Gazeteci Akın Olgun: Laiklik mücadelesi dinamik, yaşamsal ve devrimcidir  

Gazeteci Akın Olgun: Laiklik mücadelesi dinamik, yaşamsal ve devrimcidir  

Gazeteci-yazar Akın Olgun ile geçtiğimiz hafta sonu 'Laikliği Kazanacağız' başlıklı bildiriyi dağıtırken aralarında HTKP Genel Başkanı Erkan Baş'ın da bulunduğu HAZİRAN üyelerine yönelik gerçekleştirilen polis saldırısını, #LaikliğiKazanacağız çalışmasını ve AKP/Saray iktidarına karşı mücadeleyi konuştuk.

Bugün Türkiye'de "Laikliği kazanacağız" talebiyle mücadele etmek ne anlama geliyor? 

“Laikliği kazanacağız” sloganı ve talebi aslında yeni değil. Yıllardır, devrimci mücadelenin bir parçası olarak, her zaman gündemde oldu. Mücadelenin ve dönemin öncelikleri ve koşulları içerisinde ileriye çıktığı ve yahut tali kaldığı süreçler olmuş, ama her zaman kendi yerini ve ağırlığını korumuştur. 

‘LAİKLİK MÜCADELESİ DİNAMİK YAŞAMSAL VE DEVRİMCİDİR’

Laikliği kazanma mücadelesinin, bunun devrimci güçler eliyle dile getirilmesinin, sokağa taşınmasının ve ısrarla doğru bir zeminde ele alınarak, halkçı ve dönüştürücü karakterinin öne çıkarılmasının, sadece sistemi değil, sadece iktidarı da değil, birçok iktidarcıkları da rahatsız ettiğini açıkça söyleyebiliriz. 

Kendi statükolarını ve gericiliklerini, buna bağlı olarak çıkarlarını korumak isteyenler, ellerine geçirdikleri her şeyi baskı, sömürü ve zulüm aracı olarak kullanır ve bunu yaparken bir an dahi tereddüt etmezler. Kendi anlayışlarına uygun hale getirene kadar her değerin içini boşaltır ve istedikleri kalıba ve şekle sokana kadar da durmazlar. 

Bu yanıyla, laikliği kazanma mücadelesi aynı zamanda tüm bu asalak, gerici kesimlere karşı da bir mücadeledir. Dinamik, yaşamsal ve devrimcidir.  

'KOLEKTİF BİR DİRENİŞ AĞI YARATMALIYIZ'

Bununla beraber, hak ve özgürlükler mücadelesi ile bağını doğru kurup, direnişin ve direnmenin meşruluğunu hayatın her alanında ortaklaştırmak, çoğaltmak ve kolektif bir direniş ağı yaratmak, sürece ve yaşananlara iradi müdahalelerde bulunmak da çok mümkün. İktidarın ve onunla ittifak içerisinde olanların devrimci güçlere yönelimlerinin, direnenlerin bir araya gelme, yan yana durma ve ortaklaşma zeminlerini yarattıkları ölçüde yoğunlaştığını ve bunu çok değişik yol ve yöntemlerle yürüttüklerini artık biliyoruz. Hem ideolojik alanda, hem de sokaklarda çok yönlü bir saldırı altında tüm ilerici güçler ve çevreler. Mücadelenin her alanında iki iradenin savaşına tanıklık ediyoruz, edeceğiz. Bazen tek bir sokak üzerinde, bir semtte bu irade savaşı vücut bulacak, bazen bir cenazede, bazen bir okulda, giyilen bir elbisede, bir yazıda, bir kitapta, gözaltında, eğilemeyen bir başta, bükülemeyen bir bilekte kendini gösterecektir. 

Laikliği kazanma mücadelesini, hak ve özgürlükler mücadelesiyle, demokrasi ve Kürt halkının tüm meşru hakları ve barış talebiyle buluşturabilmeyi sağlayacak, ilkeleri ve duruşu olan bir kolektif direniş ağı oluşturulabilirse, bugünden yarına önemli bir güç de biriktirilmiş olacaktır. 

Başarısız darbe girişimi sırasında ve ardından ilan edilen OHAL koşullarında AKP/Saray iktidarının ve onun sokağa tezahürü olan güruhun başka kimseye yaşam hakkı tanımayan bir şekilde hareket ettiği sıkça dile getirilen bir durum. Bu durumun aynı zamanda geçmişteki mücadele başlıklarına ayrı bir meşruiyet ve dinamizm kattığını söylemek mümkün. OHAL rejimi ile iktidarını korumaya çalışan AKP/Saray diktasına karşı yeni bir mücadele dalgası mı geliyor? Bunun koşulları nedir, nasıl başarılı olur?

15 Temmuz darbe girişimi ve arkasından yaşananlar bizlere birçok şey gösterdi ama içlerinden en önemlisi, iktidarın kendine bağlı, istediği zaman sokaklara çıkarabileceği, müdahale edebileceği bir falanjist milis gücünün olduğudur. Ülkenin batısında, bu güce karşı koyabilecek, geriletebilecek ve olası katliamlar vb girişimlerine karşı müdahale edebilecek, devrimci bir gücün olmadığı gerçeği de çırılçıplak yine karşımızda duruyor.  

Meşruluğunu yitirmiş bir iktidar yok sadece karşımızda. Aynı zamanda kurulu sistemin ve bu sistemi bir arada tutan hukuksal, toplumsal, ekonomik, sosyal ve siyasal normların da meşruluğu tartışılır halde. Kriz devrimciler açısından bir fırsattır elbette, ama bu fırsatı değerlendirebilecek bir örgütlenmeye, güce ve çeşitli olanaklara sahip değilseniz, büyük bir tehlike ve tehdittir aynı zamanda. 

Eğer buradan bakarsak meseleye, her anlamda meşruluk yitimine uğramış bir ülkede, yaşanacak her şey bir anda kestirilemeyen sonuçları ile hepimizi kendi içine doğru sürükleyebilir. Türkiye’nin yaşadığı krizin, şimdiye kadar yaşanmış olanların çok daha üstünde, daha karmaşık ve her anlamda daha kaotik olduğu gerçeğinin sanırım kimse üstünden atlamıyordur. Bu süreci, faşizmin araçlarını kullanarak atlatmaya çalışan ve bunun üzerinde uzlaşmış bir devlet içi güçler birliği söz konusu ve bu güç birlikteliği hiç de uzun vadeli değil. 

‘STRATEJİK ÖRGÜTSEL ADIMLAR ATILMAZSA HALK KORUMASIZ KALACAK’

Krizini, baskı, zor, şiddet ve şovenizm ile atlatmaya çalışan, elinin altında örgütlediği, organize ettiği geniş bir milis gücü ile her an sokağa çıkma tehdidi savuran, iktidarda kalmak için her şeyi, ama her şeyi yapabileceğinin mesajlarını veren ve uyguladığı şiddeti din referanslı bir zeminde körükleyen bir iktidar ve olasılıklar karşısında elde ne var, ne yok diye bakılmaz ve hızla stratejik örgütsel adımlar atılamazsa, korkarım ki halk korumasız kalacaktır. 

“Uzaktan izleyelim, yan yana görünmeyelim, mesafeli duralım, devlet içi güçlerden kendimize en yakın olanlarla hareket edelim, kadroları koruyalım” vb tarzda geliştirilen her duruş ise kaçınılmaz olarak hızla mücadele ettikleriyle benzeşecektir.

En geniş birliktelikleri örmek, olası bütün ihtimalleri masaya yatırarak bir mücadele ve örgütlenme hattı belirlemek, kendiliğinden olan ve olmayan tüm gelişmelere bütünlüklü bir irade ile cevap vermeyi sağlayacak refleksi ve tavrı geliştirecek modellemeyi kolektifleştirmek, yani bir bütün durabilmek  olmazsa olmaz tek çıkış olarak gözüküyor. 

‘DİRENİŞ AĞI OLUŞTURMAK DOMİNO ETKİSİ YARATABİLİR’

Gecekondulardan fabrikalara, mahallelerden sokaklara, üniversitelerden okul sıralarına, kasabalardan köylere kadar, hayatın her alanına dair bir direniş ağı oluşturmak, geçmiş deney ve tecrübeleri zenginleştirmek, tüm gerici çıkışlara müdahale eden bir davranış biçimi geliştirmek, örnekleri çoğaltmak ve yaymak bir domino etkisi yaratabilir. 

‘ÖRGÜTLÜ CESARETİ YENEBİLECEK GÜÇ YOKTUR’

15 Temmuz sonrası, sokak hâkimiyetini elinde tutarak, geniş bir sessizliği ve suskunluğu onaylatmaya çalışanlara karşı, başını dik tutanların, bileğini büktürmeyenlerin duruşu önemli bir moral ve ideolojik güçtür. Bunu çoğalttıkça, suskunluk ve korku, hızla yerini cesarete ve çoğalan seslere bırakacaktır. Örgütlü cesareti yenebilecek bir güç yoktur çünkü.