15 Temmuz'dan önce, 23 Nisan, hep, “Kutlu Doğum Haftası’na” denk düşerdi.
23 Nisan da böylece gürültüye getirilirdi…
O günlerdeki adıyla, “Hazreti Peygamber’in Doğum Haftası”, yaygın kutlamalara konu olurdu. Devlet ricalinin, bu görkemli kutlamalarda en başta yer aldığı ise, hafıza kayıtlarına geçmiştir.
Bu işe, iki nedenle, bir türlü aklım kesemedi.
İlki, ana rahmine düşüşün biyolojisine bakarsak, dokuz ay on günlük bir süre geçmesi gerekir ki, peygamberin doğum günü, hangi takvime göre ve nasıl oluyor da “miladi takvim” çerçevesinde nisanın son haftasına sabitlenebiliyordu?
Diğeri ise, “Regaip Kandili” olup, mademki ana rahmine düşüş, “Recep ayının ilk perşembesine” denk geliyor ve bu da hicri takvime göre hesaplandığında, her seferinde bir önceki yılın on gün öncesine denk düşüyorsa, yine nasıl “Kutlu Doğum” dönüp dolaşıp, miladi takvime göre nisanın son haftasını buluyor?
Kameri, hicri ve miladi takvimlerin çözümü işim değildir…
Nitekim, artık üzerinde de kafa yormayı gerektirmiyor.
Zira 15 Temmuz'dan sonra, zahir birisinin doğum günü olan “27 Nisan'ı meselesi”, dikkate alınmış ki, “Kutlu Doğum” işi kutlama programlarından dışarıya çıkarıldı…
Bu yıl, 23 Nisan’ın 100. yıl dönümü…
Tam 23 Nisan'ın üzerindeki “Kutlu Doğum” gölgesi kalktı derken…
Şöyle ağız tadıyla, kutlarız herhalde diye düşünürken…
Bu sefer de karşımıza “Korona günleri” çıktı. Her türlü kutlama programı yasak. Sokağa çıkma yasağı, 23 Nisan'ı da kapsıyor ve “#EVDEHAYATVAR” koşullarında her türlü kutlama sosyal ve fiziksel izolasyona bırakılmış oluyor…
Kuşkusuz 23 Nisan'a korona yakıştırması yapmak istemiyorum.
Yoksa münafıklar, 23 Nisan'ın virüs bulaşlı olduğunu da düşünebilirler…
***
23 Nisan, Anadolu ihtilalinin ete, kemiğe büründüğü bir devrimci durumdur.
Yani yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin de yönetenleri değiştirmek için harekete geçtiği andır.
Yoksul bir halkın, bir meclis eliyle örgütlendiği ve kendi kurtuluşu adına, “sultan fermanlarından” ari, kendi göbek bağını, o meclis kararlarıyla kestiği, emperyalist işgale baş kaldırıdır.
23 Nisan, ilk kurtuluşumuzun, kanla yazılmaya başlandığı günün adıdır.
Üzerinden bir yüzyıl geçmiş olması, bu adı hiç eskitemediği gibi, değeri, her geçen gün daha da önemle ortaya, açığa çıkmaktadır…
Ne denli kutlu olsun diye, hançerlerimizden en güçlü sesi çıkarsak bile, o büyük güne değer olanı üste koymak, bu emekçi halkın, bu kez de ancak emperyalist kapitalizmi alt etmesiyle utkuya ulaşacaktır.
***
Koronadan sonra “dünyanın eskisi gibi olmayacağı” en çok söylenen tümcelerin başında geliyor.
Doğrudur! Her yeni gün ve onun koşulları, dünyanın bir öncesine göre eskisi gibi olmadığının bir yığın örneğine sahne oluyor.
Genel geçer iki görüş ya da beklenti var desem, çok hata etmiş olmam.
Şöyle söylemeliyim:
Verili koşullar ve durumun manzara-i umumisi, kapitalizmin bir iktisadi, siyasi, kültürel sistem olarak bu Korona işinde ağır hasar aldığıdır.
