'Kitleler aldatılmadı, faşizmi arzuladılar' cümlesinin yeni öznesi

'Kitleler aldatılmadı, faşizmi arzuladılar' cümlesinin yeni öznesi

Kontrolünü kaybetmiş halde gün gün artırdığı baskı ve şiddetiyle varlığını gittiği yere kadar yaşatabilmek uğruna yapabilecekleri, sadece Rusya politikasındaki yanar dönerliğinden alınacak ilhamla dahi öngörülebilecek iktidarı doğrudan desteklemekle, edilgen biçimde ona boyun eğmenin sonuçları bugün itibarı ile birbirine denktir. 

Eksik olmasın, Facebook hatırlattı. Geçen yıl bu zamanlar yurdumuzun ‘güzide’ bir profesörü her bir şehit için bir HDP’li indirilsin önerisiyle gelmişti. Bu hatırlatmayı okuduğum saatlerde İstanbul’da HDP il ve ilçe binaları bir gece yarısı henüz basılmamış, günün ihtiyacına göre IŞİD veya DAİŞ diye anılan cihatçı teröristler Antep'te bir düğün evini kana bulamamış, ölenlerin Kürt olması vicdanı kabuk bağlamış faşistlerin yüreğini ferahlatmamıştı.

Ülkede hukuku temsil ettiği rivayet olunan baronun başkanı iç savaş ilanı sayılabilecek göstere göstere gelen bir katliamın kurbanlarını -dört çocuğunu kaybetmiş annenin kahrından utanmaksızın- soğukkanlılıkla ‘zarar’ diye anmamış, devlet bir kente ev düzer gibi yerleştirip özenle beslediği barbarların vebalini, geleneksel ‘lanetliyoruz’ mesajlarıyla kendi boynundan gene tereyağından kıl çeker gibi atmamıştı. 

Özgür Gündem yazarları daha yaka paça alınmamış, hırsızlıktan artık sitayişle bahsedildiğinden akademiden sanata intihal bataklığına dönmüş ülkede, hikâye aşırma geleneğinin değirmenine lağım suyu taşımamayı seçmiş bir elin parmağı kadar yazar arasında yer alan Aslı Erdoğan, terör örgütü üyeliği ve propagandası suçlamasıyla henüz tutuklanmamıştı. 

SAAT BAŞINA DÜŞEN GARABET YOĞUNLUĞU

Bakışından bıyığına yandaş tipoloji standardına karikatürü çizilecek kadar uygun AKP gazetecisi ‘nesine tecavüz etsinler bunların’ yorumuyla ‘tecavüze değerliğin’ kriterlerini henüz tanımlamamış, dokuz aylık bebeğe tecavüzün haberini yapan muhabir ardı ardına ölüm tehditleri almamıştı.

Koca bir ay boyunca sabahlara kadar uyku bölen zorbalıkla ‘Ölürüm Türkiye’m’ dinletip evdekilere de zorunlu nöbet yazanlar rock festivalini iptal ettirmeyi henüz denememiş, Sıla "madem ki demokrasi var biat etmeme özgürlüğünü seçiyorum" dediği için konserleri iptal, kendisi de linç edilmemişti. 

Sineğin yağının peşinde on dört yılda ülkede artık satılmamış bir şey bırakılmadığından sona kalan kuruluşlardan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın dahi özelleştirilmesi gibi, cümle içinde trol işi tınlayan planlar gündemimize girmemişti.

Tüm bunların ve alan darlığından yazıda ihmal edilen daha bir dolusunun yanında, en absürdü ise, aynı kandırılma teranesi kiminin kurtuluşu kiminin esareti olmamıştı henüz.
Saat başına düşen garabet yoğunluğu sebebiyle yanılmayı hiç olmadığı kadar istemekle beraber, tahmin ediyorum bu yazı yayına girene kadar üstüne ileri demokrasiyle uyumlu bir dizi daha saldırı, yasaklama, gözaltı hamlesi gelebilecektir.

Faşizmin ihtiyacına göre hayatlarımıza zorbaca monte etmek üzere yeni kurulup yolda düzülen kervanlar olduğu gibi, evvelce yükünü tutup Ohal dönemiyle birlikte önümüze sürülmüş kervanlar da var elbet... 

On beş temmuzu takiben on aylık bir bebeğin her gün görmekten aileden zannedip artık gülümseyebileceği ‘evimizin bir ferdi!’ Feto’nun itirafçı teröristleri kandırılmış teröristlerin kanalları arasında fellik fellik dolanırken; kıdemlisinin türemesiyle meslekleştiğinden artık emin olduğumuz troller, asparagasın dibine vurmayı aynı dönemde hobiye çevirdiler. 
Milli mutabakat müsameresinde ajitasyon malzemesine çevrilip dibine kadar sömürülen tankların altında can verenler; her alanda iktidara yakınlığa göre basamaklandırılan yapay hiyerarşiyle uyumlu olarak, herhangi bir yerdeki mecburi askerlik görevi sırasında ölen herhangi bir şehidin üstünde bir payeyle yüksek şehitliğe terfi ettirildiler. RTE’yi korumak ülkeyi korumaktan mühimdi.

