Çetinsaya dönemi bitti; böylece bir YÖK başkanı daha gelip, geçti.
Tarihte, adı nasıl anılacaktır; yaşanıp görülecektir. Kesin olanı şudur: zatla ilgili rivayet muhteliftir. Şimdi kellesini alan iktidara, onun köşeli bir aparatçığı olarak, doğrusu iyi hizmet etmiştir. Ne ki son kullanma tarihi denilen bir olgu da varittir. Muhtemelen onu bile dolduramadan gitmiştir.
Veda mektubuna bakılırsa istifa ettiği veya ettirildiği bilinmektedir.
Klasik istihdam şeklidir; o şimdi büyükelçi ve Başbakanlık baş danışmanı diye atanmış bulunmaktadır. Kızağa alınmanın modern yolu da böyle olsa gerektir.
YÖK Beyi kılındığında, Cemaatin ehil adamı babında, hakkında söylenenler arş-ı âlâya varmıştır…
Vakti zamanın o demlerinde de, RTE, zata hep mesafeli kalmıştır. Ancak ve esasen o, sırtının pekliğini, Gül’ün has adamı olmaktan almıştır.
Gül, kendi devrisaadet döneminde, hem RTE ile mesafesini ve hem de Cemaat ehline olan hürmetini dengeli götürmeye itina etmiştir. Muhtemeldir ki, Çetinsaya bir rica, istirham olarak sadaret makamına müteveccihen hareket ettirilmiştir. YÖK Beyi olarak gerçekleştirdiği has işlerinden birisi de, Cemaate yakın bilinenleri önemli mevkilere taşıma fiilidir. İşler 17 Aralık 2013 tarihine değin fevkalade mutabık gitmiştir. Sonrası oyun bozulmuş, Cemaat ehli, RTE ve heyet-i siyasası ile tencere tava olmuştur. Böylece YÖK Beyinin de başka cenahlardaki şahıslara benzer ve olduğu üzere, adına şerh konmuştur. Geldiği yer, rahlenin önü değil, topun ağzı olmuştur.
Hamle hemen gelememiş, önce Gül’ün mütekait cumhur reisi olması beklenmiştir. Zira zat-ı şahaneleri, siyaseten RTE ile kanka görünmeye hep itina etmiştir. Oysa kimi karşılıklı elektriklenmelerin olageldiğini, Mısır’da ki sağır sultan bile duymuştur. Gidişi sırasında, zevcesi aracılığıyla açığa vurulan tezahüratlarına bakılırsa, bugün neredeyse düşman kardeşler bile sayılabileceği pekâlâ mümkün sayılır olmuştur.
Rivayete göre, son MGK toplantısında devletin terörle mücadele çizgisi içine Cemaatin dâhil edilme meselesi gündem edilmiştir. Karar ahali bakımından bilinememekle birlikte, icraata bakılırsa, şimdilerde hayli keskin bir köktencilik güdülmektedir. Ve hazreti Çetinsaya da, eğer elçi ve danışman kılındıysa, oturup şükretmeli, mümkünse kurban bile kesmelidir. Konuyu kapatmadan şuna da bir mim koymak gerekir ki, sırada muhtelif rektör adlarından ve üniversite içinde Cemaat temizliğinden bahsedilmektedir. Yaşayan hepsini görecektir.
Çetinsaya ferdası, yeni dönemin, “Alo Fatih” in bey biraderine yaradığına işaret etmektedir. Muhtemeldir ki, o da selefleri gibi istendiğinde istenileni yerine getirecektir.
Çetinsaya için başta, acaba tarih nasıl anacak diye sormuştum? Her şeyi sonraya ertelemeden, ben bendeki şerhi belirteyim…
Mütekait zat 2011 de bu göreve atanmıştır. O tarih aynı zamanda, AKP’nin bir defa daha seçimlerde siyasi pozisyonunu perçinlediği dönem olmuştur. Çetinsaya dönemine Rennan Pekünlü olayı da denk düşmüştür. 2012 de başlatılan süreç bugün sona yaklaşmış bulunmaktadır.
Haydi hatırlayalım…
Rennan’ın bugün önce davaya ve sonra hapislik cezaya konu olan durumu, üniversitede kılık-kıyafet işine ve dolayısıyla “türban” meselesine dayalıdır.
Türban, basit bir örtü ve dini inanış özgürlüğü gevelemesiyle geçiştirilecek bir kıyafet sorunu değildir. Böyle olsa, buna ilişkin ne mahkeme kararları ne de Anayasal düzenlemeler olurdu. Öyleyse soru, ‘türban nedir (?)’ diye sorulmalıdır. Ya da türban neyi örtüyor a yanıt aranmalıdır? Şimdilerde yaygınlığından kanıksanıp, türbanın görüntüsünde zayıflama olduysa bile, bu örtü düpedüz siyasi bir propaganda aracı olarak kullanılmış ve siyasi İslamcı hareketlerin sembolü olmuştur.
