Yoldaşlıktan kan davasına AKP ve Cemaat
AKP’nin iktidara geldiğinden bu yana, rejimine içsel dinamikleri tarafından böylesine ciddi biçimde tehdit edilmediğini söyleyebiliriz. Evet, bir kez daha 15 Temmuz başarısız darbe girişiminden bahsediyoruz.
AKP’nin iktidara geldiğinden bu yana, rejimine içsel dinamikleri tarafından böylesine ciddi biçimde tehdit edilmediğini söyleyebiliriz. Evet, bir kez daha 15 Temmuz başarısız darbe girişiminden bahsediyoruz.
Tam da bugünlerde yaşadığımız gibi tozun dumana karıştığı dönemlerde kimi sadeleştirmeler yapmak önem kazanıyor.
Üstelik doyumsuz, iştahlı bir olguculukla da karşı karşıyayız. Sorun, bir yerden sonra ‘kimler cemaatçi’ ya da ‘ne tip kumpaslar dönmüş’ sorusunun çok daha temel bazı tartışma başlıklarını gözlerden uzaklaştırması.
Söz gelimi, AKP rejimi kuruluşundan yerleşme hamlelerine, oradan önemli dönemeçlerine Cemaat'le nasıl bir ilişki seyri tutturmuştur? Buna yalnızca bir hafıza tazeleme olarak bakılamaz; bu aynı zamanda ‘devleti sıfırdan kurmak’ isteyenlerin ortaklıktan boşalan alanlarda hangi krizlere gebe kalacağını da anlamak demektir.
Bu yazıda giriş niyetine AKP-Cemaat ilişkisinin kısa bir izleğine bakalım.
Öncelikle doksanlı yıllarda, AKP’nin önceli olan ‘Erbakan çizgisi’ ile Nurculuğun bir kolu olarak ortaya çıkan ‘Gülen çizgisi’ arasında mesafeli bir ilişki olduğu belirtilmeli. Bu mesafeyi oluşturan neydi?
ERBAKAN ÇİZGİSİYLE GÜLEN'CİLİĞİN AYRIŞMA NOKTASI
Milli Görüş/‘Erbakan çizgisi’ RP’yi, demagojik düzeyde bile olsa ‘köleci, faizci kapitalist düzene karşı adil düzen’ söylemiyle, İslam ortak pazarı ya da çok hukuklu anayasa gibi fantezilerle var etmekteydi. Merkez sağ partilerin politikalarına yönelik ‘amansız eleştirisi’ de sık sık ‘batı taklitçilerinden’ bahsetmesi de bu çizginin alamet-i farikası olmuştu.
Buna karşın, 70’li yıllarda devletin sola karşı toplumsal yığınağı olma vazifesiyle ve emperyalizmin bölge planlarına uyumlu olarak hızla örgütlenen ‘Gülen çizgisi’ çoğunlukla merkez sağ partilerin destekçisi olmuş, 12 Eylül-28 Şubat gibi dönemeçlerde tartışmasız devlet savunuculuğu yapmıştır. Hem 12 Eylül ruhu olarak türk-islam sentezine hem de küresel yönelimler olarak liberalizme destek çıkmıştır. Üstelik hiç de gerekmezken bunu illegal, geniş ağlar kurarak, sessiz ve derinden bir örgütlenmeyle birlikte yapmıştır. İlginç yanı, Gülen cemaatinin tüm ‘sivillik’ iddialarına rağmen başından beri misyonlu bir yapı olması.(1)
Üstelik yıllara dayanan bu çizgi, karşılığını da fazlasıyla alacaktır. Gülen Cemaati'nin belkemiği olan okullar, Özal’ın ‘ben kefilim’ demesiyle, yurtdışındaki 160 civarındaki okul, Demirel’in onayıyla, devlet adamlarının eşliğinde açılır. Gülen’in yeri geldiğinde YÖK’ü desteklemek için başörtüsü yasağını savunmasında ya da 28 Şubat’ı destekleyip, Refahyol'un çekilmesi gerektiğini söylemesinde giderek bir ‘imparatorluğa’ dönüşen çıkar ağının rolü yadsınamaz.
