurum var. Ne işe yarıyor bunlar? AKP'ye borazanlık yapıyor, AKP adına yalan üretiyor, AKP adına toplumun beynini yıkamak için çalışıyor. Bunlara verdiğiniz bütçeyi eğitime aktaralım kardeşim. Bu memlekette bu ülkenin gençlerinden, çocuklarından daha kıymetli bir şey olabilir mi? Bu ülkenin gençlerini, çocuklarını, bu ülkenin yarınlarını kurtarmaktan daha önemli ne olabilir? Ne yapıyorlar? Tarikat okullarına, tarikat yurtlarına aktarıyorlar paraları. Kapatalım bunları, okullarda çocuklarımıza, yurtlarda ve üniversitelerde gençlerimize ücretsiz ve sağlıklı barınma hakkı oluşturalım, yiyecek ihtiyaçlarını karşılayalım, okullarda en azından günde bir öğünü çocuklarımıza verelim.

‘ÇOCUKLAR AÇ, GENÇLER MUTSUZKEN ÜLKENİN KURTULMASI MÜMKÜN DEĞİL’

Ders anlatırken aklının bir köşesinde ‘Ev kirasını nasıl ödeyeceğim’ ‘Elektrik faturamı nasıl ödeyeceğim’, ‘Su faturamı nasıl ödeyeceğim’, ‘Buradan eve yürüyerek gitsem kaç para kâr edeceğim’ diye düşünen bir öğretmenin çocuklarımızı sağlıklı biçimde eğitmesi mümkün değil. Bir ülkede öğretmene değer verilmiyorsa, öğretmenin hayatı risk altındaysa, öğretmen yaşayamıyorsa, o ülkede eğitime önem verildiğini kim söyleyebilir, nasıl söyleyebilir? Dolayısıyla bu gerici, bu hamasi, ezberci eğitim sistemini, bu müfredatı baştan aşağıya değiştirmek; bilimsel, eleştiren, sorgulayan bir yaklaşımla yeniden inşa etmek zorundayız. Yoksa bu ülkenin her sokağını duble yol yapsalar, galaksinin en büyük camisini, dünyanın en büyük havalimanının ortasına dikseler bu ülkenin çocukları açken, gençleri mutsuzken, herkes cahilliğe mahkum edilmişken bu ülkenin kurtulması mümkün değil.

AKP kendi karanlığını yayadursun, biz bu seferberliği bu ülkenin gençleriyle, öğrencilerimizle, öğretmenlerimizle, hocalarımızla, toplumla hep birlikte başlatmak zorundayız. Mesela Akdeniz Üniversitesi öğrencileri. Bu yıl okul açılıyor, yemekhane fiyatlarına yüzde 515 zam yapılıyor. İnsanın aklı almıyor değil mi? Ama her yeri ticarethane olarak gördükleri için, okulda da öğrenci hazır müşteri, yemeğe mecbur diye düşündükleri için bu kadar kayıtsızca, sanki havaalanı tarifesiyle üniversite yemekhanesi düzenliyorlar. Öğrenciler susmuyor, bu durumun değişmesi için imza kampanyası başlatıyor, rektörle ve yönetimle görüşüyor. Ama tabii rektör gayet alaycı biçimde ‘Devletten ödenek alamıyoruz’ diyor, niye alamıyorsun? Benim annem babam vergisini veriyor, bu ülkede milyonlarca insan daha maaşını almadan devlet bunlardan vergisini alıyor. Bir devlet kendi kurumlarına, geleceğini yetiştiren kurumlarına, okullarına, üniversitelerine bütçe ayıramıyorsa, ödenek veremiyorsa neye ödenek verebilir? Bunun üstüne öğrenciler basın açıklaması yapmak istiyor, özel güvenlik buna engel olmaya çalışıyor. İnsanda biraz utanma olur, biraz yüzü kızarır!

‘15 EKİM’DEN BU YANA 8 GENÇ HAYATINI KAYBETTİ’

Bakın, KYK yurtlarında her gün canımızı yakan ayrı bir başlıkla karşı karşıyayız. 15 Ekim’den bu yana 8 genç hayatını kaybetmiş. Öğrenciler aylardır daha iyi koşullarda yaşanmak, hayatta kalmak, ölen arkadaşlarının hesabını sormak için seslerini çıkartıyorlar. Karşılarında ne var? Koskocaman bir sessizlik. Hiçbir şey yok. Şimdi bu çöküntü hali bize şunu gösteriyor: Devlet, devleti ele geçirmiş olan iktidar nerede hakkını arayan bir öğrenci, nerede hakkını arayan bir emekçi, nerede hakkını arayan bir kadın varsa onun karşısına hemen dikiliyor ama sokak ortasında insanlar vurulurken, bankalarda milyonlarca dolar el değiştirip birileri servet sahibi edilirken, kara para aklanırken, KYK yurtlarında asansörlerin denetimleri yapılmazken ortalıkta gözükmüyor. Bu artık içinde bulunduğumuz sistemin adı haline gelmiş durumda, iki yüzlülük.