Rennan yürürlükte olan ve halen iğdiş ediliyor olmasına karşın yürürlükte kalmaya devam eden türbanla derse giriş işini, hukuki mevzuatın öngördüğüne uygun gerçekleştirmek istemiştir. Bu nedenle uyarı ve gözlem görevini yaparken, öğrencinin eğitim hakkını engellemekten suçlanarak mahkeme önüne getirilmiştir. Mahkeme sürecinde ne YÖK ve şimdiki mütekait beyi Çetinsaya; ne üniversitesinin rektörü ve fakültesinin dekanı doğruyu söylemiştir. Hepsi yürürlükte olanı adeta yok saymış ve Rennan için baştan kesilen infaz kararının bir an önce çıkması için şiddetli yataklık yapmışlardır. Denebilir ki, hukuken durum Rennan’ın aleyhinde değilse bile, mahkeme şimdi neden bu yönde karar vermemiştir. Özetle ve kestirmeden şundandır: bağımsız hukuk anlayışı ve mahkemelerin çöktürülmesi çok önce gerçekleşmiştir. Rennan, kendi üniversite yönetimi ve YÖK’e mahkeme sürecinde defalarca müracaat etmiştir. İstediği, başta Anayasa Mahkemesi kararları olmak üzere, hukuki düzenlemelerinin tümünde, türbana ilişkin yasaklama kararlarının, YÖK genelgelerinde de bulunuyor olmasını, mahkemeye delil olarak sunmaktır. Oysa akademi hala açık seçik hüküm içeren bu hukuki düzenlemeleri Rennan’dan kaçırmış ve vaziyet biliniyor olmakla beraber, yargılandığı mahkeme hapis kararını kesmiştir. İki yıl bir ay hapislik yatmaya esas olan süre, şimdilerde yarı açık cezaevi koşullarında infaz edilmek üzere dört aya indirilmiş ve infazın başlangıç tarihi olan 20 Kasım’a da geri sayış başlamıştır.
Bu arada öğrencilik hakları ve türban nedeniyle hiçbir kaybı olmayan türbanlı öğrenciler, öğrenim haklarının gasp edildiği bahanesiyle dava sayılarını da çeşitlendirmiş bulunmaktadır. Yani bir defa hapis olduğunda içerideki süreyi uzatma ve hileyle yönlendirme oyunlarına devam edilmektedir.
Çetinsaya YÖK’ü ve kurulları Rennan hakkında açılan soruşturmaların hiç birinde yürürlükte olan mevzuata uygunluk karinesini gözetmemiştir. Rennan hakkında üniversitesinden başlayan soruşturmalar, YÖK aktarma organlarından mahkemeye intikal ettirilmiştir. Baştan itlaf ve infaz kararı süreçte yürürlüğe sokulmuş ve AYM kararları ortada dururken AYM’nin kendisi kendi kararına uymamış ve davayı düşürmemiştir.
Mesele Rennan’a nasıl ceza verildiği değil, rejimin nasıl değiştiğinin zorbalık dolu gösteri ve biçimidir. Hazin olan bir diğer taraf, üniversite ehlinin üç maymunları oynayan görüntüsüdür. Görmeyen, bilmeyen, duymayan yani kör, sağır ve dilsiz özürlülüğüne soyunmak akademinin işine gelmektedir.
Bugün Rennan, yarın içimizden başka birisi; hapis yatılacaksa gidilip yatılır. Bu biçimde hapis yatanın sadece bir kişi olarak algılanması da kaçınılmazdır. Oysa dışarıda yaşarken hapishanenin kalın parmaklıklarının ardına düştüğünün farkında olmayanlara ve hukuksuzluğa isyan değil yataklık yapanlara ne demelidir.
Ülkenin aydınlık geleceği karanlığa gömülürken dibini bile aydınlatamayan üniversite ve akademyadan acaba ne beklenir?
Lafı uzatmadan, yazıyı Nihat Behram kardeşimin sözleriyle bağlamalıyım…
“…şiir bitti! dindi rüzgârı tükenmez gücün/ ağıtlar yetim, türküler öksüz/
zalim yaradana pervasız, mazlum ölümüne çaresiz..
şiir bitti! soğudu tez canlı yüreğin yanardağı/ ne dövüşün külhanı kaldı ne sevişmenin/
suskunluk kanıksandı, kabalık azgın/ ne dadal'a sadık halk ne karacaoğlan'a/ sokakta sabrın tiryakisi ruhsuz bir kalabalık…
tek umut ki - yaşam bitti demeye varmıyor dilim -/ o da çocukların sesleri…
isyan edin/ isyan edin/ isyan edin!”