O sistemin efendileri olan ülkeler, adeta, virüs enfeksiyonu karşısında havlu atar konumdalar.
Cenaze torbasından, maskeye; solunum cihazından diğer ilaç ve tıbbi gereçlere, yoklukla boğuşur durumdalar. İnanılmaz ama yardım istiyorlar…
Amerika’da hemşireler, korunmasız bırakıldıkları için Beyaz Saray önünde gösteri düzenliyor. Nivyork’takiler sağlık otoritesini mahkemeye veriyor… Trump efendi, yeni bir pandemi dalgası ile baş edemeyeceklerini itiraf ediyor.
Dünyada ekonomi büyük ölçüde durmuş vaziyette. Bir yandan sosyal-fiziksel izolasyondan bahsedilirken, diğer yandan emekçilere çalış deniyor. Yani seçenek işsiz kalmamak için çalışma ve nasıl yapacaksa kendi kendine nasıl korunursan korun deniyor.
Hizmet sektöründe olan birçok küçük işletme kapısına kilit vurmuş durumda.
Sanayi ölçekli pek çok alan ya zorunlu tatilde ya da işçi çıkarılmaları son derece yaygın.
Ekonomiler tam durgunluk içinde. Pek çok havayolu firması uçaklarına havaalanı pistlerinde park yeri bulamıyor.
Yerleşim bölgeleri arasında, seyahatler mücbir nedenlerle bitmiş durumda ya da çok sınırlı…
Eğitim faaliyetleri, ani bir zıplamayla örgün eğitimden, yaygın eğitime geçmiş ve onlayna dönüşmüş durumda. Öğrenciler arası erişim eşitsizlikleri, had safhada ve kendi başlarına çaresizler.
Sanat, kültür faaliyetleri tamamen durmuş ve sanatçılar, başka gelirleri yoksa açlığa mahkum vaziyete gelmiş durumda.
Tarım ürünlerine ihtiyaç çok ve ne var ki ortada toprağı işleyecek ne insan gücü, ne de makine gücüne seferber olacak çiftçi emeği kalmış vaziyette…
Her alan birbirine zincirle bağlantılı. Zincirinin baklaları ise döküldüğünden, ortada hurda döküntüsünden başka bir şey kalmıyor görünüyor…
Olumluluk olarak, yerel ölçekli savaşlar durdu. Ve fakat göçmen sorunları, yaşadıkları koşullar, daha da kötüleşti.
Olumluluk olarak, terör olayları sükûnet dönemine girmiş gibi görünüyor. Ve fakat sonraya enerji toplar olabilirler…
Finans dünyası ise hem etkileniyor ve hem de oligarşik ilişkiler zincir içinde teslim olmayacak manipülasyonlar peşinde…
Örneğin ipotek, kredi ödemelerinde ötelemeler, faiz indirimleri gibi…
***
Şimdi tekrar dönelim iki görüş ya da beklenti meselesine…
İlki şu: İnsanlık ve doğa yararına bu durumun, yeni bir fırsat ve olumluluklar dünyasının kurulmasına olanak sağladığına da dairdir.
Hani şu belgi: “Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!..''
Da.., nasıl?
Yeni ve fakat bu sefer halk kitlelerini kucaklayacak bir “dünya düzeni”nin kurulmasına dair olacak kadar.
Öyle ya, kapitalizm, kendi kendinin mezar kazıcısı mıdır? Tersine emekçi halk sınıfları öyledir. Pandemide ise halklar yaratılan eşitsizlikleri ya açlığa ya da ölüme mahkûm olarak daha derinden deneyimlediklerine göre, durum tam bir “devrimci durum” anıdır!