MUHALEFETE SESLENDİ: ‘KATLİAM POLİTİKALARINI DESTEKLEYEN BELEDİYELERLE NE KARDEŞLİĞİ’

Dışişleri Bakanı ‘İsrail'le ilişkilerin Filistin'e zarar vermediğini’ söylemiş. Geçen hafta burada söyledik, her gün Türkiye'deki limanlardan İsrail'e çelik başta olmak üzere birçok ürün gönderiyorlar. Gazze'de çoluk çocuk demeden binlerce insanı öldüren İsrail askerleri üşümesin diye termal içlikler gönderiyorlar. Üstelik bunları doğrudan Cumhurbaşkanı'nın oğlunun, eşinin, dostunun, akrabasının, arkadaşının şirketleri üzerinden yapıyorlar. Katliamın sürdüğü kasım ayı boyunca 320 milyon dolarlık mal satılmış, katliam devam ediyor, 320 milyon dolarlık mal satılmış! Bu da Ticaret Bakanı'nın rakamı, yani ne kadar üstü olduğunu bilmiyoruz, en az bu kadardır. Şimdi iktidarı eleştiriyoruz, ‘İktidar sözde Filistinci, özde İsrailci’ diyoruz. Geçen hafta bir de ‘kardeş belediyeleri’ öğrendik. Tel Aviv’le İzmir, Beerşeba’yla Adana, Bat Yam’la Antalya. Herzliya’yla Bursa kardeşliği… Neyin kardeşliği ya, neyin kardeşliği? Bizim kardeşlerimiz öldürülüyor şu anda, katlediliyor. Açıkça katliam yapan politikaları destekleyen belediyelerle hangi kardeşlik? İsrail'le bağları kopartmaktan korkan bir muhalefet anlayışını da iktidar anlayışını da reddediyoruz. Açık söyleyeceğim, bu Anadolu'da çok söylenen haliyle ‘Kurtla öldürüyor, çobanla yiyor, sahibiyle ağlıyor’ halidir. Bunu tümden reddediyoruz.

Buradan seçimlere geçelim, tek örnek bu İsrail meselesi değil. Türkiye'de pek çok belediye meclisinde halka karşı iktidarıyla, muhalefetiyle, yerel iktidarıyla, yerel muhalefetiyle, oy birliğiyle alınan kararlar var. İşte deprem bölgesi… Şunu altını bir kez daha çizelim, depremi bir felakete çeviren yirmi yıllık AKP iktidarının politikalarıdır. Ama yerel yönetimler ne yapıyor? Yani yıllardır muhalefetin yönettiği yerel yönetimler de var. Gitsek, sorsak diyecekler ki ‘Merkezi iktidar bize imkan tanımıyor’. Merkezi iktidar imkan tanımıyorsa kalkacaksın koltuğundan, gideceksin halkın yanına, halkla beraber merkezi iktidardan hakkını talep edeceksin. AKP döneminde muhalefetle oluşan bir tembellik hali... Orada deprem olduğunda, insanlar hayatında kaybettiğinde hiç mi kendinizi sorumlu hissetmiyorsunuz? Yıllarca o ilçeyi yönetmişsiniz, o belediyeyi yönetmişsiniz, o büyükşehri yönetmişsiniz.

‘SAĞCILIĞIN ALTERNATİF SAĞCILIK, PİYASACILIĞIN ALTERNATİF PİYASACILIK DEĞİLDİR’

Şimdi ittifak tartışmaları yapılıyor, iş birliği tartışmaları yapılıyor. Hangi ittifaktan bahsediyorsunuz? Hangi ilçe etrafında kurduğunuz ittifaktan bahsediyorsunuz? Hangi politikada anlaştınız? Hangi politikada anlaşamadınız? Biz neyde anlaşıp anlaşamadığınızı bile takip edemiyoruz çünkü öyle bir tartışma yok. Bütün tartışma koltuğa oturup oturmamak tartışması. Dolayısıyla, Türkiye İşçi Partisi olarak bunu reddeden bir yerden yerel seçimlere hazırlandığımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Yurttaşlarımızı şimdiden uyarıyorum: Kendisini anketör, araştırma şirketi sahibi, akademisyen gibi sıfatlarla kamuoyu belirlemek üzere görevli addeden ya da görevlendirilmiş hiç kimsenin sözlerine itibar etmeyin. Türkiye İşçi Partisi'nin tutumu, duruşu açık ve nettir, bizim için önce bu ülkede yaşayan milyonlarca emekçinin çıkarları gelir. Bunu hayata geçirebilmek için, emekçinin hakkını alabilmesi için, emekçinin uğradığı hak gasbının engellenebilmesi için üzerimize düşen ne varsa yapmak için çalışırız. Bugüne kadar da bugüne kadar da seçimlerde ya da seçim dışı zamanlarda halka asla yalan söylemedik, ‘Halka yalan söylemek suçtur’ diyen bir gelenekten geliyoruz. O yüzden açık konuşuyoruz, diyoruz ki ‘Sağcılığın alternatif sağcılık, piyasacılığın alternatif piyasacılık değildir’. Açık, net, dürüst, politik olarak halkın çıkarlarını savunan tutumlar almaya çağırıyoruz herkesi.