Gülen’in Demirel’den Özal’a, büyük medya patronlarına, Mesut Yılmaz’a ve her daim sevgiyle andığı Ecevit’e geniş bir yelpazede ilişkileri malumdur.
ERBAKAN'I DEĞİLLEYEN ERDOĞAN VE CEMAAT
Peki Erdoğan ve AKP?
“Tayyip Erdoğan şüphesiz ideolojik ve politik varoluşunda Erbakan’a maddi-manevi çok şey borçludur. Ama o, bir siyasetçi olarak yetişme sürecinde aslî belirleyen olmuş Erbakan Hoca’yı “değilleyerek” yükseldi. Bu, bir başka “Hoca” ile irtibat ve ittifaka yönelme ile olmuştur. Hepimizin bildiği üzere o hoca, “Fethullah Hoca”dır.” (2)
AKP’nin girişimciliği, paternalizmi, özel sektörcülüğü; BOP eşbaşkanlığı, AB sevdası…
İşte krizli bir dönemde aranan buluşma böyle gerçekleşir.
Kronolojik olarak; AKP’nin kuruluşundan MİT krizine (2012) kadar yani yaklaşık on yıllık bir süre AKP-Cemaat ortaklığının sürdüğünü, bu ilişkideki tepe noktasının 2007 olduğunu, Referandum’un (2010) sağladığı güçle Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Oda TV gibi davalarla cemaatin ordu, yargı ve emniyette ciddi mevziler edindiğini söyleyebiliriz.
Hatırlanacağı üzere ilk çatlak sinyali, Mavi Marmara olayında (2010); Gülen’in ‘İsrail’e danışılsaydı keşke’ sözleri oluşturdu. Ancak gümbür gümbür gelen iktidar mücadelesi engellenemedi ve MİT krizi (2012) ile tüm kavga faş oldu.
AKP karşı hamle olarak cemaate bir ekonomik darbe anlamına gelebilecek ‘dersanelerin kapatılmasını’ gündeme getirdi. Cemaat ise dört bakanın oğlunun da konu olduğu 17 Aralık (2013) operasyonu ile karşılık verdi.
Bu açık savaştan sonra ‘paralel devlet’ ya da FETÖ ifadeleri AKP’lilerin dilinden düşmedi. 15 Temmuz’a gelen sürece ilişkin notlarımız kısaca bunlar.
REJİMİN BAĞRINDAKİ KRİZ
Son bir soruyla konuyu bağlayalım: Rejimi tehlikeye atacak boyutta ayyuka çıkan bu iktidar kavgasının rejimi de aşan daha temeldeki bir modelle ilişkisi kurulabilir mi?
Evet, bu kriz AKP rejimine içsel bir krizdir. Ama dahası bu, rejimin içine yerleştiği neo-liberal modelin bağrında yeşermiştir. Açık bir ifadeyle:
“…neo-liberalizmin doğasına uygun olan kuvvetler ayrılığı ilkesinin aşındırılması ve yürütmenin güçlendirilmesi yeni rejimde (AKP) bunun “aşırı” bir örneği olarak karşımıza çıkmakta, yasama ve yargı, bütünüyle yürütmenin kontrolü altına alınmak istenmektedir. AKP ile Cemaat arasındaki kavga da bu bağlamda anlam kazanmaktadır.” (3)
-----------
NOTLAR:
(1) “(F. Gülen) Erzurum’da kaldığı 1962-1963 yıllarında, Erzurum Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Bu dernek, ABD desteğiyle kurulmuş açık bir kontrgerilla örgütüydü ve ilerleyen yıllarda “Sovyet tehdidine” karşı harekete geçirilen paramiliter unsurlar içinde önemli bir alan açacaktı.”
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yazi_dizileri/580490/Paradaki_simge.html
2- http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yazi_dizileri/583166/Hisimliktan_hasimliga.html
3- http://www.telgrafhane.org/fatih-yasli-yazdi-yeni-rejim-ve-sunni-ulus-uzerine-tezler/