Şu sıra, kimse, ne kendine ne de ortaya, bu anın, bir siyaseten kaldıracı var mıdır (?) sorusunu sormuyor. Bunu düşür vaziyette değil. İyi ihtimalle Keynesgil bir kapitalist “sosyal devlet” düzenine dönüş umutları herkesin içinde yaşatılıyor…
***
İkincisine gelince: Sistemin yani kapitalizmin, tüm krizlerinde ve engebeli yollarda, kendini yeniden nasıl var ettiği, bilinmesi veya varsayımı üzerinden gidiliyor.
Öncelikle, halk kitlelerinin korunmasına dayalı bir izolasyon hali mevcuttur. Her türlü denetleme kontrolünün yapılabildiği, bilgisayar ağlarından oluşan bu sanal dünya üzerinden, aynı kitleler üzerinde daha derin kontrol mekanizmalarının kurulacağı öngörülüyor.
Ofis tipi çalışma biçimi ve buna dayalı esnek üretim süreçlerinin, çok daha şiddetlenebileceği genel kabullerden bir diğeri…
Sistemin kendi kendine iflasının bir hayal ürünü olduğu ise başka bir kabul seçeneği…
Daha otoriterleşen yönetimlerin, halk kitlelerinin demokratik-ekonomik kazanımlarını, bu sefer resesyon ve çöküşten çıkış mekanizmaları olarak, halka karşı, hem siyaseten ve hem de iktisadi olarak kullanma eğilimlerinde şiddetlenme, öne çıkan, başka bir seçenek haline geliyor.
Kol emeğinin iyice gerilediği bir planda, kafa emeğinin çok daha ucuzlayarak verili koşulların hizmetine kanalize edilmesine başka bir mutlaklık olarak bakılıyor.
Ve liste uzayıp gidiyor…
Bunların hepsinden daha korkuncu, daha ağırlaşmış bir savaş ekonomi-politiğinin devreye girmesi.
Ölçeği ve şiddet unsuru arttırılacak bir militarist tutum ve savaşlar döngüsünün, hem kaldığı yerden ve hem de daha ağırlaştırılmış olarak başlatılması kaçınılamayacak baş ihtimaller arasında sayılıyor…
***
Bu, virüs pandemi olgusu olmasaydı, “endüstri 4.0” ve “toplum 5.0” eğilim ve yönelimlerini tatlı tatlı konuşmaya devam ediyor olacaktık.
Kuşkusuz “Korona”sız günlere ulaşıldığında, o konular, tekrar gündeme katılarak tartışılmaya devam edecek. Aslında olan biten hikâye, bu başlıkları içeren, altında halen devam edegelen olgular olarak gündelik yaşamımız belirleyip duruyor.
Pandemi ise sadece küçük bir yol kazası…
Bu özetlemenin bir sonucu var mı?
Bir ve ikinci görüntü-beklentilerle ilgili pek çok senaryo, sonuç hanesine yazılabilir.
Sistemin, kendi günahkârlıkları nedeniyle, günah çıkararak, her türlü dünyevi faaliyetlerine kendiliğinden son vereceği, rüyada bile görülse kâbus sayılmalıdır.
Öyleyse ve dünya eskisi gibi olmayacaksa, dünya halkları da plebisit yaparak neyin ne olacağına karar veremeyeceklerine göre, küresel soruna, çare olacak yeni düzenler, coğrafi, yerel, yöresel ve ulusal ölçekte bulunmalıdır?
Ne ki her çalışma ve örgütlenmenin, kendi öncü siyasal kadroları tarafından belirlenebilecek olması temel koşulken...
Var mı?
Yok, gibi görünüyor.
Ama bu insanoğlu-kızı. Belli mi olur?
Başlangıçta, 23 Nisan öncesinde umudun kırıntısı mı vardı? Olan, biten, teslim alınmanın acısını yaşamaktı. Sonrasında, 23 Nisan'ı yaratan kadrolar, kendi halkının geleceğinin nasıl, yegâne umudu olup çıkıverdiler.
Bu pandemi, aynen Kurtuluş Savaşı gibi.
Umalım ki umudu yeşertecek öncüleri de ortaya tez vakitte çıksın.