‘SEÇİMLERE KAZANMAK İÇİN, CUMHUR İTTİFAKI’NA KAYBETTİRMEK İÇİN GİRECEĞİZ’

Değerli yurttaşlar, biraz evvel buraya gelmeden önce Akbelen Direnişi’nin öncü isimlerinden Necla aradı beni. İntikam almaya çalışıyorlar yurttaşlardan. Hatırlayacaksınız, Akbelen'de yüzlerce yıllık orman bir avuç para babası zengin olsun diye maden şirketlerine peşkeş çekildi. Ormanlarımız talan edildi, yok edildi. Buna karşı köylüler direndi, şimdi de o köylülerden intikam almak için dinamitleri patlatarak ilerlemeye çalışıyorlar. Açık konuşacağım, benim için çok kıymetlidir Akbelen örneği. Nerede Akbelen? Muğla'da. Muğla'da Büyükşehir Belediyesi Cumhuriyet Halk Partisi'nin. 6 belediye Cumhuriyet Halk Partisi'nin, 6 belediye AKP'nin, bir tanesi de MHP'nin. Hiçbirisi Necla kadar direnmedi, hiçbirisi oradaki köylüler kadar ormanlarına sahip çıkmadı. Hırsızın mavisi kırmızısı olmaz, doğa düşmanının mavisi kırmızısı olmaz. Biz halkın yanında duracağız, biz Akbelen'de direnen köylünün yanında duracağız. Onun hakkını savunacak bir yerel yönetim anlayışını hayata geçirmeye çalışıyoruz. Bunu söylediğimiz zaman hemen anket manipülatörleri devreye giriyorlar, ‘TİP’in orayı kazanma şansı var mı, yok mu’. Biz seçimlere kazanmak için gireceğiz, Cumhur İttifakı'na kaybettirmek için gireceğiz, AKP zihniyetinin Türkiye'de siyasetin tümünü belirlemesine son vermek için gireceğiz. Piyasacılığa, rantçılığa, kadın düşmanlığına, emek düşmanlığına karşı bu seçimde halkın sesini güçlendirmeye çalışacağız, temel mesele budur.

‘AKP’Yİ VE ONUN İTTİFAKI’NI YENECEK GÜÇ BU ÜLKENİN HALKINDA VAR’

Bunların siyaset dediği bizim için siyaset değil, bunların ittifak dediği bizim için ittifak değil. Bunların iş birliği bizim için ittifak değil. İttifaklara da açığız, iş birliklerine de açığız ama ‘kiminle, ne için ve nasıl’ sorularına cevap vermemiz lazım. Biz sermayeden değil emekçiden yana, tarikatlardan değil halktan yana, maden patronlarından değil doğadan yana ittifaklara açığız. Geçen seçimleri de hatırlatacağım: Geçen seçimlerde de hiç kimseyle herhangi bir adaylık pazarlığı yapmadık, Saray Rejimi’nin kaybetmesi için iddia ediyorum Millet İttifakı'nı oluşturan partilerden de daha çok çalıştık. Karşılığında da ne bir vekillik ne bir bakanlık ne bir mevki, hiçbir şey talep etmedik. Eski AKP'lileri de meclise sokmadık, bizden Meclis’e giren hiç kimse de AKP hesaplarına, MHP hesaplarına geçmedi. O yüzden alnımız ak, başımız dik, önümüzdeki yüzyıl boyunca da bu iktidarla, bu iktidar zihniyetiyle yan yana gelmeyeceğimizi bütün yurttaşlar biliyor. Halkçı, kamucu bir yönetim anlayışının yurttaşların yaşamını nasıl değiştirebileceğini somut örneklerle göstermek istiyoruz. Bununla ilgili sosyalist hareketimizin gurur duyulacak örnekleri var, henüz sayısı az, bu örnekleri arttırmak için hep birlikte çaba sarf edeceğiz. Bizim derdimiz budur. Bizim derdimiz haklı olanın güçlü olabileceğini, doğru olanın kazanabileceğini göstermektir. Bunun için elimizden geleni yapacağız, hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Adalet ve Kalkınma Partisi'ni de onun ittifakını da onun zihniyetini de yenebilecek güç bu ülkede, bu ülke halkında vardır ve bizim bunu harekete geçirmemiz gerekiyor.

