2015: “On binler verdi sekiz binini”…

Yazarına göre her yıldönümünde yazılması gereken yazılar vardır…

Okuru benden bekliyor mu bilemiyorum; ne ki anlaşılan ben hem kendimden bekliyorum, hem de sanki yazmazsam konuyu öksüz bırakacakmışım gibi geliyor…

Adına özdeşleşmişlik diyelim ve geçelim…

Benim için 1 Mayıs öyle tarihlerden birisi. Bu yıla değin yazdıklarıma bakılırsa, günün anlam ve önemine ilişkin pek çok yönüne değinen içerikte yazmışım; 2015 yazısında da, nörobiyolojisini tartışarak kendimi eksizsiz bırakmadım. Kuşkusuz denk düşerse, gaza, toza, kan ve gözyaşına boğulmamış bir 1 Mayıs yazısı da yazmayı düşlüyorum, istiyorum.

Tıpkı Nazım’ın şiirindeki gibi…

“…Ve elbette ki, sevgilim, elbet, / dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, / dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle; işçi tulumuyla / bu güzelim memlekette hürriyet”.

O noktadan henüz onca uzaktayız ki…

Yine kolluk güçleriyle esir alınan ve iki yüzden fazlası gözaltına konulan 1 Mayıs’çıların mahkemeye nasıl çıkarılacakları belirsizliğini koruyor. Böylece, tutuklanmak için halen sıra bekletilerek eza, cefa ve psikolojik işkence sürdürülüyor… Ve bayramını kutlamaktan başka niyeti olmayanlara zorun, zorbalığın acımasız yüzü bir kez daha gösterilmiş oluyor.

Bu işkencenin simge karesi de, bir köpek ve ona tekme atan bir polisin postalının ucu oluyor. Taksim’e çıkan devrimcilere uygulanan devletin örgütlü terörünün kelepçesine isyan eden köpekten bile korkuluyor.

Gelinen bir diğer nokta da, tutukluları savunmak için İstanbul Adliyesine gelen avukatlara reva görülenlerin acı boyutu oldu. Henüz işçi tulumuyla değil, devlet faşizminin elini kolunu sallayarak memlekette nasıl dolaştırıldığı böylece bir kez daha kanıtlanmış oldu…

***

Sonra 5 Mayıs ve 6 Mayıs da geçti…

Yani bana göre, Mayıs ayının vazgeçilemez başka köşe taşı günleri…

6 Mayıs, Deniz’lerin canlarının alındığı ve hayata, akıllara, ülkenin tarihine yeniden doğdukları, yazıldıkları bir gün… 1972nin 6 Mayısından bu yana da, neredeyse bir insan ömrü geçti… Yüreğimdeki yirmili yaşlarımın acısı ve öfkesi ve gelecek güzel günlere eksiksiz büyüyen inancım, ömrümün geçen her gününde daha da çelikleşti…

Çok yazıldı, çizildi…

Ama olsun; bir daha söylesem ne çıkar. Cellâtlarının adını hatırlayan yok. Mecliste idamlarına el kaldıranlar, vicdanlarının tutsaklığına ve sessizliğine çoktan gömülüp gittiler…

Oysa Denizler öyle mi ya…

Ne çok Denizler doğdu sonra…

Onların bebek, çocuk kahkahalarında hem “acıyı bal eyledik”; hem de yasımızı gün belledik…

Taşıdık yarına olan umudu bu güne…

Ayaktaysak, o yüzden halen ayaktayız…

***

Bir de Halit Ağabey kuşkusuz…

Onun adını ilk duyduğumda Denizlerin avukatıydı…

Onun adını tanıdığımda devrimcilerin devrimci savunmanıydı…

Onu tanıyıp, izlediğimde, her 6 Mayıs’ta, Karşıyaka Mezarlığında oğullarının başucundaydı…

Ve dengine öyle bir getirdi ki…

2011’in 5 Mayısında, tam da bir 6 Mayıs anması öncesinde, oğullarının yanına sonsuz buluşmaya kalktı gitti… Yani ve ertesi gün, anılarında da anlattığı gibi bir ayazda donmuşluktan, bahar çiçeklerine ve tohuma durmak için artık kavuşup, kucaklaştılar…

***

Geride kalanlar, kuşkusuz şimdi hepsini beraber anıyor…

Kalem kırıp, idam biletini kesen hâkimin kara adı tozlu karar belgelerinde duruyor.

