Bilenler bilmeyenlere anlatabilir. Üniversite Konseyleri Derneği, bilim ve emek mücadelesini akademi cephesinde sürdüren demokratik kitle örgütlerinden birisidir.
2005 yılından bu yana da derneğin üyesi ve kurullarında çalışıyorum. Son iki-üç dönemdir, arkadaşlar dernek yönetiminin temsiliyetinde beni görevlendirdiler. Ben de bu sorumluluğu son dakikaya değin onlarla beraber taşıyorum, paylaşıyorum.
Neden son dakika derseniz; 18 Ekimde Derneğin Genel Kurulu var. Ankara’da toplanıyoruz. Bu Kongreyle birlikte yeni bir dönem de başlatılacak. Yeni dönem dediysem, düne kadar beraber ve omuz omuza mücadele ettiğimiz bir kısım arkadaş yeni bir kavşak dönüleceğini bana tebliğ ettiler. Bir yerlerde görüşmüşler ve bu minvalde karar almışlar.
Hayattır; içinden geçerken gösterir. Görülen kimi kez ve kimileri için bir sadeleşme ve kendi içinde çekirdekleşmedir. Hatta buna örgütlenme modeli diye isimler falan da yakıştırılabilir. Kimilerimiz için ise beraber yürürken ve mücadele hedeflerimizle ilgili olmayan bahanelerle bir yol ayrımına varma demektir. Ne ki söz solukla birlikte dışa vurduğunda artık hayatın başka bir öğreticiliği başlar ki, bana göre bunu da olağan karşılamak gerekir.
Aşağıdaki yazıyı, 2009 da yayımlanan ÜKD’nin Mayıs Bülteninde yazmışım. Başlığı “Akademide Siyaset”; bakalım ne diyorum:
“Öğretim elemanlarının örgütlendiği bir derneğin temel siyasası nedir ya da ne üstüne inşa olmalıdır? Kuşkusuz genele verilecek yanıt, özelinde Üniversite Konseyleri Derneği (ÜKD) için “nasıl bir temel siyaset (?)” açılımına da bir özgüllük oluşturacaktır.
Öğretim elemanları dernekleri kitle örgütleridir. Kitle örgütünden ne kast edildiği sorusunun yanıtı ise, farklı düşün-inanç düzlemlerinden de gelebilen insanların, ortak çıkarlar paydasında birleşebildiği ve “o çıkarlar” adına imece yaptıkları yapıların anlaşılması gerektiğidir.
Böylesi bir tanımla, günün moda söylemi olan “sivil toplum kuruluşları” retoriğinin birbirine karıştırılmaması gerekir. Eğer böylesi bir geniş sınır çizimi söz konusu olursa, “öğretim elemanları derneklerini” bir “hayır derneği” ve/veya bir “temenni örgütü” yerine bile koyabiliriz. Oysa çalışma alanı olan üniversite-akademide örgütlenecek insanların, örgütlenme siyasası ve bağlamıyla güdeceği temel politika, “hayır yapmak” ya da saptanan soruna göre yönetimlerden “dilekte bulunmak” falan değildir.
Üniversitenin-akademinin temel işlevi bilimi üretmektir. Üretilen bilimi savunmaktır ve toplumsal yapılanmaya ve çıkarlara araç kılmaktır. Dolayısıyla bilim, doğası gereği bir yandan doğrular ve gerçekler adına yansız gibi görünürken, bir yandan da sınıfsal bir yanlılığın silahı haline dönüşebilir.
İşte, akademide çalışan öğretim elemanlarının ve tüm akademik bileşenlerin örgütlenme siyasası bu noktadan başlamak noktasındadır. Yani üniversite, bilimi, toplumsal çıkar, yarar ve doğrular yönünde inşa etmek yönünde kendini ödevli saymalı, üniversite bileşenleri de bu siyasa etrafında örgütlenme ve mücadele etme bilincine kazanılmalıdır.
