Petersburg zirvesinin ardından: Piyasaları ürkütmeden anti-Amerikancılık yapmak!
Bir ülke düşünün ki Şangay İşbirliği Örgütünde gözlemci BRICS grubuna ise tam üye olsun ve Rusya’dan aldığı silahlarla ABD ile stratejik tatbikatlar yapsın. Tamam bu ülke Türkiye değil ama...
Bir ülke düşünün ki Şangay İşbirliği Örgütünde gözlemci BRICS grubuna ise tam üye olsun ve Rusya’dan aldığı silahlarla ABD ile stratejik tatbikatlar yapsın. Tamam bu ülke Türkiye değil ama 21. yüzyılda uluslararası ilişkilerin çok boyutlu ve grift karakterini özetleyen tek örnek de değil. Öte yandan yine bir ülke düşünün ki savaş ilan etmek dışında en gergin düzeyde diplomasi yürüttüğü ülkelerden teker teker özür dilesin ya da bunları yeniden stratejik müttefik olarak tanımlasın ve sonra bu ülkenin stratejik bir politika değişikliği yapabilecek durumda olduğu konuşulsun. Evet işte bu ülke Türkiye ve şimdi darbe girişimi ardından zikzaklarla dolu bir dış politika karnesi taşıyan ülkenin sert bir dönüşle NATO’dan çıkıp çıkmayacağını, iç savaş yangınına benzin döktüğü komşu ülkenin rejimi ile birlikte yeni bir masa kurup kuramayacağını konuşuyoruz. Batı basını Petersburg Zirvesi sonrasında bu sorulara yanıt veremediğini çünkü söz konusu ülke liderinin “kestirilemez” bir otokrat olduğunu yazdı. Ancak Türkiye’de yaşayıp tüm bu zikzakların içerde başka dışarda başka türlü kullanıldığını tecrübe edenler için kestirimde bulunmak o kadar da zor değil.
Öncelikle 13 yılı geride bırakan AKP dönemi dış politikasının kademe kademe geleneksel Türk dış politikası parametrelerinden uzaklaşarak bölgesel hegemeonluğa teşebbüş eden mezhepçi bir karakter taşıması anlamında farklılaşma içerdiğini anımsayalım. Ancak İsrail’e “one Minute” dendikten sonra ülkede ve bölgede Cemal Abdülnasır imajını üstelenen aynı lider İsrail ile ticari ilişkilerini geliştirdiğini saklama ihtiyacı dahi duymadı. Sonunda varılan yeri hepimiz biliyoruz. Dış politikada bir ülkenin, iç politikada belli bir kesimin dost ya da düşman ilan edilmesi hem an meselesi hem de küresel piyasa şartlarına bağlı olarak bir “imaj meselesi” olarak gerçekleşiyor. Örneğin One Minute’lanan İsrail ile ticaret hacmini düşürmese bile en azından diplomatik ilişkilerinin seviyesini düşüren Ankara, Ermeni Soykırım Kararı sonrasında Berlin’e en ufak bir diplomatik karşılık vermeyi düşünemedi. Ama Berlin’e yüksek sesle “sözlü” ders verirken Almanya’daki Türk vekili yahut ülkesindeki muhalefeti vatan hainliği tehdidi ile terbiye etmeyi unutmadı.
Özetle AKP, Rusya uçak krizinde olduğu gibi gerekirse “tezek yakarız” dediği halde henüz gerçek bir ekonomik zor yaşamamış olan olan orta sınıfların rızasından vazgeçecek cesarette bir hamle sergilemiş değil. 15 Temmuz darbesi sonrası iç hamasete, yandaş ve ulusalcı basının yazdıklarına rağmen gerçekte ne NATO’dan çıkılacak ne de küresel piyasa merkezleri ürkütülecek. Ürkütülecek tek kesim seküler demokrat ve muhalif dahili kesimler olacaktır ki bunun da borsalarda düşüş etkisi yaratmadığını tecrübe etmiş bulunuyoruz.
Peki ama mevcut iktidara karşı Batı’nın artan memnuniyetsizliği ve Erdoğan karşıtlarına verilen çeşitli destekler sonunda Ankara’yı Batı’nın karşısında konumlanan Rusya, İran ve hatta Suriye yönetimi yanına kadar itebilir mi? Evet teorik olarak mümkün ancak bu iktidar ideolojisi ve tabanının beklentileri ile henüz çok uzak bir seçenektir. Oysa içinde yaşadığımız 21 yüzyılın uluslararası ekonomi-politiği ülkelerin askeri, ekonomik ve siyasi ilişkilerinde rezonansın hayli sınırlandığı, ittifak kümeleri arası ilişkilerin hayli çeşitlendiği, farklılaştığı bir dönem özelliği gösteriyor. Aslında soğuk savaşın sert everesi sonrası, yani kabaca Küba füzeler krizi sonrası dönemde bile bu türden örnekler görülmeye başlanmıştı. Dış politikada en azından maceracı ve kısa dönemli politikalar izlenmeyen AKP öncesi dönemde de Ankara’nın Batı’ya ayar verdiği ciddi örnekler gösterilebilir. Üstelik bu örnekler hem hamaset içermeyen hem de daha ciddi sonuçları olan manevralar idi. İkinci olarak Türkiye Batıyla ilişkilere ayar verilirken Doğu ile ilişkiler özel bir gerilim-kriz dinamiği taşımıyordu. Şimdi NATO’ya mesafe açılıyor gibi görünen pek çok adım gerçekte iflas etmiş ve sürdürülemez Rusya-İran-Suriye karşıtı siyasetin revize edilmesi. Hem de mecburi bir revizyon.