Oysa Halit Ağabeyin adı, oysa Denizler, Türkiye oğlu olmanın bütün aydınlığınca kuşaklara aktarılıp gidiyor…

Sonra, başta ailesi, düşünen ve eyleyenleriyle beraber, bir imece gerçekleşti ve bu seneki anmanın adı, ilk “Halit Çelenk Hukuk Ödülleri” oldu…

Güzel dostlar Serpil ve Kaya Güvenç davet etti… Kuşkusuz benim payıma da onurla icabet etme düştü…

Türkiye Barolar Birliği’nin ev sahipliğinde, toplantı salonunda ne çok da seveni; ne çok da dost vardı…

Bu yazıya da kalıcı bir şerh olsun, bellekten uçup gitmesin diye not edeyim…

Bu yıl ilki gerçekleştirilen hukuk ödülleri, iki yapıta paylaştırılmış…

Bunlardan ilki, Prof. İbrahim Kaboğlu Başkanlığındaki Gezi Hukuki İzleme Grubu tarafından hazırlanan “Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye - Gezi Raporu” ve ikincisi ise Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak tarafından hazırlanan “İnternet ve İfade Özgürlüğü Konulu Çalışmalar - Twitter ve YouTube Erişim Engelleme Kararlarının Kaldırılması Başvuruları” konulu eserler idi.

Konuşmalardan anlaşıldığına göre bu yıl ki ödüle on dokuz eser başvurmuş. Seçimde zorluk çeken Seçici Kurul da, yapmış olduğu değerlendirmede, A.Ü.SBF doktora öğrencisi Göksu Uğurlunun “Uluslararası Hukuk'ta Üçüncü Dünya Yaklaşımları” başlıklı yüksek lisans tezine ve SBF İdare Hukuku Araştırma Görevlisi Nazile İrem Yeşilyurt'un “İdari Yargıda Yürütmenin Durdurulması ve İvedi Yargılama” başlıklı makalesine de teşvik ödülü verilmesine karar vermiş…

Kısacası Halit Çelenk’in adına, aydınlanmacı, bilimsel ve sosyalist tabına çok uyan, güzel bir toplantı idi…

Birincilik ödülünü alan “Gezi Raporu” kolektif bir çalışmanın eseri…

Türkiye Devrim Tarihinin önemli ve başta gelen yapıtlarından birisi olmaya aday…

Halen devam ettiğinden ve elbette ki, utkuya erişmesinde kuşku bulunmayan “Haziran Direnişinden” en canlı aktarım ve yorumların yapıldığı bir tarih belgeseli…

Çalışma kolektifinin içinde akademisyen, hukukçu ve demokratik kitle örgütleri bulunuyor. Türkiye Barolara Birliği bu örgütler arasında adına başa yazdıranlardan birisi ve raporu da kitaplaştırıp, biz katılanlara bir armağan olarak sundu. Rapor altı bölüm ve iki yüz kırk sayfa…

Başa da siyah bir zemine, beyaz harfle dökülmüş bir ithaf var.

“Gezi Hukuku İzleme Grubu Raporu, Gezi protestoları sırasında yaşamını kaybedenlere ithaf olunur.”

Ölümsüzlerin ölümsüz adları böylece bir defa daha onurlandırılıyor…

Rapor esasında yedi bölüm. Ancak, “Türkiye’nin Genel Görünümü: Hukuk/Devlet ve Toplum” başlığını taşıyan kısım “giriş” adıyla anılıyor. Kitapta yer alan diğer altı bölüm ise sırasıyla şöyle başlıklandırılmış:

“ Gezi Parkı’nı sahiplenen toplumsal muhalefeti besleyen süreç; / Gezi Park’ını sahiplenen başlıca toplumsal katmanlar; / Polis şiddeti ve sonuçlarına göre yapılan soruşturmalar; / Gezi eylemleri süresince yaşanan hak ihlalleri; / Gezi, polis şiddeti ve cezasızlık ve Gezi Parkı eylemlerinin mevzuatta yarattığı otoriter değişiklikler”.

Böylece Denizler ve Halit Ağabeyi anıyorum…

Adlarını sonsuz kılacak güzel günlere ve mücadelenin utkusuna inanıyorum…

Haziran direnişi devam ediyor…

Yani…

Sözü, ustanın satırlarıyla bağlıyorum…

“…Hep bir ağızdan türkü söyleyip / hep beraber sulardan çekmek ağı, / demiri oya gibi işleyip hep beraber, / hep beraber sürebilmek toprağı, / ballı incirleri hep beraber yiyebilmek, / yârin yanağından gayrı her şeyde / her yerde / hep beraber! / diyebilmek / için / on binler verdi sekiz binini…”