Üniversite mücadelesi, eğer bu bağlamı ile yapılamazsa; yani örgütlenme biçimi üniversitenin tüm bileşenlerini kapsayamazsa eksikli kalır. Başta tanımlanan bir “sivil toplum dayanışmacılığına” dönüşür.
ÜKD, gerek kuruluş ve gerekse bu güne değin yürüttüğü mücadelelerde, diğer derneklerden bu içeriğiyle ayrılmıştır. Bu bağlamda da, üniversitede bulunan öğretim elemanı, öğrenci ve çalışanları ile bütün insan unsurlarını bilimin aydınlanmacı geleneği etrafında örgütleme ve mücadele etme, ÜKD’nin temel siyaset bakışını oluşturmaktır.
Bilim, retorik olarak hem yansızdır; hem de sınıfsal olarak “tarafgirlik” içeriği taşır. Yani, bilimin üretimi ile sonuçlarının kullanımı, sınıfsal egemenlik sorunsalının ciddi bir parçasıdır. Bu saptamaya bağlı olarak ÜKD’nin temel siyasası, üniversitede gericiliğin örgütlenmesine geçit verilmemesi ve karşıtı olarak aydınlanmacılık momenti üzerinden yol yürümektedir.
Bilimin, kapitalizmin çağcıl motifi olan “piyasacılık ve özelleştirmecilik” anlayışı ile içli dışlı hale getirilme çabalarının önüne bir ÜKD dalgakıran kurmak, derneğin bir diğer temel siyaset momentini oluşturmaktadır.
Türkiye üniversitelerinin, bilimsel etkinliklerine biçim veren uluslararası hegemonik kontrol ve meşrulaştırma mekanizmaları arasında AB ve NATO projeciliği devletin siyasi-akademik tercihi olarak ön plana çıkmış durumdadır. Üniversite paydaşlarının bu konuda bilgilendirilmesi, aydınlatılması ve ortaklaşa duruş sergilemesi yönünde uğraş verme, ÜKD’nin temel mücadele siyasetini ilgilendiren kavşaklardan başka birisidir.
Öğretim elemanlarının, akademik yükseltmeler dâhil tüm özlük hakları için verilecek bir mücadele anlayışı, ÜKD’nin “olmazsa olmaz” şiarı ve en başta gelen hedefleri arasındadır. Bir bütün olarak üniversitelerdeki bilim politikalarının, ülke ve emekçi halkın çıkarlarını gözetip, gözetmediği meselesi; akademik yükseltme ve atama ölçütlerinde bilimin kimin için ve nasıl yapıldığını işinin takibi; akademik ortamda öğretim görevlisi, öğrenci ve bütün çalışanların insan onurunun ve söz hakkının korunup, korunmadığı sorunsalı; eğitim, araştırma ve yayında yabancı bilim dili dayatmacılığına karşı duruş ve tüm akademi bileşenlerinin akademi içindeki siyasi sorumlulukları üzerindeki gerici baskılara karşı mücadele ÜKD’nin akademide örgütlenme mücadele başlıkları içindeki diğelerini oluşturmaktadır.
Bu ölçütler ile diğer derneklerden nitel anlamda önemle ayrılan ÜKD’nin, bütün akademik bileşenleri mücadeleye kazanımla ilgili yeteneklerini bu çerçevede geliştirmesi, Türkiye’nin toplumsal kurtuluş mücadelesi bakımından da büyük önem taşımaktadır.”
Akademide kişisel maceram önce eczacılık fakültesine girmemle başlar. 68 kuşağı gençlerin mücadeleyi her alanda yükselttiği bir öğrencilik döneminin içinden o çağlarda hangi toplumsal düşün biçimini kuşandıysam, hem ona sadık kalarak ve hem de toplumsal kurtuluş yolunda geliştirmeye çalışarak, bugüne değin hep akademi içinde yol yürüdüm.