‘CAN ATALAY, ‘REZERV ALAN’ MESELESİYLE İLGİLİ SORU ÖNERGESİ VERECEK’

6 Şubat depreminin üzerinden 10 ay geçti. Bu 10 ay içerisinde gerçekten sorunların her geçen gün katlanarak arttığını görüyoruz. Enkaz kaldırma çalışmalarında hala cansız bedenlere ulaşılıyor, hala cansız bedeni bulunamamış yurttaşlarımız var. Ama halkın bu çilesini bir rant alanı olarak gören iktidar ‘Nasıl daha fazla para kazanırız’ diye düzenlemeler yapmaya devam ediyor. Burada bir noktayı hatırlatacağım. AKP'nin bu ‘rezerv alan’ yasasıyla ilgili çok konuştuk. Hatay'ın, Defne'nin, Antakya'nın konutlarının nasıl yapıldığına bakınca ‘Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir’ diyoruz. Yapılan ihaleler Rec Uluslararası İnşaat, Yatırım, Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, yani bizim bildiğimiz adıyla AKP'nin inşaat devi haline getirdiği Rönesans Holding'e verilmiş. Antakya'da ise ihalelerin Kuzu Holding’e verildiği söyleniyor, hafızamızı zorlayınca Erzurum Palandöken'de çöken kulelerin müteahhitti olan Sarıdağlar İnşaat'tan hatırlıyoruz. Bu ‘rezerv alan’ meselesiyle ilgili bakanlıklarla kol kola bir plan yapılıyor. Hatay’da ‘Türkiye Tasarım Vakfı’ diye bir vakıf çıktı piyasaya. Kim bu Tasarım Vakfı? Mütevelli Eğitim Başkanı Fehmi Bilgi. Nereden tanıyoruz? TÜRGEV'de Yedek Yönetim Kurulu Üyesi, İlim Yayma Vakfı'nın kurucusu. Yani AKP döneminde aslında gericiliğin ve yobazlığın yayılması konusunda her yerde görebileceğimiz bu vakıf, dernek heyetlerinin her birisinde bu isimle karşılaşıyoruz. Tabii gericilik varsa onun yanında ne var? Hemen piyasacılık var, yani Beşli Çete’den Kalyon İnşaat’ı görüyoruz. Vakfın yönetim kurulu başkanı da Kalyon İnşaat’ın yönetim kurulu başkanı. Bununla ilgili Hatay Milletvekilimiz sevgili Can Atalay’ın vereceği bir soru önergesi var, tüm basın emekçilerinden o soru önergesini takip etmelerini istiyoruz.

‘İSİAS OTELİ DAVASI’NI TAKİP EDECEĞİZ’

Yine aynı depremde İsias Otel’de Kıbrıslı voleybol takımından öğrenci kardeşlerimizi ve turizm rehberlerini yitirdiğimiz, 71’i otelde kalan bir de otel çalışanı olmak üzere 72 yurttaşımızın hayatını yitirdiği bir katliam yaşadık. Bununla ilgili yürütülen soruşturma kapsamında 10 ay boyunca bir soruşturma sürdü. 5’i tutuklu 11 sanık hakkında ‘bilinçli taksitle birden fazla insanın ölümüne ve yalanmasına neden olma’ suçundan bir iddianame hazırlandı. Oysa raporlar incelendiğinde ‘olası kasıt ile insan öldürme’ cezası gerektiğini düşünüyoruz. Buradan bütün kamuoyuna çağrı yapıyoruz: Davanın ilk duruşması 3 Ocak 2024 günü yapılacak. Türkiye İşçi Partisi'nin avukatları bu davayı yakından takip ediyorlar. Deprem suçlarının üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğimizi, depremde insanların hayatını kaybetmesine neden olan katillerin peşini bırakmayacağımızı ilk günden beri söylemiştik. Bu davayı da bu gözle takip edeceğiz.

ALEVİ KURUMLARININ ‘LAİK EĞİTİM, İNSANCA YAŞAM’ MİTİNGİNE ÇAĞRI

Son olarak bu pazar günü saat 2’de Alevi kurumlarının çağrısını yaptığı ‘Laik eğitim, insanca yaşam’ mitingini destekliyoruz. Pazar günü saat 2’de Kadıköy'de olacağız.”