KÜRT SORUNU VE SURİYE’DE YENİLGİNİN GETİRDİĞİ ZORUNLULUK
Rusya ile normalleşme çabası esasen Suriye merkezli Ortadoğu siyasetinin iflası ve üstüne Kürt sorununda yeni bir muarız kazanma riskinin ortaya çıkması ile ilgili idi. Afganistan’da Sovyet Ordusu’nu çok zor durumda bırakan Amerikan Stinger füzelerinin çok alt bir Rus modelinin PKK militanlarının omuzunda görülmesi Uçak krizine Rusya’nın verebileceği yanıtın küçük bir örneği idi. Özür mektubunu başlatan kanal söylendiği gibi Cavit Çağlar’ın hatırıyla değil helikopter ve uçakların düşürülmesini sağlayacak “Rus stinger”ları ile açıldı.
Öte yandan Suriye ve Kürt sorununu bağlamları dışında da önemli uyumsuzluklar yaşayan Türk-Batı ilişkileri 15 Temmuz sonrasında benzer her momentte olduğu gibi Ankara’yı klasik dış politika denklemine sürükledi: Batı ile pazarlık için doğuya biraz yanaşmak. Bu durum ne Türkiye’ye ne de Türkiye’de AKP dönemine özgüdür. Dış politika seçeneklerinizi (İktisadi-siyasi-askeri) çeşitlendirmek müttefiklerinizle pazarlık gücünüzü arttırır, anlaşmazlıklarınızda onlara bazı sınırları anımsatır. Dünya tarihinde olduğu gibi Türkiye tarihi de buna benzer çok sayıda örnek olaya tanıklık etmiştir. Hatta bu türden olayların kıyaslamasına başvurarak AKP ve AKP sermayesinin yapısal sınırlarını görüp Batı karşısında en zayıf “dik duruş” örneklerinden birisinin nasıl yeni “bir dünya kuruluşu” olarak pazarlandığını da fark ederiz.
BATI İLE GERİLİMLERDE DOĞU İLE YAKINLAŞMA ÖRNEKLERİ:
İlk önemli örnek Cumhuriyet’in ilk döneminden: İngiltere’nin Musul müzakerelerindeki tutumu ve bu çerçevede Şeyh Sait olayındaki rolü karşılığında Türk-Sovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması devreye sokulmuştur. Tarihimizin en Amerikancı başbakanı olan Adnan Menderes’in bile son dönemde Sovyetler ile yeni bir denge kurma çabalarına girişmesi olayını unutmamak gerekir. 1964 Kıbrıs olaylarını takip eden günlerde Türkiye’yi yalnız bırakabileceği tehdidini savuran ABD Başkanı Johnson’ın meşhur mektubundan sonra Demirel’in girişimleri ile 1967’de bağıtlanacak Türk-Sovyet Sınai ve Ticari işbirliği antlaşması ile Türkiye'de İskenderun Demir-Çelik, Seydişehir Alüminyum, Aliağa Petrol Rafinerisi Bandırma'da sülfürikasit, Artvin'de kontrplak fabrikası vb açılmış, Oymapınar Hidroelektrik Santralı yapılmıştır. Bugün konuşulan Nükleer santral ve diğer projelerden kat be kat daha büyük girdiler bu anlaşma ve yakınlaşma sayesinde mümkün olabilmişti. Yine benzer gerilimler 1974 Kıbrıs Harekatı döneminde çıktığında da ABD’nin silah ambargosuna rağmen Ecevit karar verdiğini politikayı uygulamaktan vazgeçmemişti. Bu dönemlerde söz konusu liderler Batı ile ağız dalaşı yapmamış, arkasında duramayacağı tehditleri ima etmemiş ama belli sınırlar içinde karşı-diplomatik hamlelerle duruşlarını ve güçlerini de ortaya koymuşlardı.
YURTTA ANTİ-AMERİKANCILIK, CİHANDA NATO’CULUK!
AKP liderliğinin soğuk savaş döneminde Demirel’in yahut Ecevit’in (ki ikisi için de anti-Amerikancı demek çok çok zor olacaktır) gösterdiği kadar bile “milli” duruş sergilediğini söylemek çok zor. Üstelik Atatürk, Demirel ya da Ecevit Batı ile ilişkilerine ayar verirken, Türkiye içinde Batı ile birlikte kodlanan değerleri hedef tahtasına koydurmamışlardı. Erdoğan-Yıldırım yönetiminin meydanlarda yaydığı havanın aksine hem NATO hem de Cumhurbaşkanlığı sözcüleri Petersburg zirvesi sonrasında karşılıklı güvenlerini sürdürdüklerini hemen açıkladılar.
Sadece 3 ay önce Suudlar ile İslam Ordusu ve Polisi kurma projesi ön planda iken şimdi Şangay’ı konuşuyor olmamızda şaşırılacak bir durum yok. Gelecek ay ise AB’ye girişimizin hızlandığı müjdesini duyup sonra yine Riyad ve Doha ilişkilerini merkeze alan tartışmaları yapmak durumunda kalabiliriz. Bütün bu zikzakların ülkenin dış siyaset kapasitesini küçültürken ABD ve Batı ile pazarlıkta da Ankara’nın elinin zayıflatmaya devam edeceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yok.
@hakangunesh
*İstanbul Üniversitesi / SBF