Hayatın her alan ve anında örgütlü olmanın bilinciyle, akademi örgütlülüğünde de yıllar içinde yol tuttum. Önce TÜMAS’tan başlayarak, Üniversite Elemanları Sendikası, Eğitim-Sen, TÜMOD, Gazi Üniversiteli Öğretim Elemanları Derneği ve ÜKD üyesi oldum. Bu örgütlerin kurullarında çalıştım; bazılarının da yönetimlerinde başkanlık yaptım. Halen yaşayan örgütlerden ÜKD dâhil dört tanesinde üyeliğim devam ediyor.
Buralarda çok şey gördüm; kendimi tanıdım; insanı öğrendim. Esasında ÜKD adına öngörü diye yazdığım alıntı yazı, kişisel akademik mücadelemde de kendini gerçekleyen ilkesel bakış açılarım arasında oldu.
Hayat denilen kavgaya dalarken, herhalde hepimiz önce “kendi” olarak hayata tutunmasını becermeliyiz. Yalnız yaşayamıyoruz; o nedenle sadece yan yana gelmek değil, örgütlenmeyi de bilmek ve öğrenmek gerek. İnsan değerler toplamıdır. Kimileri için emek, aydınlanma ve bilim gibi başlıklar hayatta uğruna karşısına kendi yaşamını koyacak önemde değerler olarak gerçekleşir.
Durum böyleyse iyidir. Benmerkezciliğe yenilmeden, herkese yönetici olma düşünden sıyrılmak ve toplumsal yaşamda insana değer olan değerleri canlı kılabilmek için örgütlenmelerde birbirine mazeret uydurmamak gerekir.
Emeğe saygılı olmak için, ağzın içinde sadece dilin dönmesi yeterli değildir. Emek değerinin önce içselleşmesi ve sonra da vefa duygusu sahipliği gerektirir.
Karanfil 58 ve Konur 51'de şimdilerde iki Nazım Kültür Merkezi var. Geçen yaz tam da Haziran direnişi ardında Karaburun’da ÜKD’nin düzenlediği bir Ağustos sempozyumunda tıpkı Snow’un “İki Kültür” kitabını Marksist bir perspektifle nasıl tartıştıysak, şimdilerde iki Nazım Kültür zorunlu kılınan dağılmanın yansıması gibi hayata tutunmaya çalışıyorlar. Ben ikisine de gidiyorum. Dün de önce Konur 51'e çağrıldım.
Hani ÜKD olarak daha örgütlü ve yaygın olmamız gerekli ya, aslında ihtiyacın öyle olmadığına dair bir bildirim aldım. Neden; akademi mücadelesinde gerçekleştiremediğimiz bir eksikliğe dayandırılsaydı, yüreğim yanmazdı. Bırakın eksikliği bazen cürümümüz bile yer yakamayacak çapraşıklıklarla karşılaştık. Ne ki hiç yılmadan da birbirimize sırt dayadık. Oysa şimdi ne oldu da ilgisi olmayan bir bahane ortaya kondu ve adına da sadeleşme yaftası konduruldu.
Olsun ben bunları çok gördüm. Görürüz biz böylesi hayata dair bahane koymaları, belki daha da bir müddet görmeye devam edeceğiz.
Yan yana durmak istenmiyorsa kuşkusuz kimse kimsenin kolunu bağlayamaz. Ancak doğrusu budur diye insan aklına da bu denli tepeden bakmak insana yakışmaz.
Hayat öğreticidir. Bunu orada da söyledim ya, insan sevgimiz içimizden eksilmez. Hani adına yoldaş hukuku deniyor ya, bir gün o hukuka ve sıcak insan eline ihtiyaç olursa elimiz halen insanımızın yanında kolumuz onun omuz başındadır.
Gericiliğin hepimizi daha da boğduğu bu akademide mücadele tükenir mi hiç? Olduğumuz yerden yeniden kalkarız biz. Uzun yürüyüş devam eder, ta ki Hürriyet Meydanı zapt edilene kadar.
Yani dostlar, ey mücadele kardeşleri… Hem ve her daim dost eline ihtiyaç vardır hayatta; bu arada örgüt adları gel geç, asıl olan insan unsurudur.