Yılın son günlerinde, gidenin tahlilini ve gelenin tahminini yapmak âdettendir. Ne ki bu yıl derinine meşgul olma takatinde değilim…
Bütün bir yıl boyunca yazılan çizilenlerin başlıkları işin özetidir.
Nasıl bir yıl geçirdik(?) sorusunun ise tek yanıtı var.
Adeta bir kabustu…
***
Tamam 31 Aralık gecesi saat 24.00’ü vurduğunda ne olacak; yeni sabaha temiz ve beyaz bir sayfa mı açılacak?
Öyle olmayacağını pekâlâ biliyoruz ve fakat olsun diye de umut etmek istiyoruz…
***
Türkiye’de yaşananlar söz yok ki toplumun psikolojik sağlığını berbat etmiş vaziyettedir.
Çaresizlik duygusu tepe yapmış durumda.
Geleceği görememek; yarına dair umudu yitirmek, bir mücadele ve var olma azmi yerine, korku ve karabasan girdaplarına yuvarlanmak; şiddetli bir bırakıp kaçma isteği ya da sanki yaşanmışlıklara alternatif, olan bitene duyarsızlaşma veya alakasızlaşma, gündelik yaşamlarımızın sıradan davranış biçimi olup çıktı…
Algı yönetiminde yavanlaşmayı da buna katabiliriz. Varsa yoksa her şeyin Fetoculuğa bağlandığı ve Fetoculukla içselleşmiş siyasi yapının, “aldatıldık” tövbe istiğfarıyla, koltuklarına iyice yapıştığı bir tarih kesitinde, ana muhalefeti ve soluyla, siyasetsizliğin zirve yaptığı bir tuhaf zamanlar yolculuğuna çıkmışa benziyoruz…
***
Başkanlık meselesini kendisine iç siyasi hedef almış bir iktidar teşkilatı var. Reisin isteklerine, çok istekli olmamakla beraber, zamanı geldiğinde yek vücut edeceklerinden şüphe de edilmeyen bir meclis toplamının (AKP+MHP) icazetine kalmış bir yarınlar talihini ise adeta sineye çekiyoruz…
Haberlere bakılırsa, ana muhalefet, başkanlığa karşı mücadele sayfasını bugün açtığını ilan ediyor. Vatandaşa anlatacaklarmış…
Ne demeli; tabii buyursunlar…
Referanduma gidiş süreci, kuşkusuz takvimde bir zaman alacak. Eh işte o ara ve derede, vatandaş kafasına geçirilecek bu yeni donu kabul etmesin diye, istedikleri kadar anlatmaya devam edebilirler.
Anlatma işine tutunduğum falan düşünülmesin. Ne ki geliştirilen bütün siyaset buysa, ya işimiz olmayacak duaya âmin demeye, ya da iş, AKP+MHP vekillerinin bizatihi kendi toplamları olan 357’den 330 çoğunluğu çıkarttırmayacak bir insaf gösterisi yapmalarına ve delaletleriyle vicdani retlerine kaldı demektir…
Tabii iş sadece ana muhalefetin ve muhtemeldir ki o güne değin hepsi kodese konmaz veya parti olarak kapatılmazlarsa HDP’nin işi falan değildir.
İş, sol-sosyalist siyasetlerin de baş köşesinde yazılı olmalıdır.
Oysa sol, bu konjonktürde bile birbiriyle anlaşamayan, dahası dayanışamayan farklı bölüklerden oluştuğu cihetiyle, reislik anayasasına karşı esaslı bir muhalefet biçimi ortaya koyma iddiasında henüz değildir…
İddia sahibi olmak için “iktidar” isteğinin iradesini de göstermek gerekir.
Oysa tabloya bakılırsa, solun farklı merkezlerinde böyle bir gelişme ve serpilmeyi hayata geçirecek ideolojik ve programatik donanım ya da iktidar iradesi bulunmamaktadır. Olanların da çapları küçük ve solun içinden kendini rakip görenlerin onlara yüklediği sol sapmacılık olumsuzluğunun hacmi büyüktür. Yani var olan verili durum, örgütsel enerjinin ya içe akıtıldığı konsolidasyon politikalarını merkeze almakta veya pratiğin içindeki kimi girişimleri de liberal bir sağ sapma parantezine alarak adeta bir dergâhçılık oynamaktadırlar.
Gezi-Haziran rüyası, Türkiye solunun önüne adeta kendiliğinden gelmiştir. Ne ki, Gezinin siyasal taleplerini halkın talepleri olarak örgütleyecek ve dolayısıyla kendisinin de iktidar iddiasını ete kemiğe büründürecek bir sol siyaset odağı örgütlenememiştir. Yani başarı şansı yakalanamaz iken, peşi sıra bugüne değin sürdürülen çabaları da adeta başarısız kılmak için yürütülen konspiratif karşı bir sol siyaset, ülkede onca olan bitene güçlü bir sesle yanıt verilmesini de adeta engellemiştir.
Bu bakımdan anayasaya muhalefet çalışmalarının ne çatısında ne de tabanında, ortaklaştırılmış bir güç odağı yaratma olanağı bugün itibariyle görünmemektedir.
***
Yeni Anayasa diye yazılan, yeni defteri kebirin ilk taslağı 21 madde iken, bugün itibariyle ve sözcük oyunlarıyla anlamını diğer maddeler içine yedirmiş 19 maddelik tadilat, eğer hayata geçerse, gelecek olan islamofaşist bir rejimindir. İşlem de onun habercisidir. O nedenle düzenin resmi muhalefet unsurlarının yanısıra, halkın eğilimlerini içselleştirmiş meclis dışı muhalefetin ya da solun mutlaka ortak bir zeminde ve dayanışma içinde olması gerekmektedir.
Kendisini tekil olarak solun öncüsü, önderi görenler, Haziran dayanışmasını bir defa daha kasise düşürecek eğilimler içine girmemeye özen göstermeli ve kendilerini de doluya tutulacak mecra ve maceralara atmamalıdır. Kuşkusuz bu yazılanlar sadece bir iyi niyet ve umuttur…
***
Rusya’yla yeni ilişkiler; Rusya ve İran’la Suriye garantörlüğünde anlaşan ve dolayısıyla Esad tezinden vazgeçmek zorunda kalan bir hükümet; ABD’yi en sert sözcüklerle hedefe koyan reis söylemleri; Rus elçisinin Nusra’cı bir polis tarafından katledilmesine karşılık Rusya’nın Türkiye’yi kendi nüfuz alanına çekme manevrasında çok soğuk kanlı davranması; ABD’deki Başkanlık seçimlerinden sonra atalet içine giren ABD dış politikasında, bir yandan Türkiye’yi kaybetme telaşı ve bir yandan da kendine yakın Kürt siyasetlerine kol kanat geren tutumda ısrarı; ilk sarsıntıları yakından hissettiğimiz daralan bir ekonomi ve yaklaşan bir ekonomik kriz; artan işsizlik; ordunun gelişim ve sonuçları kestirilemez asimetrik bir savaşlar manzumesi içinde bulunması; sıradanlaşmakla beraber, hiçbir zaman olağanlaşmayan şehit, ölüm haberleri; Işid ’in asker yakma vahşetine rağmen olayın ve örgütün adının bir türlü yetkili makamlarca telaffuz edilememesi… Ve diğerleri…
Yeni yıl bunlarla kapıda…
Son söz mü?
Yeni yılda,
Ülkede ve dünyada,
Eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve barış dilerken…
Son söz Nazım’a ait olsun…
“Seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum...”