Hedefteki barış akademisyenleri başta olmak üzere pek çok kesimden muhalife yönelik cadı avı ata sporuna dönüşüp, üçerli beşerli görevden uzaklaştırmaların haber değeri, alışıldığı ölçüde azalırken; milli soslu sözde mutabakat avına vaktiyle sövdükleri ‘iki ayyaş’ın tekinin posterine sığınarak çıkabilenler, rektörlük devrinde bir dönemi dualarla açmakta bir beis görmediler. 

Akıl dışını rasyonalize etmek üzere başvurulabilecek en kullanışlı yolken başarısız darbe girişimini takiben sıvanan kolların ilk tuttuğunun OHAL olması kimseyi elbette şaşırtmadı. Zaten OHAL’in varlık sebebi özünde bunların rahatlıkla yapılmasının koşullarının sağlanması değil miydi? Tarih bilgimiz çerçevesinde olup bitenlere iktidar açısından bakıldığında anlaşılmaz bir şey aslında yok. Soru ya da sorun, halkın buna neden boyun eğdiği?

Faşizmin sorun çözme yöntemleri bastırma ve yok etme üstüne kuruludur ve zaman içinde yaygınlaşarak halkın da iliklerine işler. Sıralı eylemler arasında dahi tutarlılık aranmaz. 
Tecavüze geleneksel çözüm önerileri; bunları da içeride ‘becersinler’, olmadı hadım etsinler tipi ‘gelişmiş’ önerilerin sahiplerinin bir kısmının tecavüzcü olması; terörü yaratanların, varlığını terörle mücadele mizanseniyle teminat altına alarak yaşamını idame ettirecek damarı, ektiği nefret tohumlarında bulması olağandır. 

DİKTA HALKIN KİM OLDUĞUNA KARAR VERİRSE...

OHAL faşizminde yaratıcı çözümlerin zirvesiyse demokrasi nöbetlerinde yeniden taçlanan yılların favorisi ‘idam isteriz’ oldu. RTE, ‘halk ister, meclis de önüme koyarsa onaylarım tabii’ dedi. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı öncesinde attığı ‘istemem yan cebime’ deparının sırtını dayadığı ‘meydanların iradesini yok sayamayız’ mesajında evvelce kendini gösterdiği gibi, hızlı sonuç almanın en zahmetsiz yolu kişisel arzuların kitleler üzerinden ifade edilmesiydi. Fiilen partili cumhurbaşkanlarının örneklerle ortaya koyduğu gibi, ileri demokraside halkın iradesi mühimdir. Elbette halkın kim olduğuna diktanın karar vermesi koşuluyla. Gördük ki ileri demokraside iktidar halkı seçmektedir. OHAL’in ilanına ilişkin konuşma metninin neredeyse yarısının imansız paslı yürekler karşısında devletin çağrısına icabet eden demokrasi nöbetçilerine ve ‘şehit’lerine şükran bildirimine ayrılması tesadüf değildir. Vatan-bayrak eksenli yapay hiyerarşi, hegemonik olarak ilk kez üstün olduğuna ikna edilen "hakimiyet milletindir" cephesi için inandırıldıkları öznelik duygusuyla kıymetlidir. Bu grubun yanıldığı, ezen yerinde durduğu sürece kendisinin hangi tarafta durduğundan bağımsız halkların kaderinin değişmediği ve bombaların bir gün taraf seçmeyeceğidir. Neo-Türkiye’nin sinsi planı; Kürtleri, sosyalistleri, kemalistleri, aydınları ve ilerici güçleri yok etme ve/veya dönüştürme hedefiyle sınırlı görülmemelidir. Cizre’de duyulmadığı için Antep’te yeniden sökün eden çığlık, yarın bir gün herkesin evine düşebilir. 

İzi sürekli ve sorumlulukla sürülmesi gereken özgürlük kimseye armağan edilmeyecektir. Kontrolünü kaybetmiş halde gün gün artırdığı baskı ve şiddetiyle varlığını gittiği yere kadar yaşatabilmek uğruna yapabilecekleri, sadece Rusya politikasındaki yanar dönerliğinden alınacak ilhamla dahi öngörülebilecek iktidarı doğrudan desteklemekle, edilgen biçimde ona boyun eğmenin sonuçları bugün itibarı ile birbirine denktir. 

Gezi’de on milyona ulaşan kitle, örgütlenmesi durumunda sayısı ve niteliğiyle bu karanlığı yıkacak güçtedir. ‘Faşizme karşıyım ama omuz omuza duramam’ diyerek hiçbir şey yapmadan bir kurtarıcı beklemek açıkça kendi yarattığı çaresizliği seçmektir. Bu seçeneği işaretleyenler -niyetinden bağımsız- yarın yazılacak tarihin yakın geleceğe ait sayfalarında ‘kitleler aldatılmadı, faşizmi arzuladılar’ cümlesinin yeni öznesi olabileceklerini şimdiden